BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

KENEVİR TÜREVLERİYLE (ESRAR, MARİHUANA, HAŞHAŞ VB.) İLİŞKİLİ PSİKİYATRİK BOZUKLUKLAR

   Kannabis dünya çapında kullanılan en yaygın yasadışı maddedir. 15 yaş ve üstü %3,7 yani yaklaşık 150 milyon insan tarafından kullanılmaktadır.

Erkeklerde kullanım oranı daha yüksektir. Daha çok 18-30 yaşları arasında kişilerce kullanılır. Çocukluk ya da ergenlik yıllarında davranım bozukluğu, daha sonraki yıllarda sosyal kişilik bozukluğu özellikleri gösterenler kullanmaya daha yatkındırlar.

Kenevir bitkisi kendirgillerdenboyu 3.5 metreyi bulabilen,yüzeyi pürtüklü,içi boş ve dik gövdeli,parçalı yapraklı bir bitkidir. Bu bitkinin üstteki yaprakları üst yüzeyleri ve sapları kesilip kurutulup yuvarlanarak sigara biçimine sokulunca bu madde genellikle marihuana diye adlandırılır.

Haşhaş kenevir yapraklarının üst yüzeylerinden ve altlarından sızan kurutulmuş resinözeksudadır. Haşhaş yağı, haşhaşın yoğunlaştırılmış damıtığıdır. Kenevir türevleri genellikle tüttürülür; ancak genellikle çay ya da yiyeceklerle karıştırılarak ağızdan da alınabilir. Ot olarak da adlandırılır.

Keyif verici amaçlı kannabis kullanımı 1930 larda Meksika’dan Amerika’ya yayılmıştır. O dönem caz müzisyenleri arasında yaygınlaşmıştır. Kullanımı Amerika’da 1938’de, diğer ülkelerde 1961’de yasaklanmıştır.

Gelişmiş ülkelerin pek çoğunda hala yasadışı olmasına rağmen kullanım yaşı düşmüştür.

Çok yüksek ölçülerde kullanıldıktan sonra birtakım yoksunluk belirtileri: sinirlilik ya da bunaltı ile belirli bir duyguduruma;  tremor terleme bulantı yeme isteği değişiklikleri ve uyku bozuklukları gibi fizyolojik değişiklikler eşlik eder  ancak bunun klinik önemi tam olarak bilinmemektedir.Sürekli kenevir türevleri kullanımı ve entoksikasyonu okulda ya da işyerinde ki yeterliliği bozabilir ve araba kullanırken tehlike yaratabilir.

Yasal birtakım sorunlar ortaya çıkabilir.Aile ortamında huzursuzluklar olabilir. Kullan­madan duramamaktan ötürü (kompulsif kullanım) ruhsal ya da bedensel birtakım sorunlar ortaya çık­tığında, kenevir türevleri bağımlılığı tanısı düşünülmelidir.

Kenevir türevleri, sıklıkla nikotin, alkol ve koka­in gibi diğer maddelerle birlikte kullanılır. Kenevir türevleri (özellikle marihuana), opiyatlarla ya da hallüsinojen maddelerle karıştırılabilir ve birlikte tüttürülebilir. Kenevir türevlerini düzenli olarak kul­lanan kişiler, hem bedensel, hem de zihinsel bir uyuşukluk ve donukluk ortaya çıktığından söz eder­ler. Bu kişilerin yaklaşık üçte birinde, neredeyse her gün, depresyon, anksiyete (panik ataklarına benzer durumlar) ya da sinirlilik belirtileri görülür. Kuşkuculuktan açık hezeyanlar ve hallüsinasyonlara dek giden paranoid düşünce biçimi de görülebi­lir. Depersonalizasyon ve derealizasyon ortaya çı­kabilir.

KENEVİR TÜREVLERİ BAĞIMLILIĞI

Kenevir türevleri bağımlılığı olan kişiler, bu maddeyi kullanmadan duramazlar (kompulsif kul­lanım) ve eşlik eden birtakım sorunlar ya­şarlar. Bu maddeyi sürekli kullanan kişilerde, bu maddenin çoğu etkilerine karşı tolerans gelişir.

Aylarca ya da yıllarca bu maddeyi kullanırlar ve bu mad­deyi sağlamak ve kullanmak için her gün birkaç saatlerini harcarlar. Aile, okul, iş, eğlendirici ve dinlendirici etkinlikler gibi alanlarda birtakım olumsuzluklar yaşarlar. Kenevir türevleri bağımlı­lığı olan kişiler, yarattığı bedensel (tüttürmeye bağlı sürekli öksürük gibi) ya da ruhsal (ileri dere­cede sedasyon ve amaca yönelik etkinliklerde azalma gibi) sorunları bilmelerine karşın bu mad­deyi almayı sürdürürler.

KENEVİR(KANNABİS) KULLANIM BOZUKLUĞU(DSM-V)

A. On iki aylık bir süre içinde, aşağıdakilerden en az ikisi ile kendini gösteren, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da işlevsellikte düşmeye yol açan, sorunlu bir kenevir kullanım örüntüsü:

1. Çoğu kez, istendiğinden daha büyük ölçüde ya da daha uzun süreli olarak kenevir alınır.

2. Kenevir kullanmayı bırakmak ya da denetim altında tutmak için sürekli bir istek ya da bir sonuç vermeyen çabalar vardır.

3. Kenevir elde etmek, kenevir kullanmak ya da yarattığı etkilerden kur­tulmak için gerekli etkinliklere çok zaman ayrılır.

4. Kenevir kullanmaya içinin gitmesi ya da kenevir kullanmak için çok büyük bir istek duyma ya da kendini zorlanmış hissetme.

5. İşte, okulda ya da evdeki konumunun gereği olan başlıca yükümlülük­lerini yerine getirememe ile sonuçlanan, yineleyici kenevir kullanımı.

6. Kenevirin etkilerinin neden olduğu ya da alevlendirdiği, sürekli ya da yineleyici toplumsal ya da kişilerarası sorunlar olmasına karşın kene­vir kullanımını sürdürme.

7. Kenevir kullanımından ötürü önemli birtakım toplumsal, işle ilgili etkinliklerin ya da eğlenme dinlenme etkinliklerinin bırakılması ya da azaltılması.

8. Yineleyici bir biçimde, tehlikeli olabilecek durumlarda kenevir kullanma.

9. Büyük bir olasılıkla kenevirin neden olduğu ya da alevlendirdiği, sürekli ya da yineleyici bedensel ya da ruhsal bir sorunu olduğu bilgisine karşın kenevir kullanımı sürdürülür.

10.Aşağıdakilerden biriyle tanımlandığı üzere, dayanıklılık (tolerans) gelişmiş olması:

a. Esrikliği ya da istenen etkiyi sağlamak için belirgin olarak artan ölçülerde kenevir kullanma gereksinimi.

b. Aynı ölçüde kenevir kullanımının sürdürülmesine karşın belirgin olarak daha az etki sağlanması.

11. Aşağıdakilerden biriyle tanımlandığı üzere, yoksunluk gelişmiş olması:

a. Kenevire özgü yoksunluk sendromu

b. Yoksunluk belirtilerinden kurtulmak ya da kaçınmak için kenevir (ya da yakından ilişkili bir madde) alınır.

KENEVİR TÜREVLERİ ENTOKSİKASYONU

Kenevir türevleri entoksikasyonunun başlıca özelliği, bu maddenin kullanılması sırasında ya da bundan kısa bir süre sonra, klinik açıdan önem ta­şıyan, davranışsal ya da ruhsal, uygunsuz birtakım değişikliklerin ortaya çıkmasıdır.

Entoksikasyon, genellikle bir “kabarma” (“uçuşa geçme”) duygusu­nu, uygunsuz gülme ve büyüklük duygularıyla giden bir öfori, sedasyon, letarji, yakın bellek bozukluğu, karmaşık zihinsel işlemleri yapmakta zorluk çek­me, yargılama bozukluğu, duyusal algı çarpıklıkla­rı, devinsel (motor) yeterlikte bozulma ve zamanın yavaş ilerlediği duyumu gibi belirtilerin izlemesiyle başlar. Kimi zaman anksiyete (çok ağır olabilir), disfori ya da toplumdan uzaklaşma görülebilir. Bu et­kilere, kenevir türevlerinin kullanılmasından sonra­ki iki saat içinde, aşağıdaki bulgulardan ikisi ya da daha çoğu eşlik eder:

• Göze kan oturması

• Yeme isteğinde artma

• Ağız kuruluğu

• Taşikardi

Kenevir türevleri tüttürülürse, entoksikasyon dakikalar içinde gelişir; ağızdan alınırsa entoksikasyonun gelişmesi birkaç saati alabilir. Söz konusu etkiler genellikle üç-dört saat sürer, ağızdan alın­mışsa biraz daha uzun sürebilir. Görülen davranış­sal ve fizyolojik değişikliklerin derecesi, alınan maddenin ölçüsüne, uygulama yoluna ve alan kişi­nin kişisel özelliklerine göre değişir. Çoğu kenevir türevi yağda çözündüğü için, etkilerinin 12-24 sa­at sürdüğü ya da bu süre içinde yeniden ortaya çık­tığı da olabilir.

Gerçeği değerlendirme bozukluğu olmayan, ke­nevir türevleri kullanan bir kişide hallüsinasyonlar olursa ya da deliryum olmadan duysal, görsel ya da dokunsal yanılsamalar ortaya çıkarsa algı bozukluklarıyla giden belirteci kullanılır. Gerçeği de­ğerlendirmenin bozuk olmaması demek, kişinin, hallüsinasyonlarının kullandığı maddeden kaynak­landığını, bir dış gerçekliği yansıtmadığını bilmesi demektir.

KENEVİR ESRİKLİĞİ (ENTOKSİKASYONU) (DSM-V)

A. Yakın bir geçmişte kenevir kullanmış olma.

B. Kenevir kullanımı sırasında ya da kısa bir süre sonrasında gelişen, klinik açıdan önemli, sorunlu davranışsal ya da ruhsal değişiklikler (örn. devinsel eşgüdüm

[motor koordinasyon]

bozukluğu, öfori, kaygı, zamanın yavaşla­dığı duyumu, yargılama bozukluğu, toplumdan uzaklaşma).

C. Kenevir kullanımı sırasında ya da kısa bir süre sonrasında gelişen, aşağı­daki belirti ya da bulgulardan biri (ya da daha çoğu):

1. Konjunktivaya kan oturması.

2. Yeme isteğinin artması.

3. Ağız kuruluğu.

4. Taşikardi.

D. Bu belirtiler ya da bulgular başka bir sağlık durumuna bağlanamaz ve baş­ka bir madde esrikliği de içinde olmak üzere başka bir ruhsal bozuklukla daha iyi açıklanamaz.

KENEVİR YOKSUNLUĞU

A. Aşırı ölçüde ve uzun süreli (genellikle, en az birkaç ay süresince, her gün ya da neredeyse her gün kullanım) kenevir kullanımının bırakılması.

B. A tanı ölçütünde tanımlanan kenevir kullanımının bırakılmasınının ardın­dan, yaklaşık bir hafta geçtikten sonra, aşağıdaki üç (ya da daha çok) belirti ya da bulgunun gelişmesi:

1. Kolay kızma, öfke ya da saldırganlık.

2. Sinirlilik ya da bunaltı.

3. Uyku sorunu (örn. uykusuzluk, rahatsız edici düşler).

4. Yeme isteğinde azalma ya da kilo verme.

5. Huzursuzluk.

6. Çökkün duygudurum.

7. Belirgin rahatsızlığa neden olan, şu bedensel belirtilerden en az biri: Karın ağrısı, sarsılma/titremeler, terleme, ateş, ürperme ya da baş ağ­rısı.

C. B tanı ölçütündeki belirtiler ve bulgular klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.

D. Bu belirtiler ve bulgular başka bir sağlık durumuna bağlanamaz ve başka bir madde esrikliği ya da yoksunluğu da içinde olmak üzere, başka bir ruhsal bozuklukla dahil açıklanamaz.   

LABORATUVAR BULGULARI;

İdrar incelemelerinde, genellikle, kenevir türev­linin metabolitleri saptanır. Bu maddeler yağda çözünür maddeler oldukları için, uzun bir süre vü­cut sıvılarında bulunurlar ve yavaş atılırlar. İdrar in­celemelerinde 7-10 gün süreyle saptanabilirler,yüksek ölçülerde kullananlarda bu süre iki-dört haftaya dek uzanabilir. İdrar incelemesinde bulunması,geçmişte kullanıldığını gösterir; entoksiyon, kötüye kullanım ya da bağımlılığın olduğunu göstermez.

TEDAVİ

Bugün için tedavide kullanılabilecek özgül bir tanımlanmamıştır. Tedavide daha çok psikoterapiden yararlanılır. Psikoterapide, genelde, güdüsel yaklaşımlarla, baş etme becerileri kazandırır eğitiminin bir bileşimi kullanılır.

Madde kullanan kişinin değişime yönlendirilmesi; bağımlılara maddeyi tamamen bırakması önerilir. Bağımlılar kontrollü içme programı uygulayamazlar. Bağımlılık ömür boyu süren bir hastalıktır.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist & Psikoterapist

CETAD Antalya Temsilcisi

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

ŞirinyalıMh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 (242) 316 98 99

facebook.com/antalyaterapipsikiyatri

facebook.com/Psikiyatrist-Psikoterapist-UzmDrSevilay-ZORLU

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ALKOL YASASI İLE İLGİLİ ALKOL MADDE KULLANIM BOZUKLUKLARI

ALKOL YASASI İLE İLGİLİ ALKOL MADDE KULLANIM BOZUKLUKLARI ÇALIŞMA BİRİMİ RAPORU 

Tüm alkol kullananların alkol bağımlısı oldukları bilim dışı bir iddiadır. Alkol kullanımı ve alkol kötüye kullanımı ve bağımlılığı farklı olgulardır. Alkolün sosyal kullanımı bir ruhsal hastalık ya da bağımlılık şeklinde değerlendirilemez.

Sağlık politikalarında amaç toplumu bilgilendirerek ve bilinçlendirerek aşırı alkol kullanımının, bağımlılık ve kötüye kullanımın gelişmesinin önüne geçilmesi olmalıdır. Bunun için risk altındaki grupların erişiminin kısıtlanmasına yönelik bazı düzenlemeler getirilmesi de gereklidir. Ancak bu kısıtlamalar risk analizleri, gereksinimler dikkate alınarak yapılmalı; başka ülkelerin kendilerine özgü gereksinimleri ve risk analizlerinin tercümesi ile yapılmamalıdır. Bu şekilde yapıldığında bu toplum tarafından “alkol yasağı” şeklinde algılanacak, alkol kullananların etiketlenmesine yol açacak, toplumda bölünmeye yol açacak ve alkol kullanımının denetim dışına çıkmasına yol açacaktır. Asıl bu durum gelecekte alkol kullanım bozukluklarının gelişmesine neden olacaktır.

Sosyal düzeyde dahi alkol kullananlara yönelik bu damgalayıcı tutum, alkol bağımlısı ve kötüye kullanımı olan kişilerin saklı bir popülasyon olarak kalmasına neden olacaktır. Bu kişiler yardım aramaktan kaçınacak, fiziksel, ruhsal ve sosyal birçok sorunun yaşanmasını artıracaktır. Kısa müdahaleler ile önlenebilecek kötüye kullanım ve bağımlılığın gelişmesi, damgalanma endişesi ile gizli kalacaktır.

18 yaş altı gençler arasında alkol ve madde kullanımının önlenmesi önemli bir konudur. 18 yaş altı gençler arasında alkol kullanımının azalmasına karşın, yasadışı madde kullanımının arttığı tedaviye başvuran kişiler arasında göze çarpmaktadır. 2003-2005 yılları arasında yatarak tedaviye başvuran 18 yaş altı gençler arasında alkol kullanım oranı %19,3, esrar kullanım oranı %41,5 iken; 2012-2013 yılları arasında alkol kullanım oranı %1,9, esrar kullanım oranı %78,6 bulunmuştur. Bu sonuçlar 18 yaş altı gençler arasında yasadışı madde kullanımına bir kayma olduğunu göstermektedir.  

Alkol ile ilişkili düzenlemeler dikkate alınacak olursa: 

EVET 

  • Alkollü içkilere ulaşabilirlik azaldıkça alkol tüketimi azalmaktadır.
  • Alkollü içki fiyatları arttıkça alkol tüketimi azalmaktadır.
  • Alkollü içki reklamları azaldıkça alkol tüketimi azalmaktadır.
  • Genç yaşta olan nüfusun alkollü içkilere erişiminin azalması yetişkinlikte alkol bağımlılığı riskini azaltmaktadır.
  • Alkollü araç kullanımı risklidir ve bir halk sağlığı sorunudur. 

AMA 

  • Alkollü içki kullanan herkes bağımlı değildir.
  • Alkollü içki kullanan herkes potansiyel suçlu değildir. Sorun yaratan alkolün kontrolsüz kullanımıdır.
  • Alkollü içkilerin saklanması ve gizli tüketilmesi veya yasaklanması bu içkilere ilgiyi azaltmamakta, tersine arttırmaktadır.
  • Alkollü içki fiyatları arttıkça, kaçak içki veya insan sağlığına zararlı üretim artmaktadır.
  • Alkol sigara gibi değildir. Politikaları farklı olmalıdır. Sigara içen çevresine doğrudan zarar verir. Bu nedenle, sigaranın kısıtlanması toplumsal bir gerekliliktir. Ama alkollü içkilerden görülecek zararı kabul etmek veya etmemek daha çok kişisel tercih sorunudur.
  • Alkolü sorun yaratacak tarzda kullananlar temel alınarak yani kötü örneklere dayanarak bir düzenleme getirildiğinde, bazı insanlar da bu durumu yaşam tarzlarına müdahale olarak algılamaya başlarlar. 

ÖTE YANDAN 

  • Ülkemizde gençleri korumak için var olan yasalar oldukça yeterlidir. Örneğin 18 yaşından küçüklere alkol satışı yasaktır. Ama bu yasa uygulanmamaktadır. Gençler alkollü okul partilerini kafeler gibi yerlerde rahatlıkla düzenlemekte, tekel bayilerinden hiç kimlik sorulmadan alkollü içki satın alabilmektedir. Bu durum engellenmediği sürece, alkollü içkileri toplumdan izole etmeye çalışan yöntemlerin etkinliği olmayacaktır.
  • Ülkemizde alkollü içki satılan mekan sayısı çok düşük olan illerimizde alkollü içki tüketimi oldukça yüksektir. Bunun nedeni, o illerde alkollü içkilerin yol kenarlarında veya başka gizli mekanlarda  kullanılmasıdır. Unutmayalım, sistem dışına çıkan davranışlar denetlenemez ve önlemez.
  • Ülkemizde etkin, standardize ve bağımlılığı önlemeye yönelik bilimsel çalışmalar yok denecek kadar azdır.
  • Önleme politikaları çeşitlilik göstermelidir.Devletin desteklediği, tekelden yapılan önleme politikalarının etkili olmadığı bir çok çalışmada gösterilmiştir. Farklı yöntemleri içeren, farklı kurumların geliştirdiği, etkinliği gösterilmiş programlar önleme (prevention) niteliği taşıyabilir. 

SONUÇ OLARAK 

  • Yasaklamak değil düzenleme getirmek gereklidir. Yasaklamalar, çoğunlukla inanç perspektifini temel alırken düzenleme, bilimsel temele dayalı bir önleme ve halk sağlığı politikasıdır. Yasak işe yaramaz ama düzenleme işe yarar. Alkol politikaları dediğimiz şey, bir yasaklar bütününden ziyade bir düzenlemedir.
  • Alkol kullanımına dair yapılacak düzenlemelerin sadece yasa yapıcılardan oluşan kişilerce değil, bağımlılık alanında çalışan deneyimli bilim insanlarının katılımı ve önerileri doğrultusunda düzenlenmesi gereklidir. Bunun için Türkiye Psikiyatri Derneği Alkol Madde Kullanım Bozuklukları Çalışma Biriminden görüş alınabilir.
  • Kullanımın yasaklanmasından ziyade: örneğin,erişkin olmayanlara alkol satılması, alkollü araç kullanımı, alkolle bağlantılı şiddet davranışlarına uygulanacak cezaların yeniden düzenlenmesi;  ciddi yaptırımlara tabi kılınması; sonrasında da bu düzenlemelerin ödünsüzce takibinin yapılması tümden yasaklama ediminden daha makul ve gerçekçi bir adım olacaktır.
  • Yasaklayınca insanlar bir yolunu bulur, yine içer. Alkol bağımlılığını önlemenin bilimsel yolları vardır, ama uygulamak için biraz emek harcamak gerekir. “Emeğe ne gerek var, emredersin içmezler!” bakışının her zaman hüsranla sonuçlandığını unutmamak gereklidir.
  • Kolaycılık çözüm değil sorun getirir. 

 Türkiye Psikiyatri Derneği,  Alkol ve Madde Kullanım Bozuklukları Çalışma Birimi

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 (242) 316 98 99

facebook.com/antalyaterapipsikiyatri

twitter/ Dr.SevilayZorlu

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ALKOL VE MADDE BAĞIMLILIKLARINDAN KURTULMAK İÇİN

ÖNCE BAKIŞ AÇINIZI DEĞİŞTİRİN

Günümüzde alkol madde kullanımın yaygınlığı arttıkça ve bağımlılığa özel tedavi merkezlerinin yetersizliği ve yüksek maliyeti ortaya çıktıkça, bu maddeleri kullanan kişiler ya da bağımlılılar için daha kısa tedavi yöntemleri arayışları başlamıştır. Kişinin değişime karar vermeden tedaviye başvurması ya da tedaviden yararlanması mümkün değildir. Birey öncelikle değişmeyi kabullenmelidir.

Alkol bağımlılarının, sorunlarıyla ilgili olarak kendi kendilerine ne söyledikleri, sorunlarını ele alma girişimlerinde yaşadıkları katlanılması güç duygular ve en önemlisi, böyle bir sorunları olduğu için, kendileriyle ilgili olarak kendi kendilerine ne söyledikleri, bu kişilerin, üzerinde durulması gereken başlıca yerleşik düşünceleridir. Bu kişilerin, düşüncelerinin, duygularının ve içme davranışlarının birbirleriyle yakından ilintili olduğunu görmeleri gerekir. Çarpık düşüncelerin ve sağlıksız duygularını değiştirerek, kendilerine zarar veren bu davranışlarını bırakabileceklerini öğrenebilirler.

        ALKOL BAĞIMLILARININ DÜŞÜNME BİÇİMLERİ:

  • ‘’ OTOMATİK DÜŞÜNCELER” kendiliğinden ortaya çıkar, bilinç dışıdır
  • Katı düşüncelerdir, esnek değildirler.
  • YA HEP ya da HİÇ ,siyah ya da beyaz düşüncelerdir
  • AŞIRI GENELLEŞTİRİLMİŞ ve MANTIKSIZ düşüncelerdir.
  • Sınanmamış ve mutlak düşüncelerdir.
  • YADSIMA : aşırı ölçülerde alkol kullanmak bir sorun değildir.’’
  • Duygusal sorunları çözmenin en iyi ve tek yolu alkol kullanmaktır.’’
  • “Dayanamam, katlanamam”, “aşırı düzeyde uyarılabilmenin, doyum sağlayabilmenin ve çoşku duyabilmenin tek yolu ancak alkol almaktır”.
  • Rahatsızlık duymaya gelememe kaygısı:” Her ne uğruna olursa olsun, bütün sağlıksız duygularından kaçılması gerekir”.
  • Değişmek çok güç “ düşüncelerinden kaynaklanan umutsuzluk,  çaresizlik ve değersizlikduyguları.
  • Bir bağımlı oldukları için kendi kendini ayıplama, suçlama düşünceleriyle utanç duyarlar.

ALKOL BAĞIMLILARININ, ALKOL ALMAYA İLGİLİ, SIK KARŞILAŞILAN İŞLEVSEL OLMAYAN DÜŞÜNCELERİ VE BUNLARIN AKILCI SEÇENEKLERİ:

  • ’ Arada bir denetimi ortadan kalksa da, alkol kullanmak hiçbir zaman benim için bir sorun olmamıştır. Nasıl içki içtiğimi düşünen diğer insanların bu kendi sorunları…

Denetimini yitirme, var olan sorunun ilk belirtisi olabilir. İçki içmem başkaları için önemli bir sorun olursa, er geç benim içinde bir sorun olacaktır.

  •  ‘’ Gevşemek için içki içmem gerekiyor.’’

“İçki içmek istiyor olabilirim, ancak yalnızca içmek istediğim için içmek zorunda değilim.

  • ‘’İstediğimi elde edememeye gelemiyorum, buna katlanmak çok güç.’’

“Bundan hoşlanmayabilirim, ancak geçmişte katlandığım zamanlar oldu, şimdide katlanabilirim.”

  • ‘’Ancak coşkun ya da taşkın olduğum, ayağım yerden kesildiği zaman kendimi iyi ve rahat hissediyorum.’’

“ Alkol almadan toplumsal olarak kendini iyi hissetmeyi öğrenmek güç gelebilir, ancak bunu yapabilen çok sayıda insan var.”

  • ”İçki içmeyi sonlandırmak çok güç olabilir. Bütün arkadaşlarımı yitirebilirim, sıkılmaya başlayabilirim ve içki içmeden, kendimi hiç rahat hissetmeye bilirim.’’

“İçki içmeyi sonlandırmanın bir takım sonuçlarına katılmak zorunda kalabilirim ve bunun için bir zaman ve çaba harcamam gerekebilir, ancak bunları yapmayacak olursam sonuçları çok daha kötü olur.”

  • ’İçki içmeyen ya da içemeyen insanlar, kösteklenmiş ve mutsuz insanlardır.’’

 Bununla ilgili olarak elimde ne gibi kanıtlar var? İçki içemeyen ya da içemeyen insanlar gerçekten mutsuz, içenler ya da içebilenler gerçekten mutlu mu? “

  • ’Bir kez başlamak demek, artık onu durduramamak demektir.’’     

“ Yapılan bir yanlış, yeni bir öğrenme yaşantısı olarak görülebilir. Bu kesin bir başarısızlık demek değildir, nasıl bir yol izleyeceğini gösteren geçici bir aksama olabilir. Nasıl bir yol izleyeceğimi belirleyecek olan yine ben kendimim.

Çoğu alkol bağımlısı, belirli bir takım duygusal ya da durumsal tetikleyici etkenler ortaya çıkınca, kendilerini ‘’ içmek zorunda ‘’ olarak görür. Bu zorundalık’ ın altında, işlevsel olabilmek ya da yatışabilmek için içmeleri gerektiğiyle ilgili işlevsel olmayan düşünceler yatar.

İÇKİ İÇMEYİ BIRAKTIKTAN SONRA, YENİDEN İÇMEYE BAŞLAMAYA YOL AÇABİLEN İŞLEVSEL OLMAYAN DÜŞÜNCELER

  • “Hiç içmemek gerçekten çok güç… istediğimi elde edememeye gelemiyorum. ‘’

Hiç içmemek güç olabilir, ancak bugüne dek buna katlanabildim, buna katlanmayı sürdürebilirim. Her ne istiyorsam o olmak zorunda değil, ayrıca içki içmek istiyor olabilirim, ancak birlikte getireceği sorunları yaşamak istemediğimi biliyorum.

  • ‘’Yaşamımda daha çok coşku olsun istiyorum. Arkadaşlarımı görememekten çok sıkılıyorum, artık buna dayanamayacağım. Daha önceleri içki içtiğimiz yere giderek arkadaşlarımı göreceğim, ancak ben içki içmeyeceğim’

“Hiç kimse sıkıldığı için ölmemiştir. Yaşamımda daha çok coşku olmasını istiyor olabilirim, ancak yeniden içmeye başlayabilecek olma olasılığını göze alamamam gerekir. Sıkılmak istemiyorsam yapacak başka şeyler bulmam gerekecek.”

  • ‘’ Yazık bana !.. bir çok insan bunun üstesinden gelebiliyorken ben içkiyi bırakmak zorunda kaldım, bu benim değersizliğimi gösteriyor. Artık hiçbir şey benim için doğru olamaz, öyleyse bunun ne yararı var? Bir içki içmek benim yaşamımı nasıl daha kötüye götürebilir? ‘’

“Başka insanların yapabildiği bir şeyi yapamadığım için benim değersiz olduğumu gösteren ne gibi kanıtlar var?  Yüz metreyi de on saniyede koşamıyorum ama koşabilenler var. Bu, benim değersiz olduğumu mu gösterirİ? Şuan için her şey yolunda gitmiyor gibi gözükebilir, ancak bunun için yazıklanmam , yerinmem gerekmiyor. Böyle hissetmem yalnızca beni daha kötü hissettirir. İsteğim olan bir kadeh içki üzerinde düşünmem gerekir. En son içtiğim zamanı anımsıyor muyum? Yaşamımı daha iğleştirdim mi? Yoksa daha çok içmeme mi yol açtı? Başıma bir sürü sorun geldi, hangisini yeğlerim? “

  • Akılcı olmayan düşünce: ‘’ Bana böyle davranmazlar. Kimin söz sahibi olduğunu ben onlara göstereceğim. Onları yola getirmesini bilirim. Sarhoş olacağım ve onlar, bundan büyük üzüntü duyacaklar’’

Gerçekten bana böyle davrandıkları zaman onlardan hiç hoşlanmıyorum. Kendimi savuna bilmeyi öğrenmenin yollarını bulmalıyım, onları cezalandırmak bir çözüm değil. Ayrıca sarhoş olarak gerçekte kimi cezalandırıyorum?

  • ‘’ Altüst oldum ve çok gerginim. Bir kadeh içmezsem çıldıracak gibi oluyorum. Aklımı oynatacağıma sarhoş olmayı isteyeceğimden eminin’’

Bir kadeh içki aklımı oynatmamı engelleyemez tam tersine beni daha aşağılara çeker. Altüst olmakla ya da gergin olmakla içmeden daha iyi başa çıkabilir. Ayrıca insanlar istediklerini elde edemedikleri için çıldırmazlar.

ENGELLENMEYLE KARŞILAŞMAMALARI GEREKTİĞİYLE İLGİLİ YERLEŞİK DÜŞÜNCELERİNDEN

  • Akılcı olmayan düşünce: ‘’ alt üst olmak korkunç bir duygu katlanılabilir değil…

“Altüst olmak hiç hoşuma giden bir duygu değil, ancak buna her zaman katlanabilirim.”

  • ’ Yaşadığım duygular çok kötü sonuçlar doğurabilecek olan duygular. Yaşadığım bu duygulardan ötürü çıldırabilir ve hiçbir zaman iyileşemeyebilirim. ‘’
  • ’ Yaşadığım duygular çok kötü sonuçlar doğurabilecek olan duygular. Bunlar beni içki içmek bırakabilirler’’

“Ben istemedikçe yaşadığım güzel olmayan ve beni aşağı çeken duygular içki içmeme yol açamaz.

  • ’Bana rahatsızlık veren bütün bu duygularla uğraşmak zorunda değilim. İçki içmeyi çoktan bıraktım.’’

İçki içilmediği için yaşam hep kolay ve rahat olacak diye bir kural mı var? Değişmek için kendimi zorladığım şu aşamada bir takım olumsuz duygular yaşabilirim,bu son derece olan…

  • ‘’ Her zaman bütün duygularımı denetim altında tutabilmeliyim’’

Bütün duygularımı denetim altında tutamayabilirim, ancak bana rahatsızlık verenleri ayırt edebilirsem, bunları yönetebilir ve değiştirebilirim.

Alkol bağımlısı kişiler,genellikle, içki içtikleri, yaşamda yeterince işlevsel olamadıkları ve güçlü duygularıyla başa çıkamadıkları için kendilerini aşağılama eğiliminde olurlar.

  • içki içme sorunumun üstesinden gelme konusunda çok istekliyim, ancak ben de her yönü ile yetkin( mükemmel) biri değilim.
  • ’benim yaptıklarımı yapan herkes kötü bir insandır ve kötü bir insan olarak kalacaktır.’’

Kötü bir takım davranışlarda bulunmak, kötü bir insan olmak değildir; yalnızca kötü davranışları olmuş olan, yanılmış bir insan olduğu anlamına gelir.

  • ’ bir insan olarak değerli olabilmek için herkes tarafından sevilmeli ve onaylanmalıyız. Artık içmiyorum ve insanları mutlu edebilmek için her zamankinden daha çok kendimi zorlamalıyım.

Kimin sevdiği ya da kimin sevmediğinden yola çıkarak bir insan değerlendiremez.

  • ‘’ yaşadığım alkol sorunu yüzünden büyük zarar görmüş, değersiz bir insanım.’’

Kişiliği zarar görmüş ve değersiz bir insan değilim, yalnızca yanlış yaptığımı biliyorum.

  • ‘’ kendimi kanıtlamak için ne yapmam gerekiyorsa yapacağım. onlara göstereceğim…’’

Değerimi kanıtlayamam, ancak davranışlarımı iyileştirebilirim.

Bu kişilerin, kendilerini aşağılamalarının önüne geçebilmek için ‘’KOŞULSUZ KENDİNİ KABUL’’ felsefesini benimsemeleri daha uygun olur.

Bağımlılıklarda, dayanamayacağını ya da katlanamayacağını düşünmeye yol açan akılcı olmayan bir takım yerleşik düşünceler büyük önem taşır. Bu kişiler, ağrı duymanın, bir rahatsızlık çekmenin ya da hoş olmayan bir durumla karşılaşmanın kanıtlayabilir olamadığı ve bunlara katlanılmaması gerektiği düşüncesini taşır. Bu kişilerin, bağımlı oldukları maddeyi tüketmek istememe kararı, olay yerleşik düşünce-sonuç ( OYS ya da ABC olarak adlandırılan)üçlüsünde, süreci başlatan ‘’olay’’ olur.

MADDEDEN UZAK DURMA KARARININ GETİRDİĞİ GEÇİCİ YOKSUNLUK DÜŞÜNCELERİ

 ‘’içki içmeden durmaya dayanamam.’’

‘’ içki içmeden bir iş yapamam.’’

‘’Alkole karşı koyabilecek denli güçlü değilim.’’

‘’içki içme istediğimi onlardan kaldırmaya dayanamam.’’

‘’ içki içmezsem, kendimi çok eksikli hissedebilirim.’’

‘’yaşamın üstesinden gelmekte zorlanıyorum, dolayısıyla içki içmeye hakkım var.’’

‘’içki içmek zorundayım, yoksa yaşamımı sürdüremem.’’

‘’ içki içmek böylesine güzelken, bundan yoksun kalmamalıyım.’’

‘’ içki içmemek bana göre güç geliyorsa bundan neden yoksun kalayım.’’

Bağımlılık nasıl başlamış olursa olsun, bu örüntü bağımlılığın sürüp gitmesi için yeterlidir. Bağımlılıklarının bu denli kolay ortaya çıkmasının ve sürmesinin nedeni, hiçbir bilişsel ya da davranışsal yöntemin, duyulan kaygıyı, bu maddeler denli hızlı ve çaba göstermeden ortadan kaldıramamasından kaynaklanır.

İçki içmenin diğer bir düşünsel temeli, yaşanan sorunlarından kaçınmak ya da kaçmaktır. Alkol, her zaman gevşetici etkileriyle bilinir. Beklenti de gerginliği ortadan kaldıracağı biçimindedir. Alkol alan kişiler, gerçekten bir ölçüde gevşerler, ancak bu kişiler, gevşemenin tek yolu olarak alkol almayı sürdürecek, gevşemenin daha güzel yollarını öğrenemezler. Diğer yandan, yaşadıkları olumsuz duygular karşısında aşağıda örnekleri verilen bir takım düşünceleri geliştirirler:

‘’ altüst olmaya dayanamam.’’

‘’ mutlu biri olmalıyım.’’

‘’bir takım duygusal sorunlar yaşamanın sonuçlarına katlanabileceğimi düşünmüyorum.’’

‘’ kendimi hiç kötü hissetmemeliyim’’

‘’ kendimi bu duyguya katlanamayacak denli güçsüz hissediyorum.’’

Akılcı olmayan bu düşünceler kişide bir kaygı uyandırır. Kaygıyı yatıştırmak için en hızlı ve kolay yol gibi görülen içki içmeye yeltenirler. Dolayısıyla yaşadıkları güçlükler, alkol almaları için olumsuz bir pekiştireç görevi görür. Diğer bir deyişle, alkol,

Danışanın, yaşadığı duygusal sıkıntıya katlanamadığı düşüncesini pekiştirir,

Yaşadığı duygusal sorunlarını çözmek için alkol alma alışkanlığını pekiştirir,

Karşılaştığı güçlükler karşısında alkol alma alışkanlığını pekiştirir ve

Diğer baş etme yöntemlerini öğrenmesini engeller.

Böylece, bir takım baş etme yöntemlerini öğrenmeyen bu kişiler, yaşadıkları her türlü duygusal sorun ve karşılaştıkları her türlü güçlük karşısında, hemen alkole baş vurmayı bir alışkanlık durumuna getirirler.

ALKOL BAĞIMLILIĞI OLAN KİŞİLERİN GERÇEKÇİ OLAMAYAN BİR TAKIM ÇIKARIMLARI VE BUNLARIN AKILCI KARŞILIKLARI :

  • Ya hep ya da hiç biçiminde düşünme:  ‘’ bir yudum bile içmeme konusunda tam olarak başarılı olmalıyım, bunu gerçekleştiremezsem kendimi kesin başarısız olarak görürüm ‘’ diyor olabilir.

Kişiye esnek olması gerektiği insanların zaman zaman yanlışlar yapabileceği , ‘’ tek bir yudum bile alkol almama konusunda tam olarak başarılı olmak istiyorum; ancak başarılı olmazsam bu dünyanın sonu değil’’ denebilir.

  • Mükemmelliyetçilik: ya hep ya da hiç düşüncesi ile örtüşür. Kişi, her zaman, en iyisini yapmak zorundadır ve belirli bir çizginin altına düşerse, bunu mutlak bir başarısızlık olarak görme eğiliminde olur. Söz gelimi kişi, ‘’ bir yıldır içmiyordum. Ancak ağzıma içki aldım, demek ki hiç düzelmeyecek biriymişim’’ diyebilir.

Hangi davranışlarının kendisine yardımcı olduğu, hangi davranışlarının kendisini yolundan alı koyduğuyla ilgili olarak davranışlarını değerlendirebilir; ancak bu davranışlarından yola çıkarak, kendini değerlendirip değerlendirmemesi gerekir. İnsanlar yanlış yapabilirler, önemli olan yanlışları birer öğrenme yaşantısına dönüştürebilmektir.

  • Yanlış sonuçlar çıkarma ; tek bir olaydan yola çıkarak bütünü yargılamaktır. Aşırı bir genelleme yapılır.

     Kesinliklerini yerine olasılıkları koymak daha doğru olur. Bir sonuç çıkarmadan önce yeterince veri toplanmalıdır. Başka açıklamalarının da olabileceği düşünülmeli, daha gerçekçi ve abartılı olamayan sonuçlar çıkarılmaya çalışılmalıdır. Söz gelimi, ben bir alkolik değilim, ancak şu sıralarda içki içme sorunu olan biriyim’’ denebilir .

  • Damgalanma: kişinin yaptıklarını değil, kim olduğunu değerlendirilip derecelendirilmesi ve kendine bir yakıştırmada bulunmasıdır. Kişi, içki içmek istemeyerek başlar, bunu bir dayatmaya dönüştürür ‘’ içmemek zorundayım’’ sonra ağzına bir yudum bile alkol koysa kendini suçlar. Bunun üzerine kendini bir alkolik, yenilik düşmüş biri, alık, bön biri olarak niteler. Bir kez kendini böyle niteleyince, bu nitelemesinin doğrulayacak kanıtların arayışına girer ve giderek bu nitelemesini kendine yakıştırmaya ve bu nitelemesine uygun davranmaya başlar. Söz gelişimi kişi, ‘’ artık kendimle yüzleşmeliyim, içme konusunda kendimi durdurabilecek bilecek biri değilim, niye çabalayayım?’’ diyebilir.

Kişi, kendini koşulsuz kabul etmelidir. Kendini derecelendirmesinin, kendisini aşağılamasının ya da yerin dibine batırmasının önüne geçmelidir. Yanlışlarını görüp değerlendirmeli, davranışlarını değiştirmeye çalışmalıdır. Kişi, ‘’ bu kez içme konusunda kendimi durduramadığım oldu ve bundan hiç mutlu değilim, ancak bu benim içkiyi hiç bırakmayacağım anlamına gelmez, içmemek için yine elimden gelini yapacağım’’ diye bilir.

  • Duygularına göre çıkarım yapma : kişi yaşadığım olumsuz duyguların gerçekliği yansıttığını düşünür. Söz gelimi, ‘’ kendimi yenik düşmüş biri olarak hissediyorum,öyle hissediyorsam bu benim öyle olduğumu gösterir’’diyebilir.

Ya da ‘’kendimi çökkün hissediyorum, bu benim hiçbir umudumun kalmadığını gösteriyor’’ diyebilir.

Kişinin yaşadığı olumsuz duygular, akılcı olmayan düşüncelerinden kaynaklanmaktadır. Duygular, insanların olaylara yükledikleri anlamlarla ilgili olarak yalnızca hissettiklerini gösterir, dış dünya ile ilgili gerçekliğin bir göstergesi değildirler.

  • Kişiselleştirme: kişi, bir dış olaydan yalnızca kendisini sorumlu tutar ya da bir dış olayın yalnızca kendisiyle ilintili olduğunu düşünür. Söz gelimi, ‘’ başarısızlık göstermemeliydim, bunun için bana güldüklerinden eminim ‘’ diyebilir ya da ‘’ sevgilim yeniden içmeye başladı, ona kötü davranmış olmalıyım’’ diyebilir.

Kişi, bir takım olaylardan kendini sorumlu tutabilir, bunlar arasında kendi davranışları da vardır, ancak başkalarının da kendi davranışlarından sorumlu olduğunu bilmelidir. Kendine bir değer biçmekten ve kendini batırmaktan uzak durmalıdır.’’ Evet , gülüyorlardı, ancak bana gülüp gülmediklerini nereden bileyim; bana gülüyor olsalar bile, gülme nedenleriyle ilgili olarak onlarla benzer bir görüş içinde olmayabilirim’’ diyebilir. Ya da ‘’ şu insanlar bana bakıyorlar, ancak benimle ilgili olarak ne düşündüklerini bilmiyorum. Beni aşağılıyor olabilirler, gerçekten bu kötü olur, ancak korkunç değil… en kötüsünden , bir bütün olarak beni değil, gördükleriyle beni yargılıyorlar’’ diyebilir.  

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

YAŞLILARDA PSİKOTERAPİLER

“Yaşlılarda ölümden korkmamaya yetecek kadar benlik bütünlüğü olursa, çocuklar da yaşamdan korkmayacaklardır.” Ericson

65 yaş üstü geriatrik (yaşlı) nüfus grubunda değerlendirilmektedir.

Yaşlılığı işe yaramazlık, yalnızlık ve bağımlılık olarak tanımlayan yaşlı oranı %55,4 bulunmuştur. Bu durum depresyonla ilişkilidir.

Bu yaşlarda özellikle artış gösteren KALP HASTALIKLARI, HİPERTANSİYON, ŞEKER HASTALIĞI, AĞRILAR, NÖROLOJİK HASTALIKLAR…  gibi rahatsızlıklar da fiziksel yetersizlikle ilgili düşünceler ortaya çıkarabilir.

Aile içinde rol ve ilişkilerin değişmesi; eş, arkadaş gibi yakınların kayıpları ya da bu olasılıkların farkına varmak bu dönemde bazı ruhsal sıkıntıların ortaya çıkmasını kolaylaştırır.

Yaşlı bireyin edilgen, önemsiz, çaresiz bir duruma gelmesine yol açarak benlik saygısını sarsan emeklilik, yaşamı üzerindeki kontrolünü kaybettiğini duyumsatan, artık sahip olmadığı eski görünümü için yas tutmasına neden olan fiziksel hastalıklar ve bilişsel yetilerindeki bozulmalar, ayrılık boşanma ya da ölümle boşalan yuvasında karşı karşıya kaldığı yalnızlık ve kendi ölümlülüğünün yarattığı tehdit terapi sürecinde ele alınacak temel konulardır.

BELİRTİLER:

  • Depresyon en sık görülen psikiyatrik rahatsızlıktır
  • Yoğun içsel sıkıntı, yerinde duramama
  • Hafif tedirginlik ve gerginlik duygusundan panik derecesine kadar bunaltı değişik yoğunluklarda yaşanabilir.
  • Kaygılar, endişeler
  • Uyku bozuklukları,
  • Hafıza sorunları,
  • Kaygı bozuklukları
  • Huy değişiklikleri,
  • Aşırı alınganlık
  • Derin üzüntülü bir duygudurum
  • Değersizlik,
  • Küçüklük,
  • İsteksizlik,
  • Karamsarlık
  • Fizyolojik işlevlerde, konuşma ve hareketlerde yavaşlama
  • Durgunluk

YAŞLI NÜFUSTA ARTIŞLA BİRLİKTE ARTAN DESTEK İHTİYACI

Sosyo-kültürel ve sağlık alanında gelişimlerin sonucu olarak 65 yaş ve üstü grup dünyada ve ülkemizde her yıl biraz daha genişlemektedir.

 Dünya genelinde 1950–2000 yılları arasında ortalama yaşam süresi 20 yıl artarak 66 yıla ulaşmıştır. Gelecekteki 50 yıl süresinde ortalama yaşam süresinin 10 yıl daha artarak 76 yıla ulaşacağı tahmin edilmektedir.

Ayrıca 2002 yılı itibariyle 600 milyon dolayında olan yaşlı nüfusun 2050 yılında 2 milyara ulaşması ve yaşlı nüfustaki artışın daha çok gelişmekte olan ülkelerde meydana gelmesi tahmin edilmektedir.

Gelişmekte olan ülkemizde ise geçen yüzyılın ikinci yarısında ölümlerde belirgin azalma sağlanarak 65 yaş ve üzerindeki nüfusun artığı görülmüştür. Bu gelişmeler ışığında, 2002 tarihi itibariyle 3,5 milyon dolayında olan yaşlı sayısının 2010 da 5 milyon, 2020 de 7–8 milyon, 2050 de ise 12 milyona ulaşacağının hesaplandığı belirtilmiştir.

Ülkemizde bu rakamsal veriler dikkate alındığında yaşlılara yönelik sağlık düzenlemeleri önem taşımakta yaşlıların sağlıklı bir şekilde yaşamlarını sürdürebilmeleri açısından fiziksel aktivitelerin ve egzersizlerin gerekliliği ön plana çıkmaktadır. 

YAŞLILIK PSİKOTERAPİSİNDE GENEL YAKLAŞIMLAR

  • Çalışmalar yaşlıların sosyalizasyonlarını arttırmaya yönelik, fiziksel aktivite ve egzersizleri kapsayacak sosyal, kültürel programların düzenlenmesinin yaşlıların depresyon ve kaygı düzeyleri üzerinde olumlu etkileri olacağını bildirmektedir.
  • Yaşlılarda standart psikoterapi yaklaşımları psikodinamik psikoterapi, destekleyici terapi, kognitif (bilişsel) terapi, grup tedavileri ve aile terapisi olarak sıralanmaktadır.
  • Hastaların duygularını kontrol etmesini sağlamak, benlik gücünü ve umudunu desteklemek
  • Tedavi veren kişilerle ve yakınlarıyla olan ilişkilerini desteklemek
  • Hastanın var olan tüm sorunlarını konuşmak ve bu sorunları akılcı, amaca uygun ve çözümü yüreklendirici bir biçimde ele almalarını sağlamak
  • Değişen koşullara uyum sağlamalarına yardımcı olmak
  • Yaşlılarda psikoterapinin etkili olabilmesi için hastaya uygun, yargılayıcı olmayan, yapılandırılmış, zamanla sınırlı, amaca yönelik nitelikte olmalıdır.
  • Psikoterapide hastanın yıkıcı dürtülerine karşı uyanık olma, hastalığı ile ilgili akılcı açıklamalar yapma, hastalığı süresince yaşamı ile ilgili sağlıksız kararlar almasını engelleme, yardıma ve güvene dayalı bir hasta-hekim ilişkisi kurulmalı
  • Genel anlamda hastayı desteklemeye yönelik bir yaklaşım temel alınmalıdır
  • Hangi tür terapi uygulanırsa uygulansın yaşa özgü bazı konular süreçte ele alınmak durumundadır.

DESTEKLEYİCİ PSİKOTERAPİ:

Li­teratürde psikanalitik yönelimli psikoterapilerin 45 yaş sonrası hastalarda çok yararı olmayacağı, bu yaştan sonra destekleyici terapilerin daha uygun olduğu belirtilmektedir.

Destekleyici psikoterapi konusunda en yanlış tutum onun basit ve kolay bir uygulama sanılmasıdır. Oysa hasta­dan ve yakınlarından alınan düzgün ve yeterli bir öykü ve hastanın psikodinamikleri hakkında net bir kavrayış olma­dan destekleyici psikoterapi stratejileri geliştirilemez.

Amacı içgörü değil o sıradaki sıkıntılarla yüzleşirken varolan başa çıkma mekanizmalarını desteklemek, hastayı yeterli bir durumu getirmektir.

Uyum sağlayıcı savunmalar güçlendirilirken uyumsuz bir savunmanın yerine geçirilebilir. Terapistin hastada pozitif duyguları geliş­tirmesi yani güven duygulan oluşturulması şarttır.

İlerleyici tipte organik beyin rahatsızlığına bağlı yı­kımları olan, bir fiziksel hastalığın terminal döneminde duygusal sorunlar yaşayan yaşlılara destekleyici psikotera­pi sıklığını, bilinç değişiklikleri gibi ortaya çıkan akut sorunların yarattığı gereksinimler tesbit eder.

Terapist hastayı rahatlatırken ve artık bazı kapasitelerinin azalmış ve bağımlılık gereksinimlerinin artmış olduğunu kabul ve tolere etmesine yardımcı olur. Bakım verenleri aydınlatmayı amaçlar. Terapist danışman rolündedir. Problem çözmede bir hareket yönü belirleyerek ve hastayı o yönde destekleyerek, kişilerarası veya çevresel problemlerinin üzerinde konuşarak ona yar­dımcı olur. Açıklamaları gerçeğe yönlendirmeye doğrudur.

Çözümleri hastanın şartlarına ve sınırlarına göre düşünür. Burada terapist bir öğretmen gibi hareket etse de en iyi çözüm hastanın kendi çabaları ile çözüme gitmesidir.

Destekleyici psikoterapinin rehberlik türünde işin içi­ne giren duygusal faktörler o kadar büyüktür ki yaşlının egosu bu faktörlerin rolünü ve doğasını anlayıncaya kadar etkin bir biçimde görevini yapamaz. Rahatsızlık yaratan duygular yüzünden hasta çözümü bulmakta zorlanır. Problemi açığa çıkarmak için suç, korku veya öfkeyi bertaraf etmek gerekir. Böylece terapistin empatisi ve desteği ile hasta yeni bir duygusal perspektif kazanır.

Şiddetli depresyonu olan hastalarda ise destekleyici terapi açıkça yapılmaz, hastaya gizli destek verilir. Böylece hasta iyileştiğinde bunun kendi başarısı olduğunu düşünür ve hastalığı yüzünden kimseye borçlu kalmaz. Şüphesiz hasta ve terapistin ikisi de temelde bundan daha fazla bir şey olduğunu bilirler fakat bu bilgi söylenmeden kalır.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist & Psikoterapist

CETAD Antalya Temsilcisi

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 (242) 316 98 99

facebook.com/antalyaterapipsikiyatri

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

UNUTKANLIK, DEMANS, ALZHEİMER

Yaşlandıkça unutmak bir hastalık belirtisi olabilir…
İnsan bazen unutmak ister bazen    de hiç unutmamak ..ama maalesef  belleğimiz bizim isteklerimize her zaman boyun eğmez…. neyi hatırlayıp neyi unutacağına ne zaman unutup ne zaman anımsayacağına sanki beynimiz kendi karar veriyor diye düşünüğümüz zamanlar dahi olabilir.

Bunun nedeni bellek işlevinin  tek bir unsurdan da  yada beyindeki tek bir merkezden kaynaklanmamasıdır.  Kısa süreli bellek, çalışma belleği, motor bellek, uzun  süreli bellek yada epizodik bellek gibi farklı bellek türleri vardır. Her biri beynimizin farklı bölgelerinin eşzamanlı bağlantıları ile oluşan işlevlerdir
Bir nesneyi hatırlamak için beynimizin pek çok işlevinin  ve beyin bölgesini ilgilendiren bir dizi işlem yapar. Önce bir bardağı dikkat alanı içine alır, bu arada frontal bölge denen beynimizin ön kısmını kullanır sonra görür, sonra nesneyi iki ayrı yolakta  ‘ne ve nerede’ olarak tanımlar. Bu işlev ise beynin arkasından öne doğru gelen yolaklarda yapılır.Aardından sağlaklar için beynin sol tarafında yer alan Wernicke ve Broka alanlarında nesnenin adını  koyar: “Bu bir bardaktır” der. Bir sonraki adım işlevinin tanımlanmasıdır. ‘Su içmeğe yarar’. Bu tanımlama yine önde ve frontal bölgede yapılır. Bardakla ilgili anılar için ise  depoya, her temporal bölgedeki hipokampal alanlara gidilir. Kabaca kulaklarımızın arka iç tarafı denilebilir. Daha önce içtiğiniz soğuk sular veya bardakla ilgili diğer anılarımız da çağrışır yada bardakların hangi dolapta durduğu bilgisi. Beyin sonra motor alana haber gönderir , biz de bardağı alıp yerine koyar bu yeri tekrar bir sonraki kullanım  için  beynimizde belleğimizde depolarız.

Yaşlandığımızda, beyin hasarı oluşturan bir kaza yaşadığımızda vitamin eksikliklerinde, ilaçların yan etkisi olarak, horman sistemi bozukluklarında ve daha pek çok hastalıkta  dikkatimiz ve beyin bellek depolarımız etkilenebilir ve biz unutkan oluruz. Yeni bilgileri kayıt edebilmek için eskilerin bir kısmının unutulması doğaldır ama günlük yaşamımızı etkileyecek kadar unutuyorsak mutlaka bir uzman tarafından değerlendirilmekte fayda vadır. Özellikle her yaştaki unutkanlıklar için altta yatan sebebi bulmak ve gidermek önemlidir. 

Alzheimer Demansı nasıl bir hastalıktır?
Bunama tıp dili ile demans ta ‘kişinin çeşitli sebeplere bağlı olarak günlük yaşantısını bozacak derecede beyin işlevlerinden bir yada birkaçını kaybetmesi’ larak tanımlanabilir. 

Alzheimer Hastalığında (AH) bir demans çeşididir ve 1906 yılında nöropatolog Dr.Alois Alzheimer tarafından tanımlanmıştır. Şu anda dünyada  65 yaşından sonra en sık görülen demans  türüdür. 65 yaş üstü 100 kişiden 5inde ve 85 yaş üstü her 3 kişiden birinde görülür ve  En önde bozulan beyin işlevi ‘bellektir’.  Yani hastalık unutkanlık ile başlar. Kişi gördüğü duyduğu algıladığı bilgileri kayıt edemez ve bellek depolarına göndermez ve bilgi lazım olunca da ‘hatırlayamaz’.   Yukardaki örneğe dönersek, bardağın yerinin dolap olduğu ve kendisininde bardağı oraya koyduğu bilgisini depolamaz ve sonrada arayınca bardağını bulamaz. Buradan  da anlaşılacağı üzere Alzheimer Hastalığı Hipokampus ve komşu bölgelerinden başlar ve 10- 15 yıl gibi bir süre içinde diğer beyin bölgelerine de yayılır.  

hastalığın ilerilemesi ileunutkanlık ve ileri dikkat eksikliğine  , nesneleri adlandırmada zorluk, olaylar hakkında akıl yürütememe,   geleceği ve yapacaklarını planlayamama, neyin gerçek neyin olmadığını ayırt edememe gibi diğer bozulmalar eklenir. Hastalığın orta evrelerinde para hesabı yapmak, yemek pişirmek temizlik yapabilmek, seyahat etmek, yolunu bulmak gibi beceriler kaybolur. İleri aşamada ise hastalar yemek yemekte, idrar ve gaitalarını tutabilmekte, tek başına türüyebilmekte bile zorlanırlar, maalesef  hastalığın sonuna doğru tamamıyla bir babek gibi bakıma muhtaç hale gelirler. Alzheimer hastalarının belirtilerini  başlıca iki bölüme ayırmak gerekir. Birinci bölümdeki belirtiler doktorlar ‘bilişsel belirtiler’ demeyi tercih eder. Bunlar  başlıca unutkanlıkla ilgilidir. İkinci gruba ise ‘davranışsal belirtiler’ denir. Aslında davranışsal belirtiler hastaları ve yakınlarını unutkanlıkdan daha fazla zorlar. Bunlar arasında; en sıklıkla moral bozuklukları ve depresyon, doğru olmayan ve saçma inanışlar ve hayal görme, uydurma ,ileri dereceede huy değişiklikleri,  bağırma , vurma, küfretme, ev içinde sürekli dolanma, yemek yememe, idrar ve gaitasını altına yapma, uygun olmayan cinsel davranışlar sayılabilir. Özellikle bu psikiyatrikbelirtiler hasta yakınlarını çok zorlar ve tükenmelerine yorumalarına ve kendi sağlıklarının bozulmasına yol açar.  Halen Alzheimer hastalığının kesin tedavisi yoktur fakat  belirtileri  bir miktar kontrol altına alabilen,yaklaşık 2 yıla varan sürelerde hastalığı duraksatabilen yavaşlatabilen çeşitli ilaç tedavileri vardır. Gerek unutkanlık gerekse sinirlilik , içe kapanma hayal görme gibi belirtilerde düzelmeler görülebilmektedir. Düzenli ilaç kullanımı önemlidir. Ayrıca uyku ve iştah bozukluğu, depresyon, aşırı hareketlilik , saçma düşüncelere inanma, hayal görme gibi gibi sık görülen ek psikiyatrik belirtiler içinde tedavi olanakları vadır. Dünyada pekçok araştırma merkezinde de bu hastalığı tedavi edebilecek ilaç arayışları ve denemeleri sürmektedir.  Ailelerle doktorların yakın ilişiki içinde olmasını, bakım verme sanatının inceliklerini kapsayan bir tedavi yaklaşımı faydalıdır Genellikle yaşlı hastalar birinci derece yakınları tarafından  evde bakılırlar ve çoğunlukla bakım verirken nelere dikkat etmeleri gerektiği konusunda yeterince bilgilenmemiş durumdadır. Bakım verme işi çoğunlukla bir tercih olarak değil bir zorunluluk olarak karşılarına çıkar.  Aileler  hastalık sürecine ait ilgili daha çok bilgiye, daha fazla duygusal destek ve yardıma, toplumdan ilgi ve duyarlılığa, hastalıkla ilgili çeşitli amaçlı kurumlara, yasal konularda yardım ve bilgiye ayrıcada bakımda çok zorluk yaratan psikiyatrik sorunlar için pratik yardım ve önerilere ihtiyaç duyarlar..

Türkiye de durum nedir?
Türkiye’de de Alzheimer Hastalığı sıklığı  70 yaş üzeri kişilerde yapılan bir çalışmada   % 9.8   olarak belirlenmiştir. Ülkemiz nüfus sayımı sonuçlarını ele alırsak toplumun % 6 sı halen 65 yaşın üzerindedir. Ancak 2020 ‘de, çok değil 15 yıl sonra, bu oran %10-12 ye yükselecek ve demans önümüze olarak yaygın bir hastalık olarak çıkacaktır.  Yani yaş ortalaması gitgide artan, yaşlanan  toplumumuzda hastalarda çok hızlı bir şekilde artmakta. Dünya Sağlık Örgütü 2050 yılında Türkiye’nin en fazla Alzheimer hastası olan 4 ülkeden biri olacağını açıklamıştır. Halen Türkiye’de 400,000 civarında AD hastası olduğu tahmin edilmektedir. Sık görülen Alzheimer hastalığına vasküler demans, fronto temporal demans, Parkinson ve Lewy cisimcikli demans gibi ek hastalıklarda sayılınca ileri yaşlarda demansın neredeyse bir halk sağlığı sorunu olduğu ortaya çıkar. Yaşlılarımız için duyarlı olduğumuzu her fırsatta tekrar etmemize rağmen ülkemizde yaşlı ve Alzheimer’li hastalar için sunulan sağlık ve bakım hizmetlerinin ciddi oranda eksikliği söz konusudur
Alzheimer  hastaların  çok azının tıbbi tanı aldığı doktor yardımına ulaşabildiğini,çoğu kişinin ‘yaşlanınca unutmak ve muhtaç duruma düşmek normaldir’ yanlış inanışının kurbanı olduğunu biliyoruz. Ülkemizde ne sağlık sistemi ne de sosyal yardım sistemleri yaşlılıkta, demansta  bakım ve tedavi yaklaşımları, yaşlının sosyal  yaşamının desteklenmesi konusunda hazırlıklı değidir.  Alzheimer hastalarını kabul edecek özel bakımevleri, bilgili personel,  gündüz bakımevleri, yatalak hasta bakımı için eğitim vereebilecek kurumlar, bakıcılar için eğitim ve psikolojik destek imkanları sayılabilecek eksiklerden bazıları olarak sayılabilir. 

Prof Dr. Işın Baral Kulaksızoğlu
İstanbul  Tıp Fakültesi
Psikiyatri A.B.D:
Yaşlılık Psikiyatrisi Birim Sorumlusu
Türkiye Alzheimer Derneği Başkan Yardımcısı

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

YAŞLILIK (GERİATRİK) DEPRESYONU

GERİATRİK DEPRESYON

Geriatrik depresyon ruhsal problemlerin en sık görülenidir. Yaşlı hastalarda depresif belirtilerin sıklığı %5-25 arası değişmektedir. Depresyon yaşlıda tek başına ya da diğer hastalıklar ile ilişkili olarak ortaya çıkabilir. Depresyon ve fiziksel hastalıklar arasında belirgin bir ilişki vardır ve bu ilişki yaşlıların ve yakınlarının yaşam kalitesi üzerinde belirgin olumsuz etkilere yol açmaktadır. Stres faktörlerine karşı yaşlının korunmasında sosyal olarak destek görmesinin önemi büyüktür. Özellikle aile desteğinin ekonomik zorlukları olan yaşlılarda depresif belirtileri azalttığı görülmüştür. Depresyon fonksiyonel bağımsızlığın azalmasına sebep olarak yaşlıya, ailesine, bakıcısına ve kurumlara yük getiren bir hastalıktır. Depresyonda olan yaşlı çeşitli fiziksel yakınmalarla sağlık hizmetlerine daha çok başvurmaktadır.          

  Depresyonun erken teşhis ve tedavisi yaşlıda yaşam kalitesine, bağımsızlığa ve fonksiyonelliğe olumlu etkiler yapmaktadır. Yaşlı hastalarda bulgu ve belirtilerinde tipik depresyon belirtilerine göre farklılıklar olduğu için hasta yakınları ve doktorlar tarafından sıklıkla tanınamayan yaşlı depresyonu, yanlış olarak yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak da yorumlanabilir. Yaşlı hastalarda depresyon genç hastalara göre farklı belirtilerle ortaya çıkabilir, tedaviye yanıt açısından da yaşlı depresyonu özellik arz eder. Bu nedenle yaşlılarda depresyon zor tanınan ve genellikle yetersiz tedavi edilen bozuklukların başında gelir. Yaşlılarda depresyon fiziksel yakınmalar ve bilişsel belirtilerle maskelenebilir, veya hafıza sorunları sebebi yaşlılar sıkıntılarını hatırlayıp bildirmek konusunda güçlük çekebilirler.            

  Gençlerde beklenen klasik depresyon belirtilerinin tersine yaşlı depresyonu artmış fiziksel şikâyetler, artmış ağrılar, unutkanlık, hafıza bozuklukları ve ilgisizlik ile ortaya çıkabilir. Bunun yanında fiziksel sağlığın bozuk olması depresyonun gidişini olumsuz yönde etkilerken depresyon da fiziksel hastalık oluşmasını kolaylaştırır ya da var olan fiziksel hastalığın gidişini kötüleş-tirir. Depresyonu olan hastaların hastanede yatış süreleri de uzamaktadır. Bakımevlerinde kalan yaşlılarda farklı kliniklere daha sık rastlanır, çoğu zaman uzun süredir devam eden depresyon kronik kişilik özelliği haline gelmiş olabilir. Bu durumda tedaviye yanıt daha uzun sürede ve daha az gerçekleşir. Psikotik tablo, ölüm düşünceleri, değersizlik düşünceleri, yemek yememe, kasıtlı uygunsuz davranışlar (idrar-dışkı kaçırma, çığlık atma, bağırma ve agresif davranışlar) daha sıktır. Hastayla iletişim kurmak çoğu zaman daha zordur.       

  RİSK FAKTÖRLERİ:

Depresyon için risk faktörleri ve tetikleyici faktörler arasında kadın cinsiyet, kendinde veya ailede depresyon öyküsü, mahrumiyet, uyku bozuklukları vardır, eş ya da çocuk kaybı gibi olumsuz yaşam olayları, huzurevi ve bakımevinde kalma, kötü fiziksel sağlık, dini ve sosyal faaliyetlerin az olması, bilişsel kapasitede azalma, yalnız yaşama, yeni tıbbi hastalık, hastalıklar, düşük eğitim seviyesi, evlenmemiş olma, yetersiz sosyal destek, stres ve yaşlılarda sık kullanılan bazı ilaçlar sayılabilir. Tanıda klinik esastır. Ağlama, isteksizlik, can sıkıntısı, fiziksel şikayetler, uyku problemleri, halsizlik, unutkanlık gibi yakınmalar yaşlı hastada mutlaka sorgulanmalıdır. Yaşlı depresyonunu değerlendirmek için tanıya yardımcı objektif ölçekler kullanılmaktadır. Yaşlıda depresyon tanısı tam bir geriatrik değerlendirme ile mümkün olur.      

     Yaşlılarda yas dönemi de çoğunlukla uzar; değersizlik düşünceleri, ölme isteği, ümitsizlik, yas belirtilerinin şiddetli olması gibi belirtiler, ağlamalar, İÇ çekmeler, nefes darlığı, iştahsızlık, ses değişiklikleri, özellikle yas süresi 2 ayı geçtiği durumlarda, depresyonu düşündürür.        

    Depresyona bağlı intihar riski, intiharı gerçekleştirme ve ölümle sonlandırma riski yaşlılarda gençlere ve erişkinlere göre daha yüksektir. Özellikle yaşlı erkeklerde bu risk artmaktadır. Yaşlılarda intihar için diğer önemli risk faktörleri yalnızlık, sosyal İzolasyon, özellikle de eş kaybıdır. Yaşlılar genelde intihar düşüncelerini intihar etmeden önceki aylarda etrafındakilere veya varsa doktoruna söylerler. Bu açıdan dikkatli olunmalı, bu gibi söylemlerde bulunan yaşlı ciddiye alınarak dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir.

İntihar riski olan yaşlılar için aile desteği, sosyal hizmet uzmanı ve psikolog desteği sağlanması, depresyonun erken tanınması ve çevresel önlemlerin alınması önerilmektedir. Depresyonun demans ile de yakın bir ilişkisi söz konusudur. Depresyonun kendisi demans için bir risk faktörü kabul edilmekle birlikte bazen depresyon bilişsel fonksiyonları etkileyerek demans tablosu ile ortaya çıkabilmektedir. Depresyon belirtilerinden önce demans belirtileri başlamışsa, depresyon tedavisi İle demans belirtilerinde değişiklik olmamışsa, depresyondan sonra da demans belirtileri devam ediyorsa ve hasta bilişsel kayıplarının farkında değilse demans lehine düşünülmelidir.                               

TEDAVİ:         

Yaşlı hastalarda depresyon ilaç tedavisi ve psikoterapiyle etkin şekilde tedavi edilebilir. Tedavinin amacı bulguların sağlamak, alevlenme ve tekrarlamaları engellemek, fonksiyonel kapasiteyi ve yaşam kalitesini arttırmaktır. Yaşlılarda ilaç tedavisine düşük dozlarla başlanmalı ve doz artırımı yavaş yapılmalıdır. Yaşlılarda antidepresan yanıtın gençlere göre daha geç olarak, ortalama 4-12 hafta içinde ortaya çıkar. Depresyonun düzelmesinden yani akut tedaviden sonra en az 6 ay daha alevlenme olmaması için idame tedavisi yapılmalıdır. Tekrarlama riski yüksek yaşlılarda ise idame tedavisine en az 1-2 yıl devam edilmelidir.           

Tedaviye rağmen yaşlılarda depresyon kronik hale gelebilir. Bunu kolaylaştıran faktörler geçirilmiş atak sürelerinin uzun olması, tıbbi hastalıkların eşlik etmesi, atağın melankolik özelliklerinin olmaması, sanrıların eşlik etmesi, klinik belirtilerin ağır seyretmesi, geç tanı konup tedavi edilmesidir. Yaşlılarda depresyonun ölüm hızını arttırabileceği ve demans ile olan ilişkisi göz önüne alınırsa ileri yaşta depresyonun seyrinin daha kötü olduğu söylenebilir.           

Yaşlı depresyonunda iyi seyir kriterleri arasında kadın cinsiyet, çalışıyor olmak, iyi sosyal destek, aile ile birlikte oturma, eş ya da çocuk kaybının olmaması, bakımevine yerleştirilmemiş olma, ailede depresyon öyküsü olmaması, varsa önceki depresyon atağının iyileşmiş olması, daha öncesinde kişilik bozukluğu veya başka psikiyatrik hastalık olmaması, demans olmaması, fiziksel sağlığın iyi olması, fonksiyonel bağımsızlığın olması, kronik hastalık sayısının az olması, depresyon şiddetinin hafif olması, sanrıların olmaması, intihar düşüncelerinin olmaması ve değersizlik düşüncelerinin belirgin olmayışı yer almaktadır.               

Özetlemek gerekirse depresyon yaşlılarda en sık görülen hastalıklardandır. Depresif belirtiler hastalar, yakınları ve hekimler tarafından sıklıkla yaşlılığa bağlı veya eşlik eden hastalıklara bağlı olduğu düşüncesi sebebiyle gözden kaçmakta ve tanı geç dönemde olmaktadır. Hastaya verebileceği zararlann azaltılması kalıcı zararlara yol açmasının engellenmesi için yaşlıda depresyonun erken evrede tanı konması ve uygun tedavisinin başlanması gerekmektedir.

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

GEBELİKTE VE DOĞUM SONRASINDA BEBEK KAYBI

GEBELİKTE VE DOĞUM SONRASINDA BEBEK KAYBI

Annenin tepkileri herhangi bir ölüm sonucu geIişen yas durumuna benzer. Bebeğin bu dönemlerde ölümü anne için önemli bir kişinin kaybı, kendiIiğin bazı yönlerinin kaybı, dış nesnelerin kaybı, bir yaşam döneminin kaybı, ebeveynlerden miras kaImış olan çocuk sahibi olma düşünün kaybı gibi çeşitli anlamlar taşır.

Yaşayan çocuğun olması, gebelik yaşının ileri yaşlarda olması, sosyal desteklerin yeterli olması ve ev iIişkiIerinin iyi olması kayıp ile baş etmede olumlu etmenlerdir. Bu dönemlerde bebek kaybı olan kadınlar, canlı çocuk doğuranlara kıyasla ilk 6 ay içinde depresyon ve kaygı buzukluğu belirtilerini daha şiddetli yaşarlar. Ama birinci yılın sonunda ruh sağlıkları canlı bebeği olan kadinlara benzer duruma gelir. Bu kadınların akut yas dönemi genellikle 6-12 sürmekte olup 2 yıla kadar uzayabilir.

Anne ile bebek ilişkisi özeldir. Gebelik süresince anne, bebeği bedeninin bir parçası olarak algılar ve sanki bebek bedeninin bir parçasıymış gibi ona yatırım yapar. Ancak doğumdan sonra bebekle ve kendisiyle ilgili geleceğe yönelik hayaller kurar ve bebeği ayrı bir birey olarak hayal etmeye başlar. Bu yüzden gebelikteki kayıplarda anne, bebeğin kaybını sanki kendinden bir parçayı yitirmiş gibi algılar ve bu durum sıklıkla yas reaksiyonuyla daha karmaşık hale gelir. Annenin hatta çift isterse ölü bebeği görebilmeli ve ona dokunabilmelidirler. Ad koymak, cenaze töreni yapmak, mezarını ziyaret etmek ve anı eşyalarını muhafaza etmek ebeveynlerin kimin için yas tuttuğunu netleştirir ve yaşadıkları yoksunluğu hafifletip yaslarının çözülmeisne yardımcı olur. Ancak bu durum indüklenmiş düşüklerde mümkün olmaz ve bu durumlar ebeveynlerin yas tutmasını çok güçleştirir.

Bebekteki anomaliler nedeniyle gelişen kayıptaki yas da spontan kayıplara bağlı gelişen yas kadar şiddetli olup benzer bakımı ve desteği gerektirir. Yani “bebek zaten sakattı“ demek yası ortadan kaldırmaz. Hatta bebeklerinde bir sakatlık olduğu için bebeğin küretajını tercih edenler normal yasa kıyasla daha uzun ve şiddetli yas ile birlikte yoğun başarısızlık ve pişmanlık duygusu yaşarlar. Gebelikte bebeğini kaybeden annelerde en sık rastlanan suçluluk duygusu; yapmış olabileceği teratojenik olaylarla (ilaç, sigara, alkol kullanımı gibi) ilişkilidir. “Yanlış ne yaptım?“ veya “Acaba neyi eksik yaptım?“ en sık rastlanan düşüncelerdir. Genetik bozukluklar nedeniyle bebeğin öldüğü olgularda suçluluk daha da yoğun yaşanır. Ebeveynler onlara aktardıkları gen nedeniyle çocuklarının anormal doğduğunu düşünerek yoğun suçluluk duyarlar.

Bir yoksunluğun iyileşmesinde yas önemli rol oynar. Bireyin yoksunluktan kurtulması için 4 ayrı yas döneminin yaşanması gerekir:

Kayıp gerçeğinin kabul edilmesi: Bebeğini görmeyen kadın için kayıp gerçeğinin kabulü çok zordur. Kayıp anında durumun nasıl ele alındığı da önemlidir.
Yasın acısının yaşamsallaştırılması: Bu süreçte kadın “Bu yalnızca düşüktür, daha gençsin, tekrar deneyebilirsin” gibi düşüncelerle kederini azaltır. Ama bazen kaybı yaşayanlar etraflarındaki kişilerden bu sözleri duyduklarında yaşadıkları acının kimse tarafından anlaşılmadığını düşünür. Bebek sakatlık yüzünden kaybedilmişse “Ondan kurtulman iyi oldu”, “En kısa sürede başka bir çocuğun olduğunda kendini daha iyi hissedeceksin” gibi sözler gebeliğin istendiğinin, bebeğin varlığının ve yasın yadsınmasını sağlamaktan başka fayda sağlamaz. Bu dönemde cesaret verici ve destekleyici sözler duymak gerekse de bunların dozu, kimin söylediği ve nasıl söylediği önemlidir. Csaret verilirken duyguların yaşanması engellenmemelidir.
Kaybın yaşandığı çevreye uyum: Çocuğun geleceği beklentisi ve ebeveynlik ile ilgili yansıtılmış düşüncelerin bir anda yok olması ciddi çökkünlük yaratabilir. Bu durum çok ağır bir tablo oluşturuyor veya çok uzun süredir devam ediyorsa mutlaka bir psikiyatriste başvurulmalıdır.
Kaybın duygusal olarak yerine konması ve yaşamın devamı: Yas yavaş bir süreçtir. Sıklıkla kayıptan 3 ay sonra kadın yeni bir gebelik ile ilgili planlar yapmaya başlar. Ancak bu yasın bittiği anlamına gelmez. Yasın yaşanarak çözümlenmesi ve bebeğin kaybının geçmişte bir anı olarak bırakılabilmesiyle yeni bebekler sağlıklı ortamlarda büyüyebilir.
Yas bazen çok zor yaşanan bazen de yadsınarak görmezden gelinen bir süreç olabilmektedir. Iki durumda da ebeveyn için psikiyatrik bozukluklara zemin hazırlarken kaybının yasını tutamamış ebevynler sağlıklı çocuklar yetiştirmede de çok zorluk çekerler. Bu yüzden yukarıda anlatılan noktalarda güçlükler yaşadığını düşünen veya bebeğinin kaybını hala sanki dün olmuş gibi yaşayan ebeveynlerin profesyonel yardım almaları önerilir. Hastanemiz bu konudaki desteğini değerli hastalarına sunmaktan her zaman mutulu olacaktır

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

CERRAHİ MENAPOZ

Menopoz çoğu kadın için beklenen ve hazırlık yapılan bir dönem olmakla birlikte, cerrahi gereklilik sonucu menopoza giren kadınlar için durum farklılık göstermektedir. Bedensel sağlıklarının yitiminin yanı sıra, beklenmedik zamanda işlevselliklerini de yitirmek bu kadınlar için temel rahatsızlık kaynağı olmaktadır.

Doğal menopozda yumurtalıklar sağlam kalır ve hormon salgılamayı sürdürürler. Cerrahi menopoz, overlerden androjenler, östrojenler ve progesteron salgılanmasının tamamen sona ermesine yol açar. Bu durumda östrojeni yerine koyma tedavisi gerekir. Eğer yumurtalıkların alınması kararına hastayla beraber tüm yarar ve riskleri gözden geçirilmeden varılmışsa, hastanın tedaviye uyumu güçleşebilir, ikilemli duygular ve erken kayıp duygusu gelişebilir.

Cerrahi yoldan menopoza giren kadınlarda, beden sağlığının yitiminin yanı sıra, beklenmedik zamanda işlev kaybına uğranması nedeniyle depresyon riskinin arttığı yönünde bulgular vardır. Ancak bazı çalışmacılar cerrahi menopozdan sonra ortaya çıkan ruhsal hastalıklarda esas belirleyicinin operasyon öncesi dönemdeki ruhsal sorunlar olduğunu savunmaktadırlar. Operasyon geçirmiş olmak tek başına depresyon riskini arttırmaz. Doğal yoldan menopoza girenlerle cerrahi yoldan menopoza girenler arasında depresyon anksiyete düzeyleri ve yeti yitimi yönünden farklılık bulunmamıştır.

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

MENOPOZLA BAŞA ÇIKMADA DİKKAT EDİLECEK NOKTALAR

1. Kadın ve ailesi, menopoz hakkında, eğitim durumuna uygun bir şekilde gerekli bilgileri edinmelidir.

2. Menopozla ilgili çeşitli bakış açıları tartışılmalı, aşırı kötümser fikirler gözden geçirilmelidir.

3. Diyet, egzersiz, sigara gibi konularda, osteoporoz gelişimi ve genel sağlıkla ilgili konularda bilgi edinilmelidir.

4. Stresle başa çıkma yöntemleri geliştirilmelidir.

5. Orta yaş kadınını etkileyen kişisel sorunlar, sağlık ve sosyal konular gruplar iöinde tartışılmalıdır.

6. Düzenli egzersiz programları ile duygudurumundaki yükselmeler ve bedensel belirtiler azaltılmalıdır.

Menopozdaki kadının değerlendirilmesinde; çocukluk yaşantıları, kişilik özellikleri, yakın çevresi, kişiler arası ilişkileri, sosyal desteğin varlığı mutlaka gözden geçirilmelidir.

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

MENAPOZDA GÖRÜLEN PSİKİYATRİK BOZUKLUKLAR

Çok eski zamanlardan beri, menopoz dönemine özgü bir psikiyatrik bozukluk olup olmadığı sorusuna cevap aranmaktadır. Menopoz döneminde ruhsal belirti sıklığında artış olduğuna dair yayınların uzun bir geçmişi vardır. Yirminci yüzyıl başlarında depresif duygudurum, gerginlik, uykusuzluk gibi yakınmalarla giden “menopoz sendromu” tanımlanmıştı.

Geçmiş yıllarda menopozla depresyon arasında bir bağlantı olduğu düşünülmüştür. 1906’da Krapelin, ‘’Envolusyonel Melankoli’’ adında klinik depresyon öne sürmüş ve ajitasyon, hipokondri, mikromanik sanrıları tablonun önde gelen belirtileri olarak tanımlamıştır. Daha sonraları ise, bu tablonun menopoza özgü ayrı bir antite olmadığını, duygudurumu hastalığın bir uzantısı olduğunu söylemiştir.

Daha sonraki yıllarda yapılan birkaç çalışmada menopoz döneminde depresyon, anksiyete ve diğer psikiyatrik sendromların yaygınlığının arttığı bildirilmiş olmasına karşın, büyük örneklem gruplarını kapsayan birçok çalışmada karşıt sonuçlar elde edilmiştir. Psikiyatrik belirtilerin kendiliğinden menopozun bir parçası olarak görülemeyeceği belirtilmektedir. Yani menopoz dönemine özgü psikiyatrik bir tablo yoktur. Ballinger, çalışması sonucunda “menopoz yıllarıyla ilgili bir affektif bozukluğun olup olmadığı net değildir” sonucuna varmıştır.

Menopoz döneminde; depresyon, kaygı, yorgunluk, unutkanlık, kendine güvende azalma ve azalmış libido gibi belirti ve bulgulara rastlanmaktadır. Duygudurum bozukluğu öyküsü olanlarda menopoz, depresif atak oluşumu için bir risk faktörü olabilir. Bununla birlikte, toplum genelini kapsayan çalışmalarda menopoz döneminde depresyon oranının arttığı gösterilememiştir. Orta yaş dönemindeki kadınlarda görülen psikiyatrik hastalıkların artmış insidansını ortaya koyan veriler hala çelişkilidir.

Schmidt ve Rubinow, menopozda major depresyon riskinin arttığı yönünde kanıtlar olmadığını belirtmelerine karşın, perimenopozal dönemde hafif şiddette belirtilerin olduğu bir psikolojik sendrom olabileceğini ileri sürmektedirler. Endişe, bitkinlik, ağlama atakları, duygudurum dalgalanmaları ve libido azalması görülebilir. Ayrıca eklem ve kas ağrıları, başağrısı, çarpıntı, irritabilite ve uykusuzluk da olabilir. Azalmış libido, uykusuzluk ve yorgunluk perimenopozal dönemde olan damarsal belirtiler olarak da kabul edilebilir. Perimenopozal yıllar denen bu yıllarda hafif şiddette duygudurum bozukluğu varsa, genelde adet dönemlerinin tamamen kesilmesinden önceki 3-4 yılda daha çok oluşmaktadır. Benzer şekilde Stuart ve arkadaşları “psikolojik belirtiler varsa, adetlerin kesilmesinden sonra değil de öncesinde daha çok olur” sonucuna varmışlardır.

ABD’de yürütülen farklı ırktan, yaşları 40-55 arasında değişen, 16065 kadını kapsayan bir çalışmada, kadınlar önce menopoz öncesi, erken perimenopoz, geç perimenopoz ve menopoz sonrası olmak üzere dört gruba ayrılmışlardır. Adet düzeninde bozulma olmakla birlikte henüz adet kanamaları sonlanmamış olanlarda (erken perimenopoz) ruhsal sıkıntıların en yüksek düzeyde olduğu saptanmıştır. Menopozdan sonra belirtilerin şiddetinde bir azalma olmuştur. Japonya’da yapılan çalışmada da, menopoz kliniğine başvuran 45-60 yaş grubunda 389 kadın menopoz öncesi, perimenopoz ve menopoz sonrası olarak gruplandırılmıştır. İstatiksel yönden anlamlı olmamakla birlikte, perimenopoz grubunda depresif belirtilerin daha fazla olduğu bulunmuştur. Kültürel farklılıkların olabileceği düşünülebilir. Türkiye’de yapılan bir çalışmada, depresif belirti düzeyleri menopoz sonrası dönemde menopoz öncesi döneme göre daha yüksek saptanmıştır. Kaygı düzeyleri yönünden gruplar arasında farklılık bulunmamıştır. Kronik bedensel hastalık nedeniyle ilaç kullanımının menopoz sonrası grupta depresif belirti şiddetini etkilediği ve depresyon ve kaygı için risk oluşturduğu gösterilmiştir. Menopoz sonrasında depresif belirti şiddetini etkileyen ve aynı zamanda kaygı için de risk oluşturan bir diğer etmen, eğitim düzeyinin düşük olması bu gruptaki kadınların menopoz sonrası dönemde karşılaşacakları değişikliklere hazırlanamamalarına ve bununla bağlantılı olarak, döneme özgü sıkıntılara yeterince çare aramamalarına yol açmış olabilir. Daha önce duygudurum bozukluğu öyküsü olan kadınlar (üreme yaşamıyla ilişkili ya da ilişkisiz) menopoz döneminde depresyon yönünden risk altında olabilirler.

Yeti yitimi olan, ruhsal hastalık öyküsü bulunan, kronik bedensel hastalık nedeniyle sürekli ilaç kullanan, diabetes mellitusu olan, menopozla ilgili danışmanlık almayan, 40 yaşından önce menopoza girmiş, eğitim düzeyi düşük ve menopoz sonrası dönemde bulunan kadınların yakından izlenmelerinin koruyucu ruh sağlığı açısından yararlı olacağı söylenebilir. Genel beden sağlığıyla ilgili düzenli muayene ve incelemelerin yanı sıra, menopoza ilişkin bilgilendirme ve eğitim amaçlı programlar, destek grupları kadınların bu yeni yaşam dönemine hem bedensel hem de ruhsal yönden iyi hazırlanmalarını sağlayabilir. Ayrıca, bir çalışmada menopoz dönemindeki kadınlarda bipolar bozukluk başlangıcında bir “zirve değer” olduğu gözlenmiştir. Bir başka çalışmada ise, kadınlarda menopoz döneminde hızlı döngülü duygudurum bozukluğunun indüklendiği bildirilmektedir. Ama bu verileri destekleyen başka çalışma yoktur. Menopozla birlikte panik bozukluğun ortaya çıkabileceği, varsa kötüleşebildiği bildirilmektedir. Reprodüktif döngü ile OKB (obsesif kompulsif bozukluk) semptomlarının başlangıcı ya da var olan semptomlardaki değişiklik arasındaki bağlantı da araştırılmıştır. OKB başlangıcı menarş döneminde %22, gebelik döneminde %2, postpartum dönemde %7, menopoz döneminde %2; OKB’de kötüleşme premenstrüel dönemde %20, gebelik döneminde %8, postpartum dönemde %50, menopoz döneminde %8 saptanmıştır.

Tüm araştırmaların sonuçları değerlendirildiğinde, psikiyatrik belirtilerin menopoza özgü olmadığı sonucuna ulaşılabilmektedir. Kadınların %20 sinden fazlası perimenopozal dönemde psikiyatriste başvurmaktadır. Fakat bu durum envolüsyonel depresyon nedeniyle değil çevre, sosyoekonomik durum, yaş gibi etkenlerin sonucu olarak gerçekleşmektedir.

Menopoza özgü bir psikiyatrik bozukluk olmasa da, menopozda duygudurum bozukluğu, özellikle depresyon olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Hastada daha önceden geçirilmiş bir depresyon öyküsü, postpartum duygudurum bozukluğu ya da premenstrüel disforik bozukluk öyküsü bulunması, sosyal desteğin zayıf olması, menopoz döneminde psikiyatrik bozukluklar için risk etkenidir. Ayrıca rahmin ameliyatla alınması, psikososyal streslerin varlığı, menopoza olumsuz bakış açısı, sağlık durumunun kötü olması, sigara içme ve egzersiz azlığı gibi etkenlerde menopozda duygudurumdaki çökkünlük ile ilişkilidir.

Menopoz öncesinde ve sonrasındaki kadınlarda görülen cinsel işlev bozuklukları; cinsel ilgi kaybı, orgazm sorunu, klitoryal uyarılmada azalma, vajinal kuruluk ve ağrılı cinsel birleşmedir. Menopozda cinselliği etkileyen fizyolojik ve psikolojik etkileşimler olur. Menopoz döneminde ana biyolojik değişiklik östrojen seviyesinin düşmesidir. Östrojenin eksikliği; ilk olarak kanama düzeninin değişmesine ve vajinal yaşarmada azalmaya neden olur. Damarlarda, idrar yollarında ve cinsel organlarda farklılaşma gözlenir. Ruh halindeki değişkenlik, uyku düzeninde bozulma ve kognitif fonksiyonlarda farklılaşma; irade kontrolünde azalmaya, içgörünün zayıflamasına, cinsel yanıt ve istekte azalmaya katkıda bulunabilir.

Değerlendirme ve tedavi yaklaşımları için, çok geniş bir kapsamda, ilişki kalitesi, partner ilişkisindeki değişiklikler ve memnuniyetsizlikler, sosyal statü ve kültürel farklılıklar, kişilik faktörleri, geçmiş deneyimler, zihinsel ve fiziksel sağlık gibi ilişkili faktörlerin düşünülmesi gerekmektedir.

Melbourne Orta Yaşlı Kadın Sağlık Projesinde, 45-55 yaş grubu arasında olan, Avustralya doğumlu kadınlar ele alınmış ve toplum tabanlı bir çalışma yapılmıştır. Bir yıl içerisinde sekiz değerlendirmede ‘’Mc Coy Kadın Seksüalite Anketi’’ doldurtulmuş, eş zamanlı kan hormon seviyesi ölçümü yapılmıştır. Erken menopozal dönemden geç menopozal döneme geçişte, seksüel disfonksiyon skorları, geçen zamanla %42’den %88’e ilerlemiştir. Seksüel fonksiyonlarda östrojen eksikliği sebebiyle oluşan problemlerin tedavisinde; hormon tedavisi, vajinal yaşarmayı arttıran preparatlar ve nemlendiriciler, postmenopozal dönemdeki yakınmaların biraz da olsa iyileşmesine katkıda bulunabilir. Menopoz dönemine geçiş sürecinde kan dolaşımı dengesizliğine bağlı ateş basmaları, solunum düzensizlikleri gibi fiziksel rahatsızlıklar, uykuyu bölebilir. Menopozdaki kadınlarda yapılan polisomnografik çalışmalar, toplam uyku süresinin azaldığını; uyku latansının arttığını göstermektedir.

Taiwan’ın merkezinde kırsal kesimde yaşayan 197 menopozal dönemdeki kadında yapılan kesitsel çalışma sonucunda; toplamda uyku kalitesi skoruna göre %57.9 iyi uyuyabilenler, %42.1’i de iyi uyuyamayanlar olarak belirlenmiştir. Uyku kalitesinde denekler üzerinde anlamlı farklılıklar gözlemlenmiştir. Bu farklılıkların sebebi olarak; mesleksel durum, kronik bir hastalığın mevcudiyeti, menopoz döneminde bulunma, mevcut kronik hastalıkların sayısı ve menopozal semptomların sayısı bağlantılı olarak saptanmıştır. Uyku kalitesinde görülen değişkenlik sebebinin depresyona veya yaşlılığa bağlanabileceği öngörülmüştür.

Yaşa bağlı olmadan kronik uykusuzluğu olan kadınlar, depresyon geliştirmede ve depresyondan uzun süre müzdarip olma açısından daha yüksek risk altındadırlar. Uykusuzluk tedavisinde 1. basamak antidepresanların kullanımı; eğer ki depresyon o anda mevcut değilse şüpheli bulunmaktadır.