BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

İNTİHARLARI ENGELLEMEK İÇİN HERKESE GÖREV DÜŞÜYOR

TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ

10 Eylül Dünya İntiharı Önleme Günü Basın Açıklaması

Tüm dünyada insan hayatını tehdit eden intihar olgusu konusunda farkındalık yaratmak amacıyla Dünya Sağlık Örgütü tarafından 10 Eylül Dünya İntiharı Önleme günü ilan etmiştir.

İntihar ve intihar girişimi, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizdede de önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir.Türkiye’de son 10 yılda yaklaşık 27 000 kişi intihar ederek hayatını sonlandırmış, yine yaklaşık 500 000 kişi de intihar girişiminde bulunmuştur. Bu rakamların ötesinde intihar ve intihar girişimlerinin bir kısmının olumsuz etiketlenme ve önyargılardan kaçınmak amacıyla gizlendiğini de hesaba katacak olursak, ne derece büyük ve önemli bir halk sağlığı sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu farkına varabiliriz.

İntihar birden fazla etkene bağlı gelişen karmaşık bir davranıştır. Başta depresyon  olmak üzere ruhsal hastalıklar intihar riskinde 10 kat artışa sebep olmaktadır. İntiharların %90’ında bir psikiyatrik tanı varlığı gösterilmiş olmasına rağmen beklenenin aksine bu kişilerin yalnız dörtte biri ölümleri öncesinde bir sağlık kuruluşuna başvurmuşlardır. Yani ölümcül sağlık problemi olan bu kişilerden %75i farkedilememiş ve sağlık hizmetlerinden yararlanamamıştır.Psikiyatrik tedaviye ihtiyaç duyan bu kişilerin, erken farkedilmesi ve etkin tedavilerinin sağlanması yönünde toplumsal duyarlılığın artırılmasına ihtiyaç vardır. 

Bu nedenle intihara eğilimli kişilerin erken fark edilmesi amacıyla risk gruplarına yönelik tarama programları geliştirmeli, ülkemizde tüm intiharların %25’inin 15-24 yaş grubu ergen vegençleri etkilediğini göz önünde bulundurulacak olursa okullarda psikolojik hizmetleri sayısal ve hizmet kalitesi güçlendirilmelidir. 

İntihar eğilimli insanların sağlık hizmetlerine ulaşımını kolaylaştırmalı, bu kişilerin her an başvurabilecekleri psikiyatrik  krize müdahale servisleri, telefon ve internet servis hatları oluşturulmalıdır. Yine sağlık kurumlarımızda hizmetleri sunmanın yanında hizmet kalite standartlarını yükseltilmelidir. Basında intihar haberlerinin ele alınma biçimi ile ilgili geliştirilen rehberlerin uygulamaya konulabilmesi için yazılı ve görsel medyanın ile işbirliği önemlidir.

İntiharı önleme çerçevesinde ateşli silahlara ulaşım da önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Türkiye’de ise son 15 yılda ateşli silahlarla intihar oranlarında belirgin bir artış vardır. Son veriler Türkiye’de her 4 intihardan birinde, ateşli silah kullanıldığını göstermektedir. Ateşli silahlara kolay ulaşabilme bunun bir intihar aracı olarak kullanılma riskini artırmaktadır. Bu sebeplerle silah teminini kısıtlayan yasal düzenlemeler, silahların evde bulundurulduğu durumlarda alınması gereken önlemler geliştirilmelidir.

İntihar davranışı için risk faktörleri ve sebeplerin çeşitliliğinin ortaya koyduğu gerçek önleme çalışmaları için çok boyutlu bir yaklaşım gerekli olduğudur ki bu konuda sağlık çalışanlarının dışında birçok kurumun ortak çalışması gereklidir.

10 Eylül Dünya İntiharı Önleme Günü her yıl intihar sonucu yitirilen yaşamlara, intiharın  yıkıcı etkilerine  ve intihardan etkilenmiş hayatlara odaklanma imkanı sunmaktadır. Bugün vesilesiyle yalnız sağlık sektörü ve çalışanlarını değil tüm kurumları bu ölümcül konuya duyarlı olmaya ve bunu önleme yönünde çaba harcamaya, elbirliğiyle intiharı önleme konusunda toplumsal stratejiler üretmek için beraber çalışmaya çağırmaktayız.

Prof. Dr.Tarık Yılmaz

Türkiye Psikiyatri Derneği Krize Müdahale ve İntiharı Önleme Bilimsel Çalışma Birimi Koordinatörü

Prof. Dr. Tunç Alkın

Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkanı

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

İNTİHAR RİSKİ OLDUĞUNDA TEDAVİ YAKLAŞIMLARI

İNTİHAR RİSKİ OLDUĞUNDA TEDAVİ YAKLAŞIMLARI …

İntihar eğilimi olan kişiler arasında iyi sosyal desteğe sahip olmak ve evli olunması, sorumluluğunda bir çocuk (özellikle 2 yaşından küçük) olması, dini inancı intiharı yasaklıyor olması, depresyonu ve madde bağımlılığı olmaması, tıbbi desteğe yakın olmak ve bunu kullanabilmek, bir bakıcıyla (yaşlı veya kronik hastalığı olanlar için) iyi ilişkiler içinde olunması intihara eğilim açısından koruyucu faktörlerdir.

Psikiyatrik hastalardan kadınlar, hastaneye yatışta ileri yaşta olanlarda, hastanede yatış süresi uzun olanlarda intihara eğilim riski daha düşüktür.

Depresif hastalara bakıldığında ailelerine karşı daha fazla sorumluluk hissedenler, çocuklarına olan bağlılıklarının daha fazla olanlar, çevreleri tarafından reddedilmekten daha fazla çekinenler, dini inancı intiharı yasaklayanlar, hayatta kalma ve zorluklarla mücadele etme açısından daha kabiliyetli olanlar, intihardan daha fazla korkanlar intihara daha az yeltenir.

“Yaşamak herşeyden güzel ve herşeye değer”, “tanınmamış olmaktan korkuyorum”, intihar etmek en büyük günahlardandır”, “ben ölürsem çocuklarıma kim bakar, onları yalnız bırakamam”, “hayatımı ve kaderimi kontrol edebilirim” gibi düşünceler intihar düşüncesi geliştirebilecek kişileri hayatta tutmada etkilidir. Bu düşüncelerin intihardan koruduğu Malone ve ark.ca yapılan araştırmalarda kanıtlanmıştır. Linehan’da bu özellikleri tarayan güvenilir bir ölçek oluşturmuştur.

Fakat tahmin edilebileceği gibi bu düşüncelerin etkileri, bu konulara bakış açıları etnik topluluklar, kültürler, hatta küçük guruplar arasında bile değişebilmektedir. Yine de intiharın sorgulandığı bir hastada koruyucu etkenlerin bilinmesi faydalı olacaktır. Hatta intihar düşüncesinden vazgeçirmede hekim bunlardan yararlanabilir. İntihar düşüncesi ile yoğun olarak meşgul olan hastanın dikkati ailesine, çocuklarına ve arkadaşlarına doğru yönlendirilebilir.

Umutsuzlukta yukarıda bahsedildiği gibi intiharın oluşumunda önemli etkenlerdendir. Umutsuzluğun intiharın önemli bir belirleyicisi olduğunun anlaşılması intiharı tanıma, fark etme ve tedavi etme açısından yararlıdır. Tedavide görünüşteki tüm olumsuz beklentilere, var olduğu sezilen en şiddetli umutsuzluklara karşı olumlu beklentileri de araştırmak, umudun hangi nesnelere bağlandığını bulmak ve işlemek gerekir. Aslında umutsuzluk bir anlamda umudun yönünü ve nesnesini değiştirmiş bir biçimi olarak anlaşılabilir.

Bu durumun tedavisi olduğu hastaya ve ailesine mutlaka anlatılmalıdır. İntihar düşünceleri yoğunlaştığında en yakın sağlık kuruluşuna ve psikiyatriste gitmesi istenmelidir. Hastaya verilecek desteğin çok kaliteli olması konusunda yakınlar, özellikle eşler ve ebeveynler bilgilendirilmelidir. İntihar düşüncesi olan hasta çok yakından takip edilmeli hiçbir zaman, uyurken bile yalnız bırakılmamalıdır. Acil durumlarda hastaya müdahale edebilecek, polise veya 111’e haber verebilecek biri devamlı yanında olmalıdır.

Duygudurumu bozukluğu olan süisidal hastalar tedavi almıyorlarsa, kendileri için yardım arama çabaları yoksa, zorla doktora getirilmişlerse hospitalizasyon düşünülmelidir. Bipolar hastada şiddet içeren davranışlar sergileme hospitalizasyon endikasyonu olabilir. Bazı durumlarda intihar düşüncesini dile getirilebilir veya davranışlarından bu izlenim elde edilebilir. Diğer durumlarda risk hastanın ajitasyonuna, disforisine ve bunlarla beraber olan diğer risk etkenlerine bakılarak değerlendirilebilir. Eğer tüm bunlarla beraber hızlı döngülü bir duygudurumu varsa risk çok artacaktır.

Son yıllarda psikiyatride kullanılan yöntemlerin, ilaçların, özelliklede antidepresanların hızla gelişmesine rağmen intiharı ve intihar girişimlerini önleme kapasitesi kısıtlı ve yetersiz kalmıştır. Yinede sahip olunan klinik tecrübeler ve araştırma sonuçlarına dayanarak bazı etkili intiharı değerlendirme ve intihara müdahale etme yöntemleri oluşmuştur. Trisiklik antidepresanlar yüksek dozlarda toksik etkili olmalarına rağmen, intihara karşı diğer antidepresanlardan daha iyi koruyabilir. Antidepresanların bazen görülen ajitasyon, uykusuzluk ve halsizlik gibi yan etkileri yüzünden intihar eğilimi tetiklenebilir. Maria A. Oquendo ve arkadaşlarının 180 intihara teşebbüs etmiş depresif hastayı incelediklerinde bunların yeterli tedaviyi almadıklarını görmüşler. İsometsa ve ark.da araştırdıklarında sadece %10-14 intihar etmiş depresyon hastasının yeterli tedaviyi aldığını bulmuş. Bununla beraber %50-80 kadar hastanın intihar etmeden 30-90 gün öncesinde bir hekimle görüştüğünün bilinmesi yapılabilecek şeyler olduğunu göstermektedir. Nitekim İsveçte birinci basamak hekimlerinin depresyonun tanı ve tedavisi konusunda bilgilendirilmesinin ardından antidepresan kullanımında artış ve intihar oranlarında azalma kaydedilmiştir. Benzer sonuçlar birkaç çalışmada daha bulunmuştur. Verilerin takibinde bu etkinin birkaç yıl içinde azalarak sona erdiği görülmüştür. Yani hekimleri bu konuda eğitme periyodik olarak devamlı yapılmalıdır.

İntiharın tedavisinde en hızlı ve en etkili yöntem elektrokonvulzif tedavi (EKT)’dir. Ama EKT’nin uzun dönemdeki koruyucu etkisi iyi araştırılmamıştır.

405 bipolar ve 92 unipolarla yapılan bir “lityum profilaksisinin mortalite üzerindeki etkileri”ni görme çalışmasında hastalar 30 yıl boyunca takip edilmişler.

Grup A Bunlardan 277’si ölene kadara veya çalışma sonlana kadar klinikle ilişkilerin kesmemiş.

Grup B 86 tanesi klinikle ilişkisini kesmiş ama lityuma devam etmiş.

Grup C 134’ü hem kliniği bırakmış hem de lityumu kesmiş.

Her üç grupta da bipoların sağlıklı toplumdan yüksek intihar oranlarına sahip olduğu görülmüş. Unipolarlar arasında sadece kliniği veya lityumu kestikten sonra intiharda artma görülmüş. Bipolarlardaki intihar oranları grup A’da 3,5 / 1000 hasta yılı iken B’de 4,34 / 1000 hasta yılı C’de 6,3 / 1000 hasta yılı bulunmuş. Bu çalışma ile lityumun antisuisidal etkisinin bipolarlar kadar unipolarlarda da iyi olduğu görülmüş. Lityum etkisini depresyon atakları sayısını ve süresini azaltarak, agresifliği ve düşmanca tutumların yoğunluğunu azaltarak gösterir. Bunun yanında düzenli olarak bir klinik tarafından takip edilmenin de intihar oranlarını daha da düşürebileceği bulunmuştur. Aynı etki clozapinle tedavi edilen ve periyodik aralıklarla kontrole gelen şizofren hastalarda da görülmüş.

Hastanın yakından takibi ve tedavisi; epizotların sıklık ve kötülüğünü, mortalite ve morbiditeyi azaltmada önemlidir.

Bipolar I bozukluğu olan ve intihara teşebbüs etmiş 1397 hasta (%39’u lityum alan) incelendiğinde; erkeklerde kadınlardan daha fazla komorbid alkol kullanım bozukluğu olduğu, daha genç yaşta intihara teşebbüs ettikleri ve daha kısa bir tedavi geçmişi oldukları bulunmuş(Isometsa). Hastaların %74’ünde o sırada tedavi almaktaymış ve %39’u bu eğilimlerini son 3 ay içinde doktorlarına belirtmişler. Ama bunlardan sadece %11’i gereken dozda antidepresan almışken, araştırmaya katılan hastaların hiçbirine EKT uygulanmamış. Bipolarlar, unipolarlardan daha fazla boşanma ve hastaneye yatış hikayesine ve daha uzun tedavi süresine sahipmiş.

Lityumu duygudurumu düzenleyicisi olarak kullanan hastalarda eğer lityum herhangi bir nedenden dolayı kesilirse takipteki ilk 12 aya dikkat edilmelidir. Bu dönemde intihar riski 20 kat artabilir. 12 ayın sonunda intihar riski lityum tedavisine başlandığı dönemdeki oranına dönmektedir. Lityumun kesiliş şeklide önemlidir. Eğer hızlı kesilirse hem depresyona girme ihtimali hemde intihara teşebbüsü ihtimali yükselir.

Riskli kişilerde intihar riskini azaltmada psikodinamik ve bilişsel davranışçı psikoterapötik yöntemlerden de faydalanılabilir. Bunlarda amaç ölüm düşüncesiyle artan anksiyete ile başetme becerilerini arttırmak, ölüm düşüncesine karşı savunma düzeneklerini harekete geçirmek, sorunları çözme ve bunlarla başedebilme yeteneklerini geliştirmektir. Hastanın izolasyonu engellenmeli, günlük aktiviteler arttırılmalı ve intihar düşüncesinin temelinde depresyon varsa bunun tedavisinin mümkün olduğu devamlı hatırlatılmalıdır. Bu esnada ölmeyi isteyen hasta ile yaşamı korumaya çalışan doktor arasında zıt karşıt aktarımlar ortaya çıkar. Ölüm düşünceleri ile direk olarak ilgilenmek terapistin ölümle ilgili kendi korkularını ve yetersizliklerini, yardım edememenin getirdiği ümitsizlik duygularını alevlendirirken karşıt kızgınlığı ve intiharı destekleme dürtülerini ortaya çıkarabilir.

Psikofarmakolojik tedavi alan, intiharı tekrar etme riski yüksek olan hastalara psikoterapötik açıdan da destek sağlamak intiharın tekrarını azaltmaktadır. Bilişsel davranışçı yöntemlerle tedavi edilen hastalarda kendine zarar verme davranışları da azalmaktadır

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ÜMİTSİZLİK, SALDIRGANLIK VE KİŞİNİN DİĞER ÖZELLİKLERİ

ÜMİTSİZLİK, SALDIRGANLIK VE KİŞİNİN DİĞER ÖZELLİKLERİ…

Daha önceden intihar teşebbüsünde bulunmuş kişiler ise tekrar başvurduklarında depresyon düzeyleri yüksek olmaktadır. Daha önce teşebbüs etmiş kişilerde depresif veya mikst duygulanıma 2 kat daha sık rastlanılmakta. İntihara teşebbüs etmiş kişilerde major depresyon epizodlan 2 kat daha fazla sayıda.

Dünyada intiharın en sık görüldüğü ülkelerden biri olan Finlandiya’da yaklaşık 24913 biyolojik ikizleyapılmış bir araştırmada deneklere 1975, 1981 ve 1990’da 4 maddelik bir anket yollanmış. Burada hayata olan ilgi, mutluluk, yaşama zorluğu, kendini yalnız hissetme düzeyleri araştırılmış. Başka araştırmalarında desteklediği gibi subjektif iyilik hali ve hayattan memnuniyet intiharla yakından ilişkili bulunmuş.

İntihara teşebbüs etmiş kişilerde ümitsizlik ve subjektif depresyon düzeyi daha yüksek ve intihar düşüncesi daha fazla mevcut. İntihara teşebbüs etmişlerde ve etmemişlerde de objektif depresyon düzeyi ve son zamanlardaki yaşam olayları benzer düzeylerde bulunur. Bu verilerden yaşanan olayların iyi veya kötü olarak algılanmasının subjektif olarak değişebileceği sonucu çıkarken, aynı depresyon düzeyinde iken olumlu bakış açılarına sahip olanların yaşamsal bir avantaj sağlayacağı görülür. Yüksek riskteki hastaları belirlemede veya yatışa karar vermede depresyon düzeyi çok önemlidir. Doktorlar açısındansa intiharı öngörmede objektif depresyon kriterlerinin yanıltıcı olması değerlendirmeyi güçleştirecektir. Bu yüzden daha çok dikkate alınması gereken hastanın subjektif depresyon düzeyi ve kendi ifadeleridir.

Beck umutsuzluğun intihar eyleminde depresyondan daha önemli bir belirleyici olduğu kanısındadır. Beck, Kovaks ve Weissmann (1975) intihar eylemi ile bilişsel çarpıklıklar arasındaki ilişkiye işaret ederler. Onlara göre intihar esnasında hastalar çektikleri acıları kaldıramayacakları ve sorunlarının bir çözümü bulunmadığı inancındadırlar. İçinde bulundukları umutsuz, çaresiz ve çözümü olmayan durumdan tek kurtuluş yolu intihardır. Bir başka açıdansa intiharın tek kurtuluş yolu olarak görülmesi, onu acılardan kurtaran ve çözüm sağlayan bir umut haline getirir. Ölüm ile dinginliğin geleceği, tatlı bir uykuya dalınacağı, güçlü ve koruyucu bir nesne ile birleşileceği düşünceleri, olumlu beklentilerin yaşam yitimlerine bağlanmasını, yani intiharın bir umuda dönüşmesini kolaylaştırır.

Beck (1974) bir umutsuzluk ölçeği (BUÖ) geliştirmiştir. Dyer ve Kreitmann (1984), Beck, Kovaks, Welssmann (1975). Wetzel (1976) Minkoff, Bergmann, Beck (1973) bu ölçeği kullanarak umutsuzluk. depresyon ve intihar arasındaki ilişkileri araştırmışlardır. Araştırmalarında şu noktalarda görüş birliği bulunmaktadır:

a. Geleceğe ilişkin olumsuz beklentiler ile intihar ciddiyeti arasında anlamlı bir korelasyon bulunmaktadır.
b. İntiharın ciddiyetini depresyondan çok umutsuzluk belirler. Ciddi intihar düşünceleri umutsuzluk ile depresyona kıyasla daha yakın bir ilişki içindedirler.
c. Umutsuzluk depresyon ile intihar arasında bağlayıcı bir etmen konumundadır.
d. Umutsuzluğun kontrol edilmesi durumunda depresyon ile intihar arasındaki korelasyon kaybolmaktadır. Buna karşın depresyonun kontrolü durumunda umutsuzluk ve intihar arasındaki korelasyonda bir değişiklik saptanmamaktadır.

Umutsuzluk intiharın önemli bir belirleyicisidir.

Agresyon ve impulsivite: Kişi agresyonunu kendisine yönelttiğinde intihar, başkalarına yönelttiğindeyse saldırganlık oluşmaktadır. İntihara teşebbüs etmiş depresyon hastalarının geçmişlerinde agresyon ve impulsiviteye sık rastlanır. İntihara teşebbüs hikayesi olan suçlularda aynı zamanda ciddi saldırganlıkta görülmektedir. İmpulsif katillerde ve kundakçılarda da düşük BOS 5-HİAA düzeyleri bulunmuştur. Primatlarda saldırganlık, aşırı risk alma davranışı ve düşük BOS 5-HİAA düzeyleri arasındaki ilişkiler gösterilmiştir.

Primatlarda kolesterolden fakir beslenme serotonerjik fonksiyonları selektif olarak inhibe eder. Bu diyet esnasında saldırgan davranışların arttığı ve sosyal ilişkilerin azaldığı gözlenmiştir. Aynı etkinin, selektif olmayarak, insanlarda da olduğuna dair kanıtlar vardır.

Fiziksel hastalıkla depresyon arasındaki ilişkiye bakarsak fiziksel bir hastalığın, bilişsel bozukluğun veya yeti kaybının kontrol edilmesinin ardından depresyon düzeyinin yüksek olması mortaliteyi arttırmaktadır. Bir yönden fiziksel hastalıklar depresyonu artırabilir, bir yenden de depresif hastanın bozulmuş hayat şartları ve bağışıklık sistemi fiziksel hastalığa sebebiyet verebilir veya onu ilerletebilir.

Bipolar bozukluklar kroniktir ve hastanın hayatının bir çok alanını kötü yönde etkileyerek intihar riskini arttırır. Bipolar hastaların %30’u hayatlarında en az 1 defa intihara teşebbüs ederler.

Bipolar bozukluğu olan hastalarda intihar riski yüksektir ama artık bunun eskisi gibi %15 değil de bundan daha düşük bir oranda olduğu düşünülmektedir. Bipolar hastalarda riski hesaplamak zordur ama daha önceden intihara teşebbüs etmiş bipolar hastalarla etmemiş olanlar karşılaştırıldığında şu klinik özellikler dikkati çeker;

Suisidal düşünce; önceden intihara teşebbüs etmiş hastalarda intihar düşüncesi etmeyenlerden çok daha yoğun olarak tespit edilmiş. Hatta hastalar intihara aylar önce teşebbüs etmiş olsalar dahi özellikle klinik alevlenmenin başlamasıyla intihar düşüncesi tekrar gün ışığına çıkmış.

Hayat boyu agresyon ve impulsivite; intihar teşebbüsünde bulunan bipolar hastalarda agresyon oranı yüksek bulunurken impulsivite diğer bipolar hastalarla aynı oranda bulunmuş.

Umutsuzluk ve yaşama isteği; karşılaştırıldığında intiharı önceden denemiş olan bipolar hastalar yaşamak için sebep bulmakta zorlanıyorlar.

Madde kullanım hikayesi; Alkolizm ve madde kullanımı bipolar hastaların tümünde yüksek oranlarda bulunurken, suisit riski açısından bipolar hasta grubu içinde artışa sebep oluyor. Bipolar hastalarda alkol kullanım bozukluğu da varsa intihara teşebbüs etme riski yaklaşık iki kat (%21.7’den %38.4’e) artmakta. Bazı bipolar hastalarda duygudurumu hızla dalgalanır, özellikle de madde bağımlılığı olanlarda (bunlarda durumu ve suisit riskini değerlendirmek daha zordur).)

Aile geçmişinde intihara teşebbüsü hikayesi: intihara teşebbüsü etmiş bipolarların ailelerinde intihar hikayesine daha sık rastlanmış. Bu geçiş psikiyatrik hastalığın ailesel geçişinden bağımsız bulunmuş. hastaneden yeni çıkmış olanlardır. (Depresyon tedavisi için yatarak tedavi gören duygudurumu bozukluğu hastalarında hastaneden çıktıktan sonra intihar riski devam temekte. Bu riski özellikle hastaneden çıktıktan sonraki iki yılda sürmektedir.

Cinsiyet; çalışmaların çoğunda ama hepsinde olmamak üzere bipolar kadınlar intihara teşebbüs etmede daha riskli. Bipolar erkeklerse intiharı tamamlama açısından daha başarılı.

Başlangıç yaşı; intihara teşebbüs edenler ve etmeyenler arasında mani veya depresyonun başlama yaşı açısından fark yoktur. Ama bazı çalışmalarda depresyonu intihara teşebbüs ile ilgili olan hastalarda başlama yaşının daha küçük olduğu bulunmuş.

Psikozun varlığı; Bu konudaki bilgiler çok tutarlı ve aynı görüşte değil. Ama buda dikkat edilmesi gereken bir faktör. Sanrıların varlığı süisidal davranış için risk faktörü olarak görülmektedir. Psikotik olmayan hastalarda süisidal düşünceyi sanrılarla ilşikilendirmek akla cevabı bilinmeyen daha başka soruları da getirir. Ne tip sanrılar etkiler, nasıl etkiler, antipsikotiklerle önlenebilir mi? gibi. Am J Psychiatry 2001 May;158(5):742-7 (ISSN: 0002-953X) Grunebaum ve ark. duygudurumu bozukluğu ve şizofreni olan hastaları sanrıları ve intihara teşebbüs edip etmemeleri açısından incelemişler. Sanrıların varlığı ile intihara teşebbüs etme hikayesi arasında bir ilişki bulamamışlar.

Mikst veya manik dönemde olan ve depresif yakınmalar getiren Bipolar 1 hastalarında intihar düşünceleri ve / veya girişimleri depresyonda olmayanlardan daha sık intiharı tamamlamış (strakowski-96) (Dilsaver -1994). Bipolar 1 hastaların çoğunda o sırada depresyon (% 79) veya mikst dönem (%11) mevcuttur. (ısometsa-94). İntihara teşebbüs eden bipolar hastaların depresyon düzeyi tam araştırılmamışsa da bunların hayatboyu geçirdikleri depresif ataklar intihara teşebbüs etmeyenlerden 2 kat fazladır. Sonuçta bipolar bozukluğu olan hastada depresif semptomların olması veya depresif atak geçiriyor olması, intihar düşüncesi, teşebbüsü ve tamamlanması ile yakından ilgili.

Bipolar II’nin gidişi ve prognozu hakkında daha az bilgi olması, takip çalışmalarının henüz sürmekte olması yüzünden eldeki veriler sonuç çıkartmak için yeterli değildir. Ama intihar riski büyük olasılıkla artmıştır. Bipolar II’de madde kullanım bozuklukları, anksiyete ve kişilik bozuklukları da sağlıklı populasyondan daha sık görülmektedir ve bunların hepsinde de intihar riski yüksektir.

Depresyondaki unipolar ve bipolar hastalarda intihar karşılaştırıldığında bipolar hastaların geçmişlerinde daha fazla sayıda intihara teşebbüsleri olmasına rağmen bipolarla unipolarların intihara eğiliminde fazla fark yoktur. İntihara teşebbüs bipolarlarda %26.6, unipolarlar da %17.8 iken intihar düşüncesi her iki gurupta yaklaşık %40, tamamlanmış intihar oranı yaklaşık %0.8’dir. Distimik hastaların takip çalışmalarında bunların major depresyon hastalarından daha ciddi semptomlarla, daha bozulmuş işlevsellikle geldikleri, intihara daha çok teşebbüs ettikleri ve hastane yatışlarının daha çok olduğu görülmüştür

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

İNTİHAR VE DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

İNTİHAR VE DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

Günümüzde tanı kriterlerinin ve sınıflama sistemlerinin gelişmesi ile intiharın epidemiyolojisi ve etyolojisi daha iyi anlaşılmaya başlamıştır. Ama zaman içinde yenilenen tanı kriterleri ve sınıflamalar konunun uzun dönemdeki takiplerini ve verilerin yorumlanmasını güçleştirmektedir. Bu çalışmada intihar ile duygudurumu bozukluklukları arasındaki ilişkiler üzerinde durulurken DSM-IV tanı kriterleri esas alınmıştır.

İntihar olgularının yaklaşık %80-90’ında psikiyatrik tanı bulunur. İntihar genellikle psikiyatrik bir hastalığın komplikasyonudur. Pek çok araştırma depresyon ile intiharın yakın ilişkisine işaret eder. İntiharlarda depresyon %40-50 oranında görülmektedir. Bugün intiharın depresyonun bir belirtisi, bir sonucu gibi ortaya çıktığı, kişide depresyon olmasa bile çoğu durumda intihar ederken depresif duygudurumunun eşlik ettiği düşünülmektedir. Zaten depresyonun DSM-IV tanı kriterlerine bakarsak bunların çoğunun depresyonda olan veya olmayan kişilerde intihar açısından bir belirti veya risk etkeni olarak kabul edilen durumlar olduğu görülür.

A. Özkıyım. tehlikesine işaret eden belirtiler:

1. Daha önceki özkıyım girişimleri ya da özkıyımı düşündürecek belirtiler
2. Aile içinde ya da çevrede özkıyımın bulunması
3. Çevrede dolaylı ya da dolaysız olarak özkıyım girişimleri ile korkutma (tehdit etme)
4. Özkıyım eylemini nasıl yapacağını ya da eyleme nasıl hazırlandığını bildirme
5, Huzursuzluğun ve özkıyım düşüncelerinin ardından devingenleşme
6. Düşlerinde kendisine kıydığını, yüksek yerden düştüğünü. felaketleri görme.

B. Özgül belirti ya da sendromlar,

1. Korkulu, ajite sendromlar.
2. Uzun süren uykusuzluk
3. Duyguların yoğunlaşması ve saldırganlık birikimi
4. Depresyonların başlangıç ve bitiş dönemleri
5. Biyolojik nedenli bunalım dönemleri (Puberte, gebelik. doğum sonrası, klimakteriyum)
6. Şiddetli suçluluk ve yetersizlik duyguları
7. İyileşmeyen ağır hastalıklar8. Alkolizm ve madde bağımlılığı

C. Çevresel koşullar

1.Çocukluk döneminde aileleri dağınık ve aile sorunu olanlar.
2.İlişki azlığı, yalnızlık, göç, sevgi yitimi)
3.Mesleksel güçlükler, parasal sıkıntılar.
4.Bir görev ya da amaç yokluğu.
5.Dinsel bağların eksikliği

954 hastada yapılan bir çalışmada hastalar değerlendirilirken yakın dönem ve uzun dönem olarak risk etkenlerini ikiye ayırmanın faydalı olacağı ortaya çıkmış (Clark ve Fawcett 92). Son 1 yıldaki 7 faktör intiharı öngörme açısından önemli bulunmuş; panik ataklar, psişik anksiyete, ciddi oranda zevk ve ilgi kaybı, anksiyeteden depresyona oradan kızgınlık ve öfkeye kayan hızlı döngülü bir duygudurumu, alkol kullanımı, konsantrasyon bozukluğu, genel uykusuzluk. Uzun dönem risk faktörleri de ümitsizlik, intihar düşüncesi, intihara eğilim, geçmişte intihara teşebbüs hikayesidir.

İntihar etmiş duygudurumu bozukluğu olan hastalarda yapılan araştırmalarda (Goodwin 99) risk etkenleri şöyle sıralanmış:

Akut depresyon (ümitsizlik, uykusuzluk, anhedoni, anksiyete veya panik)
Mikst dönem
Hızlı döngü
Madde kullanımı
Agresif ve/veya impulsif tutum
Düşük serotonerjik aktivite
Hipotalamik-pituiter-adrenal aks aktivasyonu
Depresif duygulanım duygudurumu bozuklukları içinde intiharın en sıkı ilişkide olduğu klinik tablodur. Depresif dönemle duygudurumu bozukluklarından birçoğunda hastalığın seyri esnasında karşılaşılmaktadır. DSM-IV’te tanımlanan duygudurumu bozuklukları ana olarak iki başlık altında toplanabilir:

1- Depresif bozukluklar

-Majör depresif bozukluk
-Distimik bozukluk

2- Bipolar bozukluklar

-Bipolar I bozukluğu
-Bipolar II bozukluğu
-Siklotimik bozukluk

Intihar etmiş depresif hastalar majör depresyon tanı kriterlerini tamamlama ve tamamlayamama açısından farklılıklar gösterirler. Majör depresyon tanısı almamış ve intihar etmiş, başka türlü adlandırılamayan depresif bozukluk, depresif mizaçlı uyum bozukluğu, ve distimik bozukluk hastaları daha genç yaşta intihar ediyorlar ve erkek hastaların sayısı daha fazla. Madde kullanım bozuklukları ve sekonder depresyon daha sık, tedavi için bir doktora başvuru sayısı daha az. Intihar eğilimlerinide daha az açmaktadırlar. Hayatlarının son döneminde özelliklede son haftasında kendilerini olumsuz yönde etkileyen bir olayla karşılaşma sıklıkları da daha fazla olmakta.

Intihara teşebbüs etmiş erkek hastalarda komorbid depresif bozukluklarına bakıldığında prevelans majör depresyonda %27, distimik bozuklukta %17, depresif mizaçlı uyum bozukluğunda %4 bulunmuş.

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

İNTİHARIN BİYOLOJİSİ

İNTİHARIN BİYOLOJİSİ

Yapılan postmortem çalışmalarda serotonerjik, noradrenerjik ve dopaminerjik sistemler araştırılmıştır. Üç sisteminde intihar eğiliminde rol oynayacağı düşünülürken en fazla ve güvenilir bilgi serotonerjik sisteme aittir.

İntihar edenlerin, özelliklede vahşice yöntemler kullanarak kendini öldürenlerin, beyin omurilik sıvısında serotonin ve onun ana metaboliti olan 5-hidroksi indole asetik asidin düzeylerinde belirgin azalma saptanır. Serotonerjik çalışmalarda (genelde) serotonin hücrelerinin presnaptik terminal bağlanma bögelerinde azalma görülür. Bu tip değişiklikler özellikle ventral prefrontal kortekste meydana gelir. Ventral prefrontal korteks, inhibisyonun yönetiminde rol alır. Burası yaralandığında hastalarda disinhibisyon görülür. Disinhibisyon intihar eğilimini ve saldırganlığı ortaya çıkarır. İntihar edenlerin prefrontal korteksinde 5-HT1A ve 5-HT2A gibi postsnaptik serotonin reseptörlerinde artma da olur. (Benzer şekilde serotonin reseptörü artışı trombositlerde de vardır.) Bir açıklamaya göre postsnaptik serotonin reseptörleri beynin bu bölgesindeki azalmış serotonin aktivitesini telafi etmek için artmıştır.

Locus coeruleustaki noradrenerjik nöronlarda azalma olur. İntihar edenlerde adrenerjik otoreseptör sayısında, noradrenalin sentezinin en önemli enzimi olan tirozin hidroksilaz seviyesinde artma görülür. Noradrenerjik sistem koşullara daha çok bağlıdır ve daha az genetik kontrol altındadır.

Dopaminin esas metaboliti olan HVA (homoksi valinik asit) ve DOPAC’ın (dihidroksi fenil asetik asit) idrarla atılımının intihar eğilimi olan depresif hastalarda azaldığı ve BOS HVA düzeylerinin daha düşük olduğu bulunmuş.

Akut streste ve travmada artan anksiyete ile birlikte hipotalamo hipofizer eksen aktivasyonu görülür. Kortikotropin salgılatıcı hormon ve steroitler hem noradrenerjik hem de serotonerjik sistemleri düzenler. Travma veya kişideki etkileri sürerse

Bunu destekler nitelikte bakıcılar tarafından büyütülen maymunlarda doğal anne tarafından büyütülenlerden daha düşük serotonerjik aktivite görülür.

İntihara teşebbüs etmiş majör depresyon hastalarının 2/3’ünde BOS 5-HİAA düzeyi etmeyenlerden düşüktür. 5-HİAA düşüklüğü intihar yönteminin vahşiliği ile de ilişkilidir. 5-HİAA intihara teşebbüsü ve intiharı öngörmede kullanılabilir. Çünkü aynı durum şizofrenlerde ve kişilik bozukluklarında da saptanmıştır.

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

İŞ YERİNDE DEPRESYON

Devamlı üzüntülü olma hali ya da aşırı endişe. Her zaman yapılan aktivetelerden keyif alamama.

Yorgun hissetme, enerji kaybı, bir şekilde “yavaşlama” durumu.

Bir işveren olarak kimi çalışanlarınızın zaman zaman daha az üretken olmaya başladıklarını ve güvenilirliklerini yitirdiklerini görürsünüz.

Hasta oldukları gerekçe­siyle işe gelmedikleri gün sayısında artmalar olur ya da sürekli olarak işe geç gelme­ye başlayabilirler.

Yaptıkları işe karşı ilgileri azalır ve daha çok işyeri kazası ortaya çık­maya başlar. Bu kişiler depresyonda olabilirler, işverenin depresyon tanısı koymak gibi bir yükümlülüğü olmasa da danışmanlık ve gerekirse tedavi alması konusunda çalışana yol gösterebilir.

İş arkadaşları kişinin depresyonda olup olmadığını ilk farkedenler olabilir. Bunu konuşmak her ne kadar zor olsa da kendisi için endişelenen birilerinin olduğunu bilmek zor durumdaki kişiye iyi gelebilir. Yardıma ihtiyacı olduğunu farketmek ve erken müdahale rahatsızlığı çok hızlı bir şekilde ortadan kaldırabilir. Hatta böyle bir destek sistemini bilmek hafif derecede bir depresyon hastası için iyileştirici bile olabilir.

Hayatımızın büyük bir kısmının çalışma ortamında geçtiğini düşünürsek depresyon ister kişisel problemlerden kaynaklansın ister iş ile ilgili problemlerden, en önemli etkisini iş ortamında göstermektedir.

HER CAN SIKINTISI, MUTSUZLUK DURUMU DEPRESYONDAYIM ANLAMINDA MI?

  • Uyku problemleri (düzensiz uykular, aşırı uyuma ya da çok az uyuma, devamlı uyanma).
  • Yeme problemleri (aşırı yemek yeme ya da çok az yeme, ciddi kilo kaybı).
  • Karamsarlık, umutsuzluk.
  • Konsantrasyon problemi, unutkanlık ve karar vermede zorlanma.
  • Ölüm ya da intihar düşünceleri
  • Her türlü durum karşısında nedensiz ağlama.

( Eğer bu sayılan belirtilerden en az bes tanesi iki haftadan fazla zamandan beri yaşanıyorsa profesyonel bir yardıma ihtiyaç var anlamına gelir. )

DEPRESYONUN SEYRİ NASILDIR?

Depresyon, insanın en üretken olduğu yıllar olan 25-44 yaşları arasında daha çok ortaya çıkar. Tedavi edilmeyen depresyonlar süre­ğen bir hastalığa dönüşerek kişinin kişisel, aile ve iş yaşamını bozmaya başlar.

Dep­resyon mide ülseri, şeker hastalığı, kan basıncı yüksekliği ve romatizma gibi sık sö­zü edilen hastalıklardan çok daha fazla iş gücü yitirilmesine neden olur ve bu kişiler çok daha uzun sürelerle işlerinden kalırlar.

İŞYERİNDE DEPRESYON GÖRÜLME SIKLIĞI:

Yapılan araştırmalarda, her işyerinde 20 kişiden birinin bir biçimde depresyonun olduğu bulunmuştur. Depresyonun et­kin tedavileri olmasına karşın, depresyondaki her üç kişiden ikisinin tedavi alamadı­ğı bulunmuştur. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün araştırmasına göre stresin tetiklemesiyle ortaya çıkan depresyon, 2020 yılında tüm yaş ve cinsiyetler için dünyayı tehdit eden en önemli 2. sağlık sorunu olmaya ulaşacağı öngörülmektedir.

Türkiye’de depresyona girenlerin dörtte üçü işyerinden izin almakta ve izin alınan süre yaklaşık 32 günü bulmaktadır. Bu süre kadınlarda 25, erkeklerde 36 gündür. Türkiye’de depresyon nedeniyle erkekler kadınlardan daha çok izin kullanmaktadır.

Avrupa Depresyon Birliği’nin ”Avrupa’daki İşyerlerinde Depresyonun Etkilerinin Denetimi”(2012) anketine katılan her 10 çalışandan biri, depresyon nedeniyle işe gidemediğini söylemiş.

Avrupa’da 7 binden fazla kişiyle görüşülerek yapılan ankete göre, Almanya’daki işçilerin yüzde 61’i, Danimarka’dakilerin yüzde 60’ı ve İngiltere’dekilerin yüzde 58’i depresyon nedeniyle iş yerinden izin alırken, Türkiye’deki işçilerin yüzde 25’i bu nedenle izin aldığını belirtmiş.

Avrupa Birliği’nde depresyonun maliyeti 2010’da 92 milyar avro olarak hesaplanırken, depresyonla ilgili tüm maliyetlerin yüzde 50’sinden fazlasını işe gelmeme (işten izin alma) ve işe gelme (hastayken çalışma) nedeniyle ortaya çıkan kayıp verimlilik oluşturmuş.

Son depresyon döneminde iş yerinden izin alınan ortalama gün sayısı 36 olarak belirlenirken, en yüksek rakam 41 gün ile Almanya ve İngiltere’de, en düşük rakam 23 gün ile İtalya’da tespit edilmiş.

Depresyon nedeniyle işe gelmeyen çalışanların oranı yüksek olmasına rağmen, depresyondaki her 4 kişiden biri, işverenine depresyon geçirdiğini söylemediğini açıklamış. Bunların üçte biri, mevcut ekonomik ortamda böyle bir durumun işlerini tehlikeye atacağını hissettiklerini ifade etmiş.

Depresyon belirtilerini saymaları istendiğinde, anketi yanıtlayanların yüzde 33’ü unutkanlık, yüzde 44’ü kararsızlık ve yüzde 57’si konsantrasyon bozukluğu olduğunu belirtmiş.

Ankete katılan yöneticilerin yaklaşık üçte biri, çalışanlardaki depresyonla başa çıkmalarına yardımcı olacak hiçbir resmi destek olmadığını belirtirken, destek eksikliğinin yüzde 44 ile en fazla Almanya’da ve yüzde 10 ile en az Türkiye’de olduğu görülmüş.

İngiltere’deki yöneticilerin yüzde 55’i insan kaynakları departmanlarından destek alma, Türkiye’deki yöneticilerin yüzde 79’u bir sağlık uzmanından destek alma eğiliminde olduğunu açıklamış.

DEPRESYON AÇISINDAN RİSK FAKTÖRLERİ?

Yeteneklerini iş alanında kullanamayanlar, hep aynı şeyleri yapmaktan bıkanlar, performansı konusunda hiçbir geribildirim alamayanlar, her an her şey olabilir diyerek iş ortamında yoğun baskı altında olanlar, iş organizasyonu konusunda hiç söz hakkı olmayanlar, hakaret eden, ödüllendirmeyen hatta eksiklikleri hep gören, talepleri bitmeyen zorlayıcı patronlarla çalışanlar, son zamanların popüler kelimesi “mobbing” yani iş yerinde duygusal olarak taciz edilen kişiler (aşağılanan, değersiz hissettirilenler…) yoğun stres altında olup depresyonda olma riski yüksek kişiler olabilirler.

İŞYERİNDE STRES YARATAN FAKTÖRLER;

  • Teknolojideki hızlı gelişmeler; Bilgisayarın iş hayatına getirdiği hız yüzünden insanların çalışma hızı ve onlardan beklenen verim de beraberinde arttı. İnsanlar çoğu zaman bu hıza ayak uydurmak ve bunu korumak için stres altına giriyorlar. Buna verilen en son ad ise; tekno-stres.
  • Maddi beklentiler; İşsizliğin bu kadar yüksek olduğu, ekonominin baş döndürücü bir hızda değiştiği, işyerindeki stres seviyesi her zamankinden daha yüksek. Çalışanların performansları düşerse iş kaybetme riskleri stres ve kaygı seviyelerini artıyor.
  • Kötü yönetim. Sebepsiz baskılar, belirsiz kariyer planlaması, uzun çalışma saatleri, kötü iletişim gibi faktörler ve de daha ucuza daha hızlı iş çıkarmak için elemanları daha çok çalıştırmaya odaklı yöneticiler stres seviyesini arttırıyorlar. Bunun en önemli sebeplerinden biri; işi çok iyi bilen fakat insan ilişkileri zayıf kişilerin yönetime getirilmesi.
  • ‘Eğer stresli değilsen iyi çalışmıyorsun’ sendromu. Çevrelerindeki stres seviyesi arttığında çalışanlar da bilinçli ya da bilinçsiz değerlerini arttırmak, diğer stresli iş arkadaşlarının yanında doğru yeri almak ve yaptıkları işin önemini firmalarına göstermek için kendi stres seviyelerini arttırıyorlar.
  • Sürekli Değişim. Yeni firma prosedürleri, yeni bilgisayar sistemleri, yeni departman sorumlulukları veya kişisel sorumluluklar, yeni şirket sahipleri, yeni yöneticiler, yeni iş sorumlulukları, yeni rakipler… Bunlar ve benzeri değişiklikler günümüzde hiç olmadığı kadar sık görülebiliyor.
  • Uzun çalışma saatleri. Sonuçları genellikle halsizlik, uykusuzluk ve formdan düşme, isteksizlik… Çok daha ciddi sağlık sorunları da yaratabiliyor.

Bunların dışında işyerinde stres yaratan çok sayıda faktör daha var. Kötü yönetici ve çalışma arkadaşları, bıkkınlık, kötü kazanç, evdeki stres… Sebepler ve gösterilen tepkiler de çok çeşitli. Bazı insanlar aşırı şiddetli stres altında çalışmaya dayanabilirken (Borsada çalışanlar gibi), diğerleri en ufak bir olaydan bile kolaylıkla etkilenebiliyorlar.

İŞYERİNDE DEPRESYON BELİRTİLERİ:

  • Kendini işine verememe, düşüncelerini toparlayamama
  • Üretkenlikte, dolayısıyla verimlilikte azalma
  • En küçük işleri bile yapmakta zorlanma
  • Beklenen davranış biçim ve kurallarına aykırılıklar gösterme
  • Diğer çalışanlarla işbirliği yapmama
  • Sürekli olarak gergin, sinirli ve huzursuz olma
  • Güvenlik önlemlerini almama, sık kaza geçirme
  • Sık sık işe gelmeme ya da işe geç gelme
  • Yorgun ve bitkin olduğuna ilişkin sürekli yakınma getirme
  • Açıklanamayan ağrıları ve sızıları olma
  • Aşırı miktarlarda alkol ya da uyuşturucu madde kullanma

    Depresyon, yönetici konumunda çalışanların yargılamasını ve başkalarıyla iş­birliği içinde çalışmasını, dolayısıyla genel işlevsellik düzeyini bozabilir.

Kişinin işi­ne odaklanamaması ya da yaşadığı karar verme güçlükleri, işyerini büyük zarara uğratan sonuçlar doğurabilir.

Sık sık işe gelmeme ya da işe geç gelme nedeniyle ya da aşırı ölçülerde alkol kullanma yüzünden işyerinde süreklilik gösterememe de birçok sorunu beraberinde getirir.

Bu kişiler, utandıkları için ya da başkalarınca “zayıf” olarak görülmekten korktukları için, böyle bir rahatsızlıkları yokmuş gibi davranarak içten içe acı çekerler, dolayısıyla her türlü iş ilişkilerine zarar vermeye başlayabilirler. Kendilerini sürekli güçlüymüş gibi, güç simgesi gibi göstermek iste­yen, kendi konumlarına böyle bir anlam yükleyen yöneticilerde bu durumla daha sık karşılaşılır.

Bu kişilerin içselleştirdikleri öfkeleri kimi zaman başkalarına da yan­sıtılır ve bu durum olumlu ilişkiler sürdürmelerini, dolayısıyla yöneticilik yapmala­rını zorlaştırır, hatta olanaksızlaştırır.

Bir işveren, böyle bir çalışanıyla aşağıdaki bi­çimde konuşabilir: “Görüyorum ki son zamanlarda sık sık işe geç geliyorsunuz ve işyerindeki yükümlülüklerinizi yerine getirmekte zorlanıyorsunuz; bu durum beni kaygılandırıyor. Ben sizi yine eskisi gibi görmek istiyorum ve herhangi bir konuda bir yardımım dokunacaksa buna hazırım. Kişisel birtakım sorunlarınız işinizi etkili­yorsa danışmanlık almanız konusunda yardımcı olabilirim. Bugün sizinle yaptığı­mız konuşma ve danışmanınızdan görüşmek için gün almanız kesinlikle aramızda kalacak. Ancak unutmayın, böyle bir danışmanlık alsanız da, almasanız da, sizden işyerindeki sorumluluklarınızı yerine getirmenizi bekliyorum. Danışmanlık alırsanız danışmanınızın yönergelerine hep birlikte uyarız. Danışmanınız bir işyeri hekimi, bir psikiyatrist ya da bir psikolog olabilir. Ben de her zaman size yardım etmeye hazırım, yeter ki daha iyi olmaya çalışın...”

Çalışanınız sağlık sorunlarından kendiliğinden söz etmeye başlarsa ve sürekli olarak bir çökkünlük yaşadığı üzerinde durursa, aşağıdaki konulara dikkat edin:

  • Soruna kendi başınıza tanı koymaya kalkmayın (işveren bir hekim, psikolog ya da psikiyatrist olmadıkça).
  • Danışmanlık alması için öneride bulunun.
  • Depresyondaki çalışanınızın tedavisi sürdürülürken çalışma saatleri konusun­da esnek olmanızın gerekebileceğini göz önünde bulundurun. Bu konuda in­san kaynakları bölümünüz çalışanınızın danışmanıyla ilişkiye geçip, çalışma biçimini ve saatlerini birlikte ayarlayabilirler.

Ağır depresyonun, çalışanınız için yaşamı tehdit edici bir hastalık olabilir, ancak başkalarına büyük bir olasılıkla bir zararı dokunmaz.

Çalışanınız “Yaşamanın ne anlamı var” ya da “Ben olmasam her şey da­ha iyi olur” gibi sözler söylüyorsa bunu önemseyin. Ne gibi önlemler alına­bileceği ve bu durumun üstesinden nasıl gelinebileceği konusunda uzmanın­dan danışmanlık alın.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist & Psikoterapist

CETAD Antalya Temsilcisi

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 (242) 316 98 99

facebook.com/antalyaterapipsikiyatri

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

DEPRESYON-2

DEPRESYON HAKKINDA BİLMEK İSTEDİKLERİNİZ?

PSIKOTERAPI YARAR SAĞLAR MI?

Kognitif (bilişsel) davranışçı terapi, düşünsel duygulanımcı terapi, kişiler arası ilişkilere yönelen psikoterapi, dinamik yönelimli terapi, sanat terapisi farklı teori ve pratikleriyle depresyon tedavisind yarar sağlar. Hafif depresyonda psikoterapi öncelikli olarak seçilebilir.

Terapistin değersizlik duygularınızı nasıl ele aldığı iyileşme için önemlidir. Değersizlik duyguları depresyonun anahtarıdır.

Yaptıklarınız sayesinde değer kazanamazsınız. Başarılar size tatmin getirebilir, ama mutluluk değil. Başarılara dayalı güven sahte bir özgüvendir.

Ayrıca benlik değeriniz görünümünüze, yeteneğinize, şöhretinize veya servetinize de  dayalı olamaz. Marilyn Monroe, Mark Rothko, Freddie Prinz ve bir çok ünlü intihar kurbanı bu acımasız gerçeği ispat etmişlerdir.

            Depresyondaki bireylerin büyük bir çoğunluğu aslında çok sevilen insanlardır. Fakat bu hiç işe yaramaz, kendilerini sevmezler ve kendilerine güvenleri eksiktir.

            „İÇINIZDE BIR YERDE ESASEN KAYBEDEN OLDUĞUNUZDA ISRAR EDERKEN GERÇEKTEN HAKLI MISINIZ?“

İlk adım , iyi olmadığınızı söylerken hakkınızda söylediklerinize yakından bakmaktır. Olumsuz olayların önemi, tüm gerçekliğinize hakim olacak kadar artar ve gerçekten durumun çarpıtılmış olduğunu anlamazsınız.

Terapi seansı süresince uzayan sessizlikler daha fazla hayal kırıklığı yaşamanıza ve eleştirel iç sesinizle fazlasıyla meşgul olmanıza neden olabilir. Terapistin edilgen bir rol benimsediği bu tür yönlendirici olmayan bir terapi, sıklıkla daha fazla kaygı ve depesyona neden olabilir. Empatik ve ilgili bir terapistle duygusal boşalma sağlayarak kendinizi daha iyi hissedebilirsiniz. Kendinizi ve yaşamınızı değerlendirme biçiminizde değişiklikler yapamadıysanız düzelme duygusu kısa süreli olacaktır. Size zarar veren düşünce biçiminizi ve davranışlarınızı değiştirmediğiniz sürece yeniden depresyona girebilirsiniz. 

DEPRESYONUN SEYRI NASILDIR?

Depresyon olgularının % 85 ya da daha fazlası bilinen olağan tedavi yöntemlerinden yararlanır.

Tedavi edilmeyen olgular ise 6-24 ayda düzelirler.

% 5-10 kadar olguda ise iki yıldan fazla sürer.

Tedavi ile bu süre birkaç hafta ile birkaç aya indirilebilmektedir.

Tedaviye erken başlamak yanıt alma süresini kısaltır.

%10-15 olgu ise süregen seyir gösterir.

Başlama yaşı yönünden aynı aile bireyleri arasında ilişki vardır.

Erken başlayanlarda yineleme olasılığı daha yüksektir.

Stres etkenleri ile başlaması arasında bir ilişki olabilmekle birlikte bu zorunlu değildir. Tedavi edilmezse Depresyon yaşam boyu ataklar ve yinelemelerle sürebilir 

DEPRESYON TEKRARLAR MI?

Depresyon yineleyici bir hastalıktır. Daha önce tekrarlamış olması tekrarlama olasılığını arttırır. Risk etkenleri;

  • Kalıntı belirtilerin varlığı
  • Daha önce depresyon geçirmiş olmak
  • Kronik depresyon (distimi)
  • Duygudurum bozuklukları için aile öyküsü
  • Anksiyete ve madde kullanımının depresyonla birlikte görülmesi
  • Depresyonun 60 yaş üzerinde başlaması 

DEPRESYONUN NEDENLERI NELERDIR?

Birçok psikiyatrik hastalıkta olduğu gibi depresyonda da tüm kliniği açıklayacak bir model bulunmamaktadır.

Genel kabul gören görüş beyinde kimyasal iletimde rol alan maddelerle ilgili bir dengesizliğin olmasıdır.

Bu dengesizlik çevresel nedenlerden etkilenmektedir.  

UYKU BOZUKLUKLARI DEPRESYONA NEDEN OLABILIR MI?

Uyku sorunu depresyonun önemli bir belirtisi olması yanında depresyona da neden olabilir.

Son yıllarda uzun süreli uykusuzluğun depresyona yol açabileceği konusunda kanıtlar ortaya çıkmıştır. Bu nedenle uyku düzeninin sağlanması tedavinin temel amaçlarından biri olmalıdır.

Bu amaçla olguların alkol almaları uyku sorununu genellikle kötüleştirmektedir. 

İLAÇLAR DEPRESYONA NEDEN OLABILIR Mİ?

Birçok tansiyon ilacı,

Kalp ilaçlari 

Ağri kesici ve romatizma tedavisinde kullanilan ilaçlar

Antibiyotikler

Hormonlar, kolinerjik ilaçlar, organik çözücüler

Ruhsal yapi ve sinir sistemi üzerinde etkisi olan bazi ilaçlar

Alkol

Bağımlılık yapıcı madde ve alkol yoksunluğu

            TIBBI NEDENLER DEPRESYONA NEDEN OLABILIR MI?

Birçok enfeksiyon hastaliği,

Tümörler, kanserler

Kalp ve solunum sistemi hastaliklari,

Birçok merkezi sinir sistemi hastaliği,

Genel beden travmalari,

Metabolik , endokrin hastalıklar (guatr gibi)  

Beslenme sorunlari,

Mide-barsak sistemi  hastaliklari,

Kollagen doku (bağ dokusu) hastaliklari gibi

Hastanede yatan olgularda olasilik daha da artar.  

DEPRESYON BELIRTILERI YAŞLA DEĞIŞKENLIK GÖSTERIR MI?

Yaşlılarda depresif duygudurum sık olmakla birlikte duygusal ifadelerde azalma daha sık izlenir.

Apati, yorgunluk , yoğun bir bunaltı hissi ve uyku sorunları sık olarak ifade edilirken çökkünlük pek ifade edilmez. Bedensel belirtilerin yaşlılarda tıbbi durumlara bağlı olma olasılığını da unutmamak gerekir.  

DEPRESYON OLGULARINDA INTIHAR OLASILIĞI NE KADARDIR?

Intihar oranı ülkemizde her ne kadar Batı Ülkeleri ile kıyaslandığında daha düşük görünse de son 20 yılda% 85 artış göstermiştir.

İstatistiklere baktığımızda intiharın gençler ve genç erişkin nüfusta artış gösterdiğini görmekteyiz.

Türkiye’de her 8 saatte bir 29 yaş altında bir genç ya da ergen intihar sonucu hayatını kaybetmektedir ve. Bütün bu rakamlar intiharın ne kadar önemli bir sağlık sorunu olduğunu göstermektedir

Duygudurum bozukluğu gösterenlerde intihar düşünce ve eylemleri % 20-40 kadardır. İntiharları gerçekleştirenlerin geçmişlerinde de intihar girişimleri bulunmaktadır.

İntihar riski belirtilerin şiddeti ile her zaman bağlantılı değildir.

Yaşlılarda intihar olasılığı gençlere göre iki kat daha fazladır.

İntiharla ilgili konuşanlarda olasılığın daha az olduğu düşüncesi yanlıştır.

Hastanede yatan olgularda intihar girişimi oranı % 15 kadardır.

Depresyon olgularının % 15’i intiharla ölmektedir.

Tüm intiharların % 70’i depresyon olgularıdır.  

DEPRESYON OLGULARININ HASTANEYE YATMASI ZORUNLU MUDUR?

Depresyon tedavisinde hastaların yatırılması genellikle gerekmez. Aşağıdaki özellikleri taşıyan hastaların yatması gerekebilir.

  • Ciddi intihar düşünceleri gösterenler
  • İntihar planları yapanlar
  • Kendine ve çevreye zarar verme eğilimi olanlar
  • Gıda reddi olanlar
  • Ayaktan tedaviyi sürdürme güçlükleri
  • Psikotik özellik gösterenler
  • Ciddi intihar girişimi olanlar

DEPRESYON GENETIK BIR HASTALIK MIDIR?

Hem depresyon hem de bipolar bozukluk (iki uçlu hastalık) ailesel yatkınlık gösterir.

Yakın akrabalarda bu iki hastalığın görülme sıklığı genel topluma göre 2-5 kat daha fazladır.

İkiz çalışmaları da genetiği desteklemektedir. Ancak genetik etkiler yatkınlık düzeyindedir. Depresyon hastalığı çevresel stres etkenlerindeden önemli ölçüde etkilenir.  

DEPRESYON TEDAVI EDILEBILIR BIR HASTALIK MIDIR?

Depresyonda tedavide işbirliği yapan hastalarda tedavinin başarısı hemen hemen kural gibidir. Olgular tedaviye yüksek oranda yanıt verir.  

İYILEŞTIKTEN SONRA ILAÇ KESILMELI MIDIR?

Depresyonu süreğenlik kazanmasında ve yinelemesinde en önemli nedenlerden birisi eksik tedavidir.

İlk kez tedaviye alınanlarda tedavi süresi yaklaşık 6 ay-1 yıldır.

Bu süre sonunda kalıntı belirtiler varsa süre uzatılır.

Yineleyen olgularda da tedavi süresi uzamaktadır.  

ANTIDEPRESAN ILAÇLAR MUTLULUK ILACI MIDIRLAR? BAĞIMLILIK YAPARLAR MI?

Antidepresan ilaçlar depresyon olgularında duygudurumda yükselmeye neden olmakta, depresyonu tedavi etmekte, ancak normal duygudurumu değiştirmemektedir.

Öfori(aşırı neşe hali) yapmazlar.

Fiziksel bağımlılığa neden olmazlar.  

ANTIDEPRESAN ILAÇLAR DIĞER ILAÇLARLA ETKILEŞIR MI?

Tamamının olmasa bile bazılarının ciddi etkileşmeleri olabilir.

Bu konuda en doğru yaklaşım tedavi eden hekimden bilgi almaktır.  

YENIDEN HASTALANMAMAK IÇIN NE YAPILMALIDIR?

Bu konuda en uygun yol doktorunuzun önerilerine uymaktır.

Yineleyen depresyonlarda en önemli neden gerek ilacın dozu gerekse tedavi süresi açısından yetersiz tedavidir.

Doz ve tedavi süresine uymak depresyondan yüksek oranda korunmayı sağlar.

Çevresel nedenlerin belirgin olduğu durumlarda stres etkenlerini azaltacak veya kontrol edecek önlemler depresyonun yinelemesini azaltabilir.

Örneğin aile içi iletişim sorunlarının belirgin olduğu durumlarda aile veya bireysel psikoterapi yarar sağlayabilir.  

İLAÇLARIN CIDDI YAN ETKILERI VAR MIDIR?

Antidepresan ilaçlar uzun süre kullanım güvenliği kanıtlanmış ilaçlardır. Doktor denetiminde kullanılması halinde kalıcı ve ciddi yan etkilere neden olmazlar.

Ancak her ilaca karşı aşırı duyarlılıkların olabileceği, fiziksel sorunların ilaçların yan etkilerini arttırabilecekleri unutulmamalıdır.

Sık görülebilen yan etkiler;

  • Ağız kuruluğu
  • Görme bulanıklığı
  • Kabızlık
  • Bulantı, kusma
  • Terleme
  • Uyuşukluk
  • Uyku sorunları
  • Kilo alma
  • Baş ağrısı, baş dönmesi
  • Mide barsak sistemi bozuklukları ve ishal
  • Karın ağrısı
  • Libido azlığı ve başka cinsel sorunlar
  • Bunaltı sayılabilir.

Yan etkilerin bireysel olarak ve ilaç gruplarına göre farklılık gösterebileceği unutulmamalıdır.  

ANTIDEPRESAN ILAÇLARLA BIRLIKTE ALKOL ALINABILIR MI?

Antidepresan ilaçlar alkolün etkilerine karşı duyarlılığı arttırırlar.

Alkol antidepresan ilaçların klinik etkinliğini de azaltır.

Nöbet olasılığı da artar. Bu nedenle antidepresan ilaçlarla birlikte alkol alınması önerilmez. Bu tür etkileşmeler bazı ilaç gruplarında daha önemlidir. Bunun için doktorunuzdan bilgi almalısınız.  

DEPRESYON BIR KIŞILIK SORUNU VEYA ZAYIFLIĞI MIDIR?

Depresyon psikiyatrik bir bozukluktur.

Kişilik zayıflığı ile bağlantısı yoktur.

HEKIM ÖNERILERINE UYMAMANIN NEDENLERI NELERDIR?

İstenmeyen yan etkiler

Hasta hekim ilişkisinin niteliği, güvensizlik, yeterli bilgi alamama

Hastalığın şiddeti

Hastanın eğitim düzeyi: Eğitim düzeyi düşük olanlarda uyumsuzluk daha fazladır.

Antidepresan ilaç seçimi: Bir ilaca uyum göstermeyen olgu başka bir ilaca uyum gösterebilir.

Hastanın kişilik yapısı 

DEPRESYON AĞIRLAŞARAK ŞIZOFRENI GIBI AĞIR HASTALIKLARA DÖNÜŞÜR MÜ?

Şizofreni ile depresyon arasında nedensellik bağlantısı yoktur.

Depresyon ağırlaştığında ağır depresyon olur.

Depresyon şizofreninin seyri sırasında sık olarak ortaya çıkar. Şizofreniye eşlik eden depresyonlar ile diğer depresyonlar arasında nedensellik bağı konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır.  

BIPOLAR BOZUKLUK ILE DEPRESYONUN NE GIBI BAĞLANTISI VARDIR?

Bipolar bozukluk depresyondan şimdi veya geçmişte en az bir manik atak (taşkınlık nöbeti) olması ile ayrılır. Bipolar bozuklukta manik atak yanında depresif dönemler de olabilir.

Depresyon olgularının % 10 kadarı hastalığın bir devresinde manik bir atak geçirmektedirler. Diğer bir deyimle bipolar bozukluğa dönüşürler.

Duygudurum bozukluğu atağı (mani veya depresyon) olan olgularda manik atak için kesin bir belirleyici olmamakla birlikte ailede bipolar bozukluk olması bu açıdan önem taşımaktadır.

  Unutmayın ki „YAŞAM YALNIZCA GERIYE DÖNÜK OLARAK ANLAŞILIR, ANCAK ILERIYE DOĞRU YAŞANIR. MUTLULUK ULAŞILACAK HEDEF DEĞIL YAŞADIĞIMIZ SÜREÇ DEĞIL MIDIR ASLINDA“.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 242 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

DEPRESYONDA MISINIZ?

         

            Öylesine acı çekiyorum ki sanki damarlarımda binlerce cam kırıkları bütün bedenimi dolaşıyor. Çok canım yanıyor, sanki ruh kanseriyim. Artık hayatın, yaşamanın anlamı kalmadı, hiçbir şeyden zevk alamıyorum.Eskiden keyif aldığım hiçbir şeyi yapmak istemiyorum, arkadaşlarımı, akrabalarımı görmek istemiyorum. Sese, kalabalığa tahammülüm, insanlarla konuşmaya gücüm yok. Geceler kabus gibi. Gece olmadık saatlerde uyanıyorum herşey gözümde büyüyor, yaşadıklarımın hep negatif yönlerini düşünüyorum, bütün sorunlar çözümsüz,sürekli düşünüyorum, içinden çıkamıyorum.Yatağın içinde uyumaya çalışırken bitkin düşüyorum. Sabah olunca da kalkmak istemiyorum. Hiçbir şey yapmak gelmiyor ki içimden İşimde eskiden çok başarılıyken hatalar yapmaya başladım. Dikkatimi toparlayamıyorum,konsantre olamıyorum. İş arkadaşlarım “neyin var “ diye soruyorlar. Ailemi ihmal ettim. Çocuklarıma eşime öfkeli davranıyorum, kalplerini kırıyorum, sonra da çok üzülüyorum, pişman oluyorum. Kendime söz veriyorum onları kırmayacağım diye ama yapamıyorum. Çektiğim acı o kadar büyük ki bazen ölsem de kurtulsam düşünceleri geçiyor aklımdan. Dini inaçlarım engel oluyor.Çocuklarımın bana ihtiyacı var.Onların yanında olmalıyım. İnsanlar psikiyatriste giderlerdi onları anlayamazdım. Bir gün benim de psikiyatriste gidebileceğim aklıma gelmezdi, çözümsüzlük içerisindeyim, yardımınıza ihtiyacım var. Doktor hanım sizce düzelebilir miyim, durumum çok mu ağır?”

DEPRESYONUN BİLİŞSEL BİLEŞENLERİ:

İnsanlar karşılaştıkları olaylara yükledikleri olumsuz ve çarpıtılmış anlamlardan dolayı depresyona girerler. Yanıltıcı olan ve kişiyi yanlış yönlendiren bu görüş ve düşünceler, gerçek gibi görünürlerse de aslında hiç de öyle değildirler. Kişiler karşılaştıkları olayın önemini gözlerinde büyütürler ve çıkardıkları anlamları genelleştirme eğilimide olurlar. Böyle olunca sağduyuyla düşünme ve sağlıklı akıl yürütme ortadan kalkar.

Kişinin KENDİSİ ,ÇEVRESİ VE GELECEĞİ ile ilgili düşünce çarpıtmaları – yanlışları BİLİŞSEL ÜÇLÜ  olarak tanımlanır. Tetikleyici bir yaşam olayından sonra kendiliğinden uyarılır ve düşünceler bilinçli ayrımında olmada otomatik olarak akıp gider.Kişinin algı dünyası ve bedeninde yapacağı olumsuzluğu yapar.

Düşüncelerimiz giydiğimiz giysiler gibidir, istersek bunları değiştirip yeni bir kılığa bürünebiliriz.Üzerimize daha oturan ve daha güzel bir görünüm sağlayan giysileri seçmek bizim elimizdedir. Benzer biçimde depresyon düşünceleri alt edilirse, depresyon duyguları da alt edilmiş olur.

Daha önce hiç depresyona girmemiş biri, depresyondaki kişilerin nasıl olup da depresyon düşünceleri içinde olduğunu anlamayabilir. Düşüncelerinin gerçek dışı olduğunu ve içinde bulundukları durumun sürüp gitmesine yol açtığını nasıl göremediklerine şaşırırlar. Depresyon düşünceleri gibi duyguları da birbiriyle ilintilidir.

Depresyonu başlatan tetikleyici yaşam olayları olabilir.Umulan ya da beklenilen bir şeyin elde edilememesinden dolayı bir düş kırıklığı yaşanabilir. Ancak kişi kendi kendine buna katlanamayacağını söyleyebilir. Burada kişinin katlanamadığı nedir? Umduğu ya da istediği şeyin olmaması mı yoksa bunun sonucunda yaşadığı sıkıntı mı?

Depresyonla ilgili düşünceler bilişsel konularına göre ayrılacak olursa;

  • ÇÖZÜMSÜZLÜK, ÇARESİZLİK

Baş edemem”

“Üstesinden gelemem “

“Başa çıkamam”

“Altından kalkamam”

  • UMUTSUZLUK

Hep acı çekecekmişim gibi geliyor”

“Hiçbir zaman daha iyi olamayacağım”

“Geleceğim karanlık görünüyor”

  • DEĞERSİZLİK

“Yetersiz biriyim, hiç bir şeyi doğru yapamam”

“Çıkış yolu bulamıyorum”

“Olanı biteni hiç değerlendiremiyorum”

  • SUÇLAMA

“Hepsi benim yanlışımdan kaynaklanıyor”

“Hiç böyle bir yanlış yapmamalıydım, hiç kabul edilebilir değil…”

“En iyisini yapmalıyım, her şey mükemmel olmalıydı yoksa ben değersizim”

DEPRESYONU SIKLIĞI NE KADARDIR?

            Genel olarak major depresyon yaygınlığı % 3-5.8 kadardır.

            Hayat boyu risk erkekler için % 3-12, kadınlar için % 10-26′dır.  Epidemiyolojik veriler herhangi bir yılda kadınların % 13′ü, erkeklerin % 8′inin depresyonda olduğunu göstermektedir.

            Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışması’nda 12 aylık depresif nöbet yaygınlığı kadınlarda % 5.4, erkeklerde % 2.3, tüm nüfusta % 4.0 olarak verilmektedir. Görüldüğü gibi kadınlarda iki kat daha fazladır.

            Yineleyici depresyonlar kadınlarda daha sıktır.

            Akut atak geçirenlerin % 15 kadarında depresyon süregenleşme eğilimi gösterir.

            DEPRESYON IÇIN RISK ETKENLERI NELERDIR?

  • Erken ebeveyn kaybı
  • Madde ve alkol kötüye kullanımı
  • Anksiyete (Bunaltı)bozuklukları
  • Kadın olmak
  • Düşük sosyoekonomik düzey
  • Ayrı yaşama, boşanmış olma
  • İşsizlik: İşsizlik depresyonda risk etkeni olması yanında işte verimliliği azalmasının önemli nedenlerindendir.
  • Daha önce depresyon geçirmiş olma
  • Yakın zamanda önemli yaşam olayları, stres etkenleri 
  • Kişilik yapısı
  • Çocukluk döneminde cinsel veya fiziksel kötü davranılma öyküsü
  • Bazı ilaçlar
  • Tıbbi hastalıklar
  • Hormonal değişiklikler. 

DEPRESYONDA CINSIYET FARKLILIĞI NASIL AÇIKLANABILIR?

            Kadınlarda depresyonun erkeklere göre iki kat fazla olması erkeklerin belirtilerini, alkol kullanımı, değişik eyleme vurum davranışları şeklinde ifade etmesi, kadınların bu olanakları kullanamamaları, aynı stres etkeni karşısında daha yoğun belirtiler göstermesi biçiminde açıklanmaktadır. Diğer önemli bir açıklama da hormonal nedenler ve geleneksel kadın rolü ile ilgilidir. Ayrıca kadınlarda gebelik, doğum, premenstrüel dönem gibi biyolojik ve psikolojik olarak depresyona yatkınlık yaratan ek özellikler vardır. Cinsel ve fiziksel istismar da kadınları daha çok etkilemektedir.

            Kadın ve ekeklerde depresyon sıklığı

  • Ayrı yaşayan ve boşanmış erkek (en sık)
  • Bekar, dul, boşanmış erkek
  • Bekar veya dul kadın
  • Evli kadın
  • Evli erkek (en az)

DEPRESYONUN KLINIK BELIRTILERI NELERDIR?

En az 2 hafta devam eden

  • Hoş olmayan duygudurum,
  • Hayattan zevk alamama, umutsuzluk ve karamsarlıktır.

Bu belirtilerin yanısıra

  • Iştahsızlık ya da aşırı yeme isteği ile oluşan kilo değişiklikleri
  • Uykusuzluk ya da aşırı uyku hali
  • Psikomotor etkinlik düzeyi değişiklikleri
  • Enerji düzeyinde azalma
  • Değersizlik ve suçluluk duyguları
  • Düşünmede odaklanmada ve karar vermede güçlük çekme
  • Yineleyen ölüm düşünceleri ya da intihar düşünceleri tasarıları, girişimleri

Olgular derin bir üzüntü yaşarlar. Gelecekleri ve yaşadıkları ile ilgili olarak hep kötümser düşünürler. Hastada depresif duygudurum ile birlikte değişik etkinlik ve sorumluluklara karşı ilgi kaybı izlenir. Olağan etkinliklerden zevk alamaz. İş, özel zevkler, bireysel ilişkiler, cinsel aktivite de dahil olmak üzere hiçbir şeyden zevk alamazlar.

 Bazı olgularda önde gelen belirti bunaltı olabilir. Anksiyete (bunaltı, kaygı) düzeyi çok artabilir, ajitasyon (huzursuzluk) gösterebilirler. Genel olarak ilgileri azalır. Umutsuzluk ve çaresizlik duyguları o kadar yoğun olabilir ki düştükleri bu durumdan hiçbir şekilde kurtulamayacaklarını düşünebilirler. Depresif hastalar basit günlük aktiviteleri bile yapmakta güçlük çekerler. İş, aile, para ve kendi sağlıkları ile aşırı biçimde kafaları meşgul olur. Enerji düzeyi azalır. Bazı olgularda önde gelen belirti somatik belirtiler olabilir. Tepkisel davranırlar.

Umutsuzluk, kötümserlik, benlik saygısında düşme ve suçluluk duyguları intihar düşünce ve eylemlerini uyarır. Düşünce içeriğinde geçmiş olaylar önemli bir yer tutar. Yoğun anksiyete (bunaltı, kaygı) belirtilerinin depresyon olgularında intihar girişimleri için belirleyici bir etken olduğu ileri sürülmektedir. İntihar düşünceleri ve girişimleri depresyonun önemli belirtilerindendir.             Depresif olguların çoğunda duygudurum değişiklikleri ile birlikte iştah ve kilo kaybı bulunur.

Uyku bozukluğu depresyonun çok sık karşılaşılan bir belirtisidir. Dalgınlık, unutkanlık olabilir. Bazen ağır olgularda aklından geçenlerle dış dünyada olanlar birbirine karıştırılabilir. 

                                               DEPRESYON TANISI NASIL KONUR?

Depresyon tanısı koyabilmek için anlatılan belirtilerin tamamının bulunması gerekmez. Yukardaki belirtilerden bir küme işlevselliği bozacak kadar ağır ise ve başka nedenlere bağlanamıyorsa tanı konur.  

ÇOCUKLARDA DEPRESYON GÖRÜLÜR MÜ?

Evet. Çocukluk döneminde de depresyon görülebilir. Tedavi edilmemesi halinde uzayabilir ve erişkinlikte de sürebilir.

Çocuklarda depresyon belirtileri bazen erişkinliktekinden ayrılabilir. Okul reddi, hastalık uydurma, ebeveynlerini kaybetme kaygısı, okul sorunları biçiminde kendini gösterebilir.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 242 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

BİPOLAR (İKİ UÇLU) BOZUKLUK

Bireyin duygudurumunda, enerjisinde ve işlevselliğinde alışık olmadık düzeyde dalgalanmalara neden olan bir psikiyatrik hastalıktır. Herkesin yaşadığı normal duygusal iniş çıkışlardan farklı bir şekilde bipolar bozukluğun belirtileri ağırdır. İlişkileri olumsuz yönde etkiler, iş ve okul performansında kötüleşmeye ve hatta intihara yönelmeye neden olabilir. Fakat iyi olan şudur ki, bipolar bozukluk tedavi edilebilir, kontrol altında tutulabilir ve bu hastalığı olanlar herkes gibi üretken bir yaşantı sürdürebilirler.

Yaşam boyu yaygınlığı %1 dolayındadır. Kadın / erkek oranı eşittir.18 yaş üzeri nüfusun % 2.6′ sında bipolar bozukluk vardır. Bipolar bozukluk, genellikle ergenliğin sonlarında veya yetişkinliğin başlangıcında ortaya çıkar.

Bazı kişilerde ilk belirtiler çocuklukları sırasında ve bazısında daha geç yaşlarda görülebilir. Çoğu durumda bir hastalık olarak tanınamaz; doğru teşhis edilip ve tedavi başlayana kadar insanlar yıllarca sıkıntılar çekebilir. Bipolar bozukluk, şeker veya kalp hastalığı gibi uzun süren bir hastalıktır ve hayat boyu dikkatle izlenmelidir.

BELİRTİLER

  • Hasta canlı, aşırı hareketli, renkli giyinmiş, konuşkan ve coşkuludur.
  • Davranışları garip olabilir.
  • Aşırı hareketlilik nedeniyle hasta dağınık ve bitkin durumda olabilir.
  • Yüksek ses tonuyla ve hızlı konuşur. Konuşmanın arasına girmek, kesmek zordur.
  • İnsanlarla kolay ilişki kurar, ancak ilişkileri yüzeyel ve kısa sürelidir.
  • El kol hareketleriyle, yüksek sesle ve çok miktarda konuşma görülür.
  • Konuşmada kelime oyunları, şakalar, konudan konuya atlama olabilir.
  • Düşünce akışı (çağrışımlar) hızlanmıştır. Konuşurken konudan konuya atlamalar olabilir, buna fikir uçuşması denir. Ancak çoğu kez anlattıklarından bir anlam çıkarılabilir ve mantık bütünlüğü korunmuştur.
  • Düşünceler genellikle birbirleriyle anlam ya da uyak bağlantıları gösterirler.
  • Düşünce içeriği büyüklük ve kendine güven temaları ile doludur.
  • Kimsenin yapamayacağı işleri yapacak güçtedir, üstündür ve yeteneklidir.
  • Coşku, aşırı neşe, zaman zaman da öfke egemendir.
  • Hastanın neşesi çevresindekilere de bulaşır. Ara ara duygulanım değişkenliği görülür.
  • Gülerken birden ağlayabilir, ağlarken gülmeye başlayabilir.
  • Sıklıkla engellendiklerinde öfkeli, kızgın, saldırgan olabilirler.
  • Başlangıçta hafif bir hızlanma ve coşku içinde olan hastanın duyguları, hareketleri ve kabarması tırmanarak ağır bir taşkınlık durumu ortaya çıkar.
  • Uyku ileri derecede bozulur. Hasta günlerce uyumaz, sürekli dolaşır, bir şeylerle uğraşır. Ertesi gün ise enerjik ve hareketlidir.
  • İştahı artsa bile yemek yemeğe fırsat bulamaz, kilo verir.
  • Cinsel dürtülerini denetlemekte zorlanır. Tehlkeli cinsel davranışlarda bulunabilir.
  • Enerjik davranışları nedeniyle bir süre sonra yorgun düşer.
  • Mesleki ve toplumsal işlevlerde önemli sorunlar vardır.
  • Başkasına zarar vermesini önlemek için hastaneye yatırılmayı gerektirecek kadar ağırdır.
  • Psikotik (gerçeği değerlendirmede bozulma) özellikler gösterebilir
  • Bazen farklı bir problemmiş gibi görülebilir. Örneğin, alkol yada madde kötüye kullanımı, zayıf okul ve iş performansı veya gergin insani ilişkiler gibi. Gerçekte bu tip problemler altta yatan duygudurum bozukluğunun işaretleri olabilirler

BİPOLAR BOZUKLUĞUN GİDİŞİ

İlk on yılın ardından, hastalık dönemleri arasında ortalama süre yaklaşık 1-2 yıldır. Bozukluk tedavi edilmezse, ortalama bir mani veya hipomani dönemi birkaç ay sürebilir. Tedavi edilmeyen depresyon döneminin süresi ise en az 6 aydır.

Hastalık dönemleri arasındayken birçok kişi normal duygudurumlarına dönerler. Kimileri ise depresif bir duygudurum içerisindedirler. Birtakım kişilerin hastalık belirtileri arasında hiç ara olmazken, kimilerinde kısa süreli aralar görülebilir. Tedavi görülmesine rağmen hastaların küçük bir oranı remisyona girmez ve kronik semptomlar yaşamaya devam eder.

Bir yılda dört ve dörtten fazla hastalık dönemi geçiriyorsanız, buna “HIZLI DÖNGÜLÜ BIPOLAR BOZUKLUK” denir. Kimi zaman bir haftada ve hatta bir gün içerisinde birkaç hastalık dönemi görülebilen hastalar olabilir. En az bir yıl bipolar bozukluk tanısı ile izlenen kişilerde tanı olanaklıdır ve erkeklere kıyasla kadınlarda daha yaygındır.

Bipolar bozukluk sıklıkla depresyonla başlar, %10-20 yalnızca yineleyen mani şeklindedir. Mani atağından sonra ilk 2 yılda %40-50 atak yineler. Mani nöbetlerinin kısa sürmesi, geç başlangıç, iyilik dönemlerinin uzun sürmesi, olumlu aile, iş ve uğraşı koşulları, madde alışkanlığının olmaması olumlu sonlanım göstergeleridir

İLAÇLA TEDAVİ

En ağır durumdakiler de içinde olmak üzere, bipolar bozukluğu olan birçok insanda, uygun tedavi ile önemli oranda duygudurumu dalgalanmaları ve beraberindeki belirtilerin düzelmesini sağlayabilir. . Öte yandan, tedavi olunmadığı durumda bipolar bozukluk seyri kötüleşme yolundadır. Zamanla kişi daha sık (daha hızlı-döngülü) ve hastalığın ilk görüldüğü döneme kıyasla daha ağır manik ve depresif epizotlar yaşayabilir. Fakat çoğu vakada uygun tedavi, epizotların şiddetini ve sayısını azaltarak bipolar bozukluğu olan insanların yaşam kalitesi yüksek bir hayat sürmesine yardım eder.

Bipolar bozukluk tekrarlayan bir hastalık olduğundan uzun süreli koruyucu tedavi önemle tavsiye edilir ve hemen hemen her zaman koruyucu tedavi gereklidir. İlaçlar ve psikososyal tedavi ikilisinden oluşan tedavi stratejisi bipolar bozukluğu yönetmede en uygun yoldur.

Bir süre tedaviye devam edip ve sonra tedaviyi durdurmak yerine düzenli tedavi sürdürülmesi ile bipolar bozukluk çok daha iyi kontrol edilir. Fakat, tedaviye hiç ara verilmese dahi olabilen duygudurumu dalgalanmaları derhal doktora haber verilmelidir. Doktor tedavi planında değişikler yaparak maniye engel olabilir. Doktorla yakın bir iletişim, tedavi endişeleri ve seçenekleri konusunda açıkça konuşmak tedavinin etkisinden fark edilecek derecede bir fayda sağlayabilir.

Bunun yanı sıra, günlük duygudurumu belirtileri, tedaviler, uyku düzeni ve hayat olayları hakkında bir çizelge tutmak, bipolar bozukluğu olan insanlara ve ailelerine hastalığı daha iyi anlama konusunda yardım edebilir. Bu çizelge doktora da hastalığı en etkili şekilde izleyip tedavi etmede yardımcı olabilir.

Bipolar bozukluk ilaçları ruh sağlığı hastalıklarının teşhis ve tedavisinde uzman olan tıp doktorları psikiyatristler tarafından yazılır. Diğer doktorlar tarafından da reçete yazılabilse de, bipolar bozukluğu olan insanların tedavi için bir psikiyatriste başvurmaları tavsiye edilir.

“Duygudurumu düzenleyicileri” denilen ilaçlar genellikle bipolar bozukluğu kontrol etmeye yardım etmek için reçete edilirler. Birçok farklı duygudurumu düzenleyici mevcuttur. Genelde, bipolar bozukluktaki duygudurumu düzenleyicileri ile tedavi uzun yıllar devam eder. İhtiyaç olduğunda, duygudurumu düzenleyici alınmasına rağmen gelen mani ve depresyonu tedavi etmek için genelde daha kısa süreler için başka ilaçlar da tedaviye eklenebilir.

PSIKOSOSYAL TEDAVILER

İlaçların yanı sıra psikiyatristler ve psikiyatristlerle birlikte çalışan klinik psikologlar, psikososyal tedavilerle, psikoterapilerle (konuşma tedavileri), bipolar bozukluğu olan insanlara ve ailelerine destek olur, onları eğitir ve rehberlik ederler. Araştırmaların sonuçları göstermektedir ki, psikososyal müdahaleler (hastanın) duygudurumu düzelmesine, daha az hastanede yatmasına, bir çok konuda daha iyi işlev görmesine yardımcı olabilir. Terapi seans sayısı, sıklığı ve türü her bireyin ihtiyaçlarına göre belirlenir.

-KOGNITIF(BILIŞSEL) DAVRANIŞÇI TERAPI: Hastalıkla ilişkili uygunsuz veya negatif düşünce yapılarını değiştirmelerine yardım etmektedir. Psikoeğitim, bipolar bozukluğu olan insanlara hastalığı ve tedavisini, tam bir epizot olmadan müdahale edebilmek için atak tekrarlaması işaretlerini nasıl tanıyacaklarını öğretmeyi hedefler. Psikoeğitim ailedeki hasta yakınları içinde faydalı olabilir.

-AILE TERAPISI: bipolar bozukluğu olan kişinin belirtileri nedeniyle ortaya çıkan, (ve belirtileri daha da kötüleştiren) aile içindeki sıkıntı miktarını azaltma stratejilerini kullanır.

-KIŞILER ARASI ILIŞKI VE SOSYAL RITIM TERAPISI: bipolar bozukluğu olan kişilere insanlarla ilişkilerini geliştirme ve günlük işlerini bir düzene koymada yardımcı olur. Düzenli günlük rutinler ve uyku planları ile manik epizotlara karşı korunmada faydalı olabilir.

– Hiçbir psikoterapi yöntemi ilacın alternatifi değildir, bütünleyicisidir.

ÇOCUKLAR VE ERGENLERDE BIPOLAR BOZUKLUK OLUR MU?

Hem çocuklarda hem de ergenlerde bipolar bozukluk görülebilir. Bu hastalığı olan ebeveynlerin çocuklarında hastalığın ortaya çıkması daha sıktır.

Epizotları açıkça tanımlanabilen birçok yetişkinden farklı olarak, bipolar bozukluğu olan çocuk ve ergenler sıklıkla, bir gün içerisinde pek çok kez hızlı duygudurum dalgalanmaları yaşarlar. Manideki çocuklarda irritabilite, aşırı mutluluk ve neşelilik değil de yıkıcı öfke nöbetleri olması durumu daha çoktur. Bipolar bozukluğu olan gençlerde de mikst belirtiler yaygındır. Hastalık görülen üst yaş grubundaki ergenler ise daha çok klasik yetişkinlere benzer belirtiler gösterip, epizotlar yaşarlar.

Çocuklar ve ergenlerde, o yaş gruplarında ortaya çıkan diğer sorunlardan bipolar bozukluğu ayırt etmek zor olabilir. Örneğin, irritabilite ve saldırganlık bipolar bozukluk belirtisi olabilirken, aynı zamanda dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, karşıt olma-karşıt gelme bozukluğu veya daha çok yetişkinler arasında yaygın olan majör depresyon ve şizofreni gibi diğer tür ruh sağlığı bozuklukları belirtileri de olabilir. Uyuşturucu kullanımı da bu belirtileri ortaya çıkarabilir.

Bununla beraber, her hastalık için, etkili tedavi uygun teşhise bağlıdır. Mutlaka bir çocuk ve ergen psikiyatristi tarafından çocuklar veya ergenlerin duygusal durumu ve davranış semptomları dikkatle değerlendirilmelidir. İntihar düşünceleri olan, intihar hakkında konuşan veya girişim yapan her çocuk ve ergen ciddiye alınmalı ve bir psikiyatristten acil yardım istenmelidir.

BIREYLER VE AILELER BIPOLAR BOZUKLUK IÇIN NASIL YARDIM ALABILIRLER?

Bipolar bozukluğu olan herkes bu hastalığın teşhis ve tedavisinde yetkin bir psikiyatrisin kontrolünde olmalıdır. Psikolog, sosyal hizmetler çalışanı, psikiyatri hemşireleri gibi diğer ruh sağlığı çalışanları, kişi ve ailesine tedavinin diğer yönleri konusunda yardımcı olurlar.

Yardım alınabilecek merkezler:

-Üniversitelerin Tıp Fakülteleri
-Bipolar Bozukluk Klinikleri
-Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastaneleri
-Hastanelerin psikiyatri klinikleri ve poliklinikleri
-Özel psikiyatri muayenehane birimleri ve klinikleri

Bipolar bozukluğu olan insanlar yardım almak için de yardıma ihtiyaç duyabilirler.

-Bipolar bozukluğu olan insanlar, çoğu durumda hastalığın kendilerini ne kadar çok etkilediğini anlayamazlar veya kendi problemlerinin sebebini ruh hastalığı yerine başka sebeplere yorarlar.

-Bipolar bozukluğu olan bir insan tıbbi yardım ararken ailesinin ve arkadaşlarının güçlü desteğine ihtiyaç duyar. Aile doktorları bir ruh sağlığı uzmanına yönlendirmede önemli bir rol oynayabilirler.

-Bazen bir aile ferdinin veya bir arkadaşın bipolar bozukluğu olan kişiyi uygun bir ruh sağlığı muayenesi ve tedavisi için doktora götürmesi gerekebilir.

-Ağır epizot yaşayan bir kişinin kendi güvenliği için ve acil olarak ihtiyaç duyduğu tedaviyi görmesi için, bir hastaneye yatırılması gerekebilir. Bazı durumlarda kişi kendisi istemediği halde hastaneye yatırılması gerekebilir.

-Her birey için en iyi tedavi planını bulmak zaman alabileceğinden, kişinin sürekli teşvik ve desteğe ihtiyacı vardır.

-Hastalık iyi bir şekilde kontrol edildiğinde, hasta ileride olabilecek bir manik veya depresif epizot tekrarlamasında ne yapılacağına dair uzmanlarla hemfikir olmalıdır.

-Bipolar bozukluk diğer ciddi hastalıklara benzer şekilde eşler, aile fertleri, arkadaşlar ve işverenler için zordur. Bipolar bozukluğu olan kişinin aile fertleri çoğu kez kişinin ciddi davranış sorunları ile mücadele etmek zorundadır; örneğin manide para harcama çılgınlığı veya depresyonda her şeyden elini ayağını çekme hali ve bu davranışların devam eden sonuçları gibi.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 242 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

BEDENSEL BELİRTİ BOZUKLUĞU

Tanı Kriterleri:

  1. Sıkıntı veren ya da günlük yaşamı önemli ölçüde kesintiye uğratan bir ya da birden çok bedensel belirti.
  2. Aşağıdakilerden en az biri ile ile kendini gösteren, bedensel belirtiler ya da bunlara eşlik eden sağlıkla ilgili kaygılarla ilişkili aşırı düzeyde düşünceler, duygular ya da davranışlar:
  3. Kişinin belirtilerinin önemiyle orantısız, süreklilik gösteren düşünceler.
  4. Sağlıkla ya da belirtilerle ilgili, sürekli yüksek düzeyde bir kaygı.
  5. Bu belirtilere ya da sağlık kaygılarına aşırı zaman ve içsel güç harcanır.
  6. En az 6 ay süre (Bedensel belirtiler bu sürede sürekli mevcut olmayabilir)

E=K

  • Başlangıç her yaşta olabilir, en sık 20-30 yaş aralığında
  • Hastalar kendilerinde henüz tanı konulamamış ciddi bir hastalık olduğuna inanırlar ve aksine ikna edilemezler.
  • Yapılmış laboratuvar testlere ve diğer tetkiklere, rahatsızlıklarının benign karakteri ve hekimlerin güvence vermelerine rağmen hastalıkları olduğuna dair inanışları sarsılmaz.
  • Şiddetli stres yaratan olaylardan, sıklıkla da sevilen bir yakının ölümü ya da ciddi düzeydeki bir rahatsızlıklarından sonra geçici olarak da bedensel belirtiler ortaya çıkabilir.
  • Eğer süre 6 aydan kısa sürmüşse ya da stresli durum ortadan kalktıktan sonra geçmişse Tanımlanmış Diğer Bedensel Belirti ve İlişkili Bozukluk tanısı düşünülebilir.
  • Hastalık Kaygısı Bozukluğu

Tanı Kriterleri:

A. Ağır bir hastalığı olduğunu ya da olacağını düşünüp durma.

B. Bedensel belirti yoktur ya da varsa bile ağır değildir. Başka bir hastalık durumu varsa ya da bir hastalık durumu çıkma olasılığı yüksekse (örn. güçlü bir aile öyküsü varsa), bu konuda düşünüp durma açıkça aşırı bir düzeydedir ya da orantısızdır.

C. Sağlıkla ilgili yüksek düzeyde bir kaygı vardır ve kişi, kişisel sağlık durumuyla ilgili olarak kolaylıkla korkuya kapılır.

D. Kişinin sağlıkla ilgili davranışlarında aşırılıklar görülür (örn: vücudu tarama)  ya da uygunsuz bir kaçınma içindedir (örn. doktora gitmekten ve hastanelerden kaçınır.)

E. Hastalıkla uğraşıp durma süresi en az altı aydır, ancak korkulan özgül hastalık bu süre içinde değişebilir.

F. Hastalıkla ilgili düşünüp durma, başka bir ruhsal hastalıkla daha iyi açıklanamaz. 

  • E=K
  • İleri yaş > Gençler
  • Hastalar tanı konulmamış bir hastalıkları olduğunu düşünürler ve aksine ikna edilemezler.
  • Dönüştürme (Konversiyon)  Bozukluğu
  • Kişinin organik bir sebep olmaksızın motor veya duyu fonksiyonlarında kayıp vardır.

Tanı Kriterleri

  • A. Bir veya birden çok, istemli devinsel (motor) ya da duyusal işlev değişikliği ile ilgili belirti.
  • B. Klinik bulgular, söz konusu belirti ile bilinen nöroloji ya da genel tıp durumları arasında bağdaşmazlık ve uyuşmazlık olduğuna ilişkin kanıtlar sağlar.
  • C. Bu belirti ya da eksiklik başka bir sağlık durumu ya da ruhsal durumla daha iyi açıklanamaz.
  • D. Bu belirti ya da eksiklik, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da işlevsellikte düşmeye neden olur ya da sağlık açısından değerlendirmeyi gerektirir.
  • Güçsüzlük ya da inme (paralizi) ile giden
  • Olağandışı hareketle giden (örn: tremor, yürüyüş bozukluğu)
  • Yutma belirtileriyle giden
  • Konuşma belirtisiyle giden (örn: geveleyerek konuşma)
  • Ataklarla ya da kasılmalarla giden
  • Anestezi ya da duyu yitimiyle giden
  • Özel duyusal belirtiyle giden (örn: görme, koku alma, duyma)

En sık görülen belirtiler:

  • Paralizi
  • Körlük
  • Mutizm
  • K/E=2-10/1
  • Başlangıç yaşı genellikle geç çocukluk ve erken erişkinlik arasında
  • Belirtilerin gerçek olmadığının söylenmesi sıklıkla kötüleşmeye yol açar.
  • Diğer Sağlık Durumlarını Etkileyen Ruhsal Etkenler

Tanı Kriterleri

  • A. Sağlıkla ilgili bir belirti ya da durum (ruh sağlığının dışında) vardır.
  • B. Ruhsal ya da davranışsal etkenler, sağlık durumunu, aşağıdaki yollardan biriyle olumsuz bir biçimde etkiler:
    • Ruhsal etkenlerle sağlık durumunun gelişmesi, alevlenmesi ya da iyileşmenin gecikmesi arasında yakın zamansal bir birliktelik olması ile  bu etkenler sağlık durumunun gidişini etkilemiştir.
    • Bu etkenler, sağlık durumunun iyileşmesini güçleştirmektedir (örn. tedaviye uyum göstermeme).
    • Bu etkenler, kişi için başka birtakım gerçek sağlık sorunları yaratmaktadır.
  • C. B tanı ölçütündeki ruhsal ve davranışsal etkenler, başka bir ruhsal bozuklukla daha iyi açıklanamaz.

Psikosomatik Hastalıklar

  • Solunum sistemi ile ilgili olanlar: Allerjik rinit, bronşial astım, hiperventilasyon
  • Dolaşım sistemi ile ilgili olanlar: Hipertansiyon, hipotansiyon, kardiyak aritmiler, ani kardiyak ölüm
  • Sindirim sistemi ile ilgili olanlar: Mide ve duodenum ülseri, ülseratif kolit , sinirsel kusmalar, irritabl barsak sendromu, enkoprezis (dışkı kaçırma)
  • Metabolik – Endokrin sistem ile ilgili olanlar: Diabetes mellitus, guatr ve hipertiroidi, aşırı şişmanlık, yeme bozuklukları (anoreksiya nervoza ve bulimia nervoza)
  • Ürogenital sistemle ilgili olanlar: Adet düzensizlikleri, cinsel işlev bozuklukları, yalancı gebelik, enürezis (idrar kaçırma), infertilite
  • Kas – İskelet sistemi ile ilgisi olanlar: Eklem ağrıları, romatoid artrit
  • Deri ile ilgili olanlar: Ürtiker, kaşıntı, psöriazis, verruca vulgaris

5- Yapay Bozukluk

  • Kendine Yüklenen Yapay Bozukluk
  • Bir Başkasına Yüklenen Yapay Bozukluk

   (Önceki adı Bakımverenin Yapay Bozukluğu)

Kendine Yüklenen Yapay Bozukluk

  • A. Yanıltıcı (yanlış bir kanı uyandırıcı), bedensel ya da ruhsal düzmece belirtiler çıkarma ya da yaralanmaya ya da hastalığa yol açma tutumu.
  • B. Kişi, kendisini, başkalarına hasta, işgöremez ya da yaralı olarak sunar.
  • C. Açık dış ödüller olmasa bile yanıltma (yanlış bir kanı uyandırma) davranışı belirgindir.
  • D. Bu davranış, sanrılı bozukluk ya da diğer bir psikoz bozukluğu gibi başka bir ruhsal hastalıkla daha iyi açıklanamaz.
  • Düzmece belirtiler o derece iyi aktarılır ki hastaneye yatışları gerçekleşir.
  • Deneyimli hekimleri bile kandırabilecek kadar hastalık belirtilerine hakimiyet
  • Belirtiler çok çeşitli: hematom, karın ağrısı, ateş, hipoglisemi, bulantı, kusma, baş dönmesi, nöbetler, idrarın kan ve feçesle karıştırılması, kanama elde etmek için antikoagülan kullanma
  • Cerrahi geçirmek için ısrar, cerrahi adhezyonların olduğu iddiası

Bir Başkasına Yüklenen Yapay Bozukluk

  • A. Bir başkasında yanıltıcı ( yanlış bir kanı uyandırıcı), bedensel ya da ruhsal düzmece belirtiler çıkarma ya da yaralanmaya ya da hastalığa yol açma tutumu.
  • B. Kişi, bir başkasını, diğerlerine hasta, işgöremez ya da yaralı olarak sunar.
  • C. Açık dış ödüller olmasa bile yanıltma ( yanlışbir kanı uyandırma) davranışı belirgindir.
  • D. Bu davranış, sanrılı bozukluk ya da diğer bir psikoz bozukluğu gibi başka bir ruhsal hastalıkla daha iyi açıklanamaz.
  • Başkasına Yüklenen Yapay Bozukluk en sık olarak kendi bebek veya küçük yaştaki çocuklarını hasta eden annelerde görülür.
  • En önemli nokta erken tanı
  • Klinisyenler arasında iyi bir iletişim sağlanmalı
  • Gereksiz tedavi ve girişimlerden uzak durulmalı
  • Hastanın birinci basamak hekimiyle ortak çalışılmalı
  • Morbidite ve mortalite riskini azaltmak

6-Tanımlanmış Diğer Bir Bedensel Belirti Bozukluğu ve İlişkili Bozukluk

‘Tanımlanmış diğer’ adı kullanılarak belirlenebilecek görünümler için örnekler şunlardır:

1- Kısa bedensel belirti bozukluğu: Belirtilerin süresi altı aydan kısadır.

2- Kısa hastalık kaygısı bozukluğu: Belirtilerin süresi altı aydan kısadır.

3- Sağlıkla ilgili aşırı davranışlar olmadan hastalık kaygısı bozukluğu: Hastalık kaygısı bozukluğu için D tanı ölçütü karşılanmamaktadır.

4. Psödosiyezis: Gebeliğin nesnel bulgularının olduğu ve gebelik belirtilerinin bildirildiği, gebe olduğu yanlış inancı.