BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ŞİZOFRENİ – DSM-I’DEN DSM-V’E

DSM-I’DEN DSM-V’E

1952’de yayınlanan DSM-I’de “şizofrenik reaksiyonlar” “psikojenik orijinli veya beyindeki sebebi tam açıklanamayan fiziksel veya yapısal değişikliğe bağlı bozukluklar” başlığı altında yer almıştı. Bu tanımlamanın “dementia praecox”la eş anlama geldiği de ifade edilmişti. Gerçekle ilişkide ve değerlendirmede bozulmayla karakterize, afektif, davranışsal ve entelektüel bozulmanın da değişik düzeylerde eşlik ettiği bir gurup psikotik reaksiyonu tanımlıyordu. Gerçeklikten kopma, düşünce akışında bozulmalar, regresif davranışlar, duygusal düzensizlik ve bazılarında kötüleşmeye eğilim olduğu ifade edilmişti.

Tanımlanan şizofrenik reaksiyon tipleri:

1. hebefrenik

2. katatonik

3. paranoid

4. akut farklılaşmamış

5. kronik farklılaşmamış

6. şizo-afektif

7. çocukluk ve

8. rezidüel tip.

1968’de yayınlanan DSM-II’de, tüm dünyada bir birlik sağlanması amaçlanarak WHO’nun hazırladığı ICD-8 temel alındı ve “şizofrenik reaksiyon” “şizofreni” haline geldi. Şizofreni, psikotik duygudurum bozukluklarından ayrılmaya çalışıldı.

Şizofreni şu şekilde tanımlanmıştı;

“düşüncede, duygudurumunda ve davranışta bozulmanın olduğu bir gurup bozukluktur. Düşüncede bozulma, gerçeğin yanlış değerlendirilmesine ve bazen sanrı ve varsanılara sebep olabilen kavram oluşumundaki değişikliklerle karakterizedir. Bu sıklıkla psikolojik olarak kişiliğin korunması amacıyla yapılır. Duygudurumundaki değişiklikler ambivalan, sınırlı ve uygunsuz duygusal cevapları ve diğer kişilere empati eksikliğini içerir. Davranış azalmış, regresif ve garip olabilir. Birincil olarak düşünce bozukluğu düşünülen şizofreniler majör duygudurum bozukluklarından ayırt edilmelidir. Paranoid durumlar gerçekliğin daha az bozulması ile ve diğer psikotik semptomların azlığı ile şizofreniden ayrılmalıdır.”

DSM-II’deki alttipler şunlardır:

1. basit

2. hebefrenik

3. katatonik; eksite ve retarde alttipler

4. paranoid

5. kronik farklılaşmamış

6. şizoafektif; eksite ve deprese alttipler

7. çocukluk

8. rezidüel

9. akut şizofrenik atak

10. latent; prepsikotik, psödonörotik, psödopsikopatik veya borderline şizofrenleri sınıflayabilmek için oluşturulmuştu.

1980’de DSM-III tanımlamalarda çığır açan yeniliklerle yayınlandı. Gözlenebilen belirtilere dayalı daha kesin tanı kriterleri sundu. Daha sonra DSM-IV’te de devam eden şu temel tanımlamaları içeriyordu:

1. bir veya iki tanesi mutlaka olması gereken psikotik belirtilerin bir listesi

2. sosyal işlevlerde ve özbakımda azalmanın gerekli olması

3. şizofreni tanısı konmadan önce göz önüne alınması gereken dışlama kriterleri

4. süre ve gidiş kriterleri

DSM-III’te 6 kriter vardı:

A. altı psikotik semptomdan birinin olması

(3 tanesi sanrı olan,

2 tanesi işitsel varsanı olan,

1 tanesi afektif bozulma, sanrı veya katatoni/dezorganize davranışla ilişkili olan düşünce bozukluğu)

B. işlevsellikte belirgin azalma

C. 6 aylık aktif dönem

D. manik ve depresif sendromun ve psikotik belirtilerde duygudurumu bozukluğu ile ilişkinin dışlanması

E. 45 yaşın altında başlaması

F. belirtilerin organik mental bozukluğa veya mental retardasyona bağlı olmaması.

Bu kriterlerin yanında paranoid, katatonik, ve rezidüel alttipler aynı şekilde kaldı. Hebefrenik tip “dezorganize tip” olarak değiştirilirken, kronik farklılaşmamış tip sadece “farklılaşmamış tip” olarak adlandırıldı. Şizoafektif tip “şizoafektif bozukluklar” olarak ayrı bir kategoride sınıflandırıldı. Diğer bir yenilikte gidişin subkronik, akut alevlenmeli subkronik, kronik, akut alevlenmeli kronik ve remisyondaki kronik olarak sınıflandırılmasıydı.

1987’deki DSM-III-R’de de şizofreni için yenilikler vardı. “A” kriterindeki sanrılar bizar ve bizar olmayan olarak ikiye ayrıldı. İşitsel olmayan varsanılar eklendi. “A” kriterindeki belirtiler için en az 1 hafta süre istendi. “B” kriteri daha açık hale getirildi. “C” kriteri; şizofreninin aktif döneminde bir duygudurum bozukluğu olmasını dışlama kriteri olarak belirlendi. “D” kriteri DSM-III’teki “C” kriterine “başlatmadaki, ilgideki ve enerjideki yoksunluk” tanımını ekledi. Yaş sınırı kaldırıldı. Organik Mental bozukluk dışlanırken, komorbid otistik bozukluğa da dikkat çekildi.

DSM-IV’te çok fazla değişiklik yoktu. A kriterinde istenen süre 1 aya çıkartıldı, “negatif belirtiler” tanımlandı ve çağrışımlarda gevşeme kaldırılarak yerine “dezorganize konuşma” eklendi. Prodromal ve rezidüel dönemlerin kriterleri çıkartıldı. Organik bozukluğu içeren kriter, “bir maddenin direk fizyolojik etkileri”ni içerecek şekilde düzeltildi. Otistik bozukluk “tüm gelişimsel bozukluklar” olarak genişletildi. Alttipler aynı kaldı.

ŞİZOFRENİ İÇİN DSM-IV TANI ÖLÇÜTLERİ

Karakteristik semptomlar: Bir aylık bir dönem boyunca (başarıyla tedavi edilmişse daha kısa bir süre). Bu sürenin önemli bir kesiminde aşağıdakilerden ikisinin (ya da daha fazlasının) bulunması:
(1) hezeyanlar (sanrılar)

(2) hallüsinasyonlar (varsanılar)

(3) dezorganize ( karmakarışık) konuşma (örn. çağrışımlarda dağınıklık (sık sık konu dışı sapmalar gösterme) ya da enkoherans)

(4) ileri derecede dezorganize ya da katotonik davranış

(5) negatif semptomlar, yani affektif donukluk (tekdüzelik), aloji (konuşamazlık) yada avolisyon

NOT: Hezeyanlar bizar ise ya da hallüsinasyonlar kişinin davranış ya da düşünceleri üzerinde sürekli yorum yapmakta olan seslerden ya da daha fazla sesin birbiriyle konuşmasından oluşuyorsa A tanı ölçütünden sadece bir semptomun bulunması yeterlidir.

Toplumsal/mesleki işlev bozukluğu: İş, kişiler arası ilişkiler ya da kendine bakım gibi önemli işlevsellik alanlarından bir ya da birden fazlası, bu bozukluğun başlangıcından beri geçen sürenin önemli bir kesiminde, bu bozukluğun başlangıcından önce erişilen düzeyin belirgin olarak altında kalmıştır (başlangıcı çocukluk ya da ergenlik dönemine uzanıyorsa, kişiler arası ilişkilerde, eğitimle ilgili ya da mesleki başarıda beklenen düzeye erişilememiştir.)
Süre: Bu bozukluğun süre giden belirtileri en az 6 ay süreyle kalıcı olur. Bu 6 aylık süre, en az bir ay süreyle (başarıyla tedavi edilmişse daha kısa bir süre) A tanı ölçütünü karşılayan semptomları kapsamalıdır; prodromal ya da rezidüel semptomların bulunduğu dönemleri kapsayabilir. Bu bozukluğun belirtileri, prodromal ya da rezidüel dönemlerde, sadece negatif semptomlarla ya da A tanı ölçütünde sıralanan iki ya da daha fazla semptomun daha hafif biçimleriyle (ör. Acayip inanışlar, olağandışı algısal yaşantılar) kendilerini gösterebilir.
Şizoaffektif bozukluğun ve duygudurum bozukluğunun dışlanması: şizoaffektif bozukluk ve psikotik özellikler gösteren duygudurum bozukluğu dışlanmıştır, çünkü ya (1) aktif-evre semptomları ile birlikte aynı zamanda Majör Depresif, Manik ya da Mikst Nöbetler ortaya çıkmamıştır ya da (2) aktif-evre semptomları sırasında duygudurum nöbetleri ortaya çıkmışsa bile bunların toplam süresi aktif ve rezidüel dönemlerin süresine göre daha kısa olmuştur.
Madde kullanımının /genel tıbbi durumun dışlanması: bu bozukluk bir maddenin (örn. kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç) doğrudan fizyolojik etkilerine ya da genel tıbbi bir duruma bağlı olarak ortaya çıkmamıştır.
Bir yaygın gelişimsel bozuklukla olan ilişkisi: otistik bozukluk ya da diğer bir yaygın gelişimsel bozukluk öyküsü varsa, ancak en az bir ay süreyle (başarıyla tedavi edilmişse daha kısa bir süre) belirgin hezeyan ya da hallüsinasyonlar da varsa şizofreni ek tanısı konabilir.
Şizofreni İçin Uzunlamasına Gidişin Sınıflandırılması

Aktif-evre semptomlarının ilk başlangıcından en az 1 yıl geçtikten sonra bu belirleyiciler uygulanılabilir:

Ø Nöbetler arasında rezidüel semptomlar gösteren (negatif semptomlar varsa belirgin negatif semptomlar gösteren tanımlaması eklenebilir)

Ø Nöbetler arasında rezidüel semptomlar olmasızın giden

Ø Sürekli

Ø Geçirilmiş tek nöbet kısmi remisyonda

Ø Geçirilmiş tek nöbet tam remisyonda

Ø Diğer ya da belirlenmemiş bir örüntü

ŞİZOFRENİ İÇİN DSM-V TANI ÖLÇÜTLERİ

A. Karakteristik belirtiler: Bir aylık bir sürenin önemli bölümünde aşağıdakilerden 2 ya da daha çoğunun bulunması:

            1. Sanrılar

            2. Varsanılar

            3. Dezorganize (dağınık-anlamsız) konuşma

            4. Belirgin dezorganize ya da katatonik davranış

            5. Negatif belirtiler: duygusal küntlük, düşünce içeriğinin yoksullaşması ya da istem yokluğu

B. Toplumsal/ mesleksel işlev bozukluğu

            İş, kişiler arası ilişkiler ya da kendine bakım gibi önemli işlevsellik alanlarından birinde ya da daha çoğunda, hastalık öncesine göre belirgin bozulma. 

C. Süre

            Belirtiler en az 6 aydır sürüyor olmalı.

ŞİZOFRENİNİN KLİNİK TİPLERİ

1. Paranoid tip

2. Dezorganize tip

3. Katatonik tip

4. Ayrışmamış tip

5. Rezidüel tip

6. Basit tip

GİDİŞ ve SONLANIŞ

Şizofreni genellikle süregen giden ve yeti yitimine yol açan bir hastalıktır.

Son 30 yılda yapılan çalışmaların sonuçları:

Hastaların %60’ı tam ya da belirgin düzeyde iyileşmekte;

Geri kalan bölümü ise anlamlı düzelme göstermemektedir.

OLUMLU GİDİŞ GÖSTERGELERİ

  • Başlangıcın (+) belirtilerle olması
  • Ortaya çıkmasında stres etkeninin varlığı
  • Katotonik ve şizoaffektif türler daha iyi prognoz gösterir
  • Hastalık öncesi toplum, iş ve seks yaşamına göreceli daha iyi uyum yapmış olması
  • Aile ortamında duygu dışavurumunun düşük oluşu
  • Gelişmekte olan ülkelerde prognoz daha iyidir.

OLUMSUZ GİDİŞ GÖSTERGELERİ

  • Erken yaşta başlaması
  • Hastalık öncesi belirgin şizoid ya da şizotipal oluşu
  • Belirtilerin sinsi ve yavaş ortaya çıkışı
  • Negatif belirtilerin baskın olması.
  • Ailede kalıtımsal yüklülük
  • Ailede duygu dışavurumunun yüksek oluşu

SAĞALTIM

Her hasta biyolojik, ruhsal ve toplumsal (biyopsikososyal) boyutlarıyla ele alınmalı ve değerlendirilmelidir.

Sağaltımda hekim, hasta ve hasta yakınlarının işbirliği esastır.

Şizofreni sağaltımı uzun süren ve özveri isteyen bir süreçtir.

Aşırı iyimserliğe kaçmadan, bir umudun canlı tutulmasına özen gösterilmelidir.

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

DEMENTİA PRAECOX’TAN “ŞİZOFRENİ”YE ŞİZOFRENİNİN TANIMLANMA ÖYKÜSÜ

Şizofreni önceleri geri dönüşümü olmayan kişilik değişiklikleri olarak algılandı. Morel 1852’de zekada bozulmanın ergenlikte başladığı bir hasta serisini “dementia praecox” olarak adlandırdı. 1871’de Hecker ergenlikte başlayan ve “aptallaşma” şeklinde kötüye gidişin olduğu bir hastalık olarak “hebefreni”yi tanımladı. Kahlbaum 1874’te sinir sisteminde bir hastalık olmadan stuporun gözlendiği “katatoni”ye dikkat çekti. 1891’de Pick, Hecker ve Kahlbaum’un tanımladığı hastaların dışında “basit bozulmanın” gözlendiği başka bir grubun varlığından söz etti.

“Sommer’s Textbook”un 1893’teki baskısında Kraepelin; dementia praecox’u, hebefreniyi, katatoniyi ve paranoid demansı “psikolojik dejenerasyon prosesleri” başlığı altında topladı. 1899’da da bu guruptaki tüm hastalıklarda entelektüel bozulma gözlendiği için tümüne dementia praecox adını verdi. 1913’te Kraepelin kendi textbook’unda dementia praecox’u şöyle tanımlamıştı: “dementia praecox, ortak özelliği kişilikte dağılmanın, duygusal hayatta ve istekte belirgin bozulmanın olduğu klinik tabloları içerir.” Kraepelin, duyguların ve isteğin bozulmasını şizofrenide önemli belirtilerden saydığı için, bunların çok fazla bozulmadığı paranoid durumları “parafreni” olarak adlandırdı.

1911’de Bleuler dementia praecox terimiyle oluşan karışıklığı ortadan kaldırmak için “schizophrenia”yi kullanmaya başladı. Tanımını geniş tuttuğu için İsviçre’de çok popüler bir hastalık oldu. Amerika’da da DSM-III öncesi şizofreni tanısı Bleuler ekolünden etkilendiğinden hastalığın sıklığı daha fazla bulunuyordu. DSM-III’le birlikte tanım Kraepelin ekolüne daha çok yaklaşınca sıklıkta yarı yarıya düşme oldu. Çünkü Kraepelin’in tanımlamaları Bleuler’inkilerden daha deskriptif ve detaylıydı.

Bleuler şizofreninin belirtilerini iki ana kümede toplamıştı. Temel belirtiler her şizofrende olması gereken ve altta yatan patoloji ile ilgili olan belirtilerdi. İkincil belirtiler bunların üzerine ekleniyor ve çoğu onarım, düzelme ve uyum yapma esnasında ortaya çıkıyordu. Bleuler’in tanımı daha dinamikti ve belirti kümeleri arasında nedensel ilişkiler kurmuştu. Birincil belirtiler daha çok negatif semptomları içerirken, ikincil belirtiler pozitif semptom ağırlıklıydı.Temel belirtileri meşhur “4A belirtisi” olarak tanımlamıştı.

Ø Affect; duygulanımda bozulma,

Ø Association; çağrışımlarda bozulma,

Ø Ambivalans; birbirine zıt duygu ve eğilimlerin birlikte bulunması,

Ø Autism; gerçek dünya ile iletişimin kopup kişiye has bir dünya oluşturulması. Bu dört belirtinin yanında beşinci belirti olarak “bilincin açık olması” mevcuttu.

İkincil belirtilerde;

Ø Sanrılar, yineleyici, kalıplaşmış düşünceler,

Ø Varsanılar,

Ø Yanılsamalar,

Ø Hareket bozuklukları vardı.

Kleist, şizofreni hafiflese bile yeti kaybına yol açtığını düşünerek hasta gurubunu daha daralttı. Bu dönemde şizofrenik semptomların neler olduğu ve bunlara bağlı olarak şizofreninin iyileşebilen bir hastalık olup olmadığı tartışılıyordu. Schröder (1920) manik-depresif olmayan ama dönemsel nitelikli bir gurup dejenerasyon psikozu tanımladı. Kleist bunlara “sikloid marjinal psikozlar” derken, Leonhard bunlara “sikloid psikozlar” dedi.

Schneider DSM ve ICD tanı ölçütlerinde de kullanılan “ilk sıra ve ikinci sıra belirtileri” tanımladı. İlk sıra belirtilerinin sadece şizofreniye has olmadığını ama hastalığın tanınmasında faydalı olduğunu belirtti. İlk sıra belirtileri gözlenmeden de şizofreni tanısı konulabileceği uyarısında da bulundu.

İlk sıra belirtiler;

Ø Duyulabilen düşünceler,

Ø Tartışan ve/veya kavga eden sesler,

Ø Yorumlayan sesler,

Ø Somatik edilgenlik deneyimleri,

Ø Düşünce çekilmesi ve düşüncelerin etkilenmesi,

Ø Düşünce yayınlanması,

Ø Sanrısal algılama,

Ø Duygu, dürtü ve iradenin dış güçlerden etkilenmesi duygusu.

İkinci sıra belirtiler

Ø Diğer algı bozuklukları,

Ø Ani gelen sanrılar,

Ø Düşüncede karışıklık,

Ø Depresif veya öforik duygulanım değişiklikleri,

Ø Duygusal fakirleşme hisleri

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ŞİZOFRENİDE TEDAVİ VE SEYİR

TEDAVİ VE SEYİR

1950′li yıllardan itibaren kullanılmaya başlanan ilaçlar sayesinde şizofreninin seyri olumlu yönde önemli bir değişim göstermiştir. Günümüzde kullanılmakta olan ilaçlar sayesinde rahatsızlığı olan kişiler hastanelerde daha kısa süre kalmakta ve yaşamlarını toplum içinde alıştıkları ortamlarda sürdürebilmektedirler. Rahatsızlığın başlangıcı ile hekime başvuru arasındaki sürenin uzaması rahatsızlığın neden olduğu ruhsal, toplumsal olumsuzlukları artırır ve tedaviyi olumsuz şekilde etkiler.

Uygun bir ilaç tedavi beraberinde psikoterapi uygulamaları rahatsızlığı olan kişinin kendisini ‘etiketleyen’, ‘inciten şizofreni tanısının suç – ceza vb. yanlış çağrışımlarını aşmasını; kimliğinin bütünlüğünü ve benlik saygısını korumasını; varsanılarını ve hezeyanlarını kontrol edebilmesini; alevlenme belirtilerini tanımasını sağlayar. Kişinin rahatsızlığa tepkisi inkar, farkında olmama, tedaviye uyum göstermeme biçiminde olabilir. Kişinin değer verdiği amaçları, rolleri, toplumsal konumunu/kimliğini korumasına yardımcı olmak çok önemlidir. Tedavinin başarısı rahatsızlığı olan bireyin, ailesinin, tedavi ekibinin ve birlikte yaşadığı topluluğun birbirleriyle işbirliği içinde olmasına bağlıdır. Şizofreni sadece bir tıbbi sorun değildir, aileyi ve tüm toplumu ilgilendirir.

İLAÇ TEDAVİSİ

Tedavide öncelik ilaç kullanımındadır. Ancak şizofreniyle ilgili bütün sorunları n çözümünde ilaç tedavisi tek başına yeterli olmamaktadır. Bu nedenle özellikle toplumsal yaşantıyla ilgili olarak ortaya çıkan yakınmaların çözümlenmesinde destekleyici ve bilgilendirici içerikli bireysel, grup ve aile tedavilerinin de uygulanmasında yarar vardır. Şizofreni tedavisinde antipsikotikler kullanılır. İlaçlar şizofreninin yanı sıra benzer belirtiler gösteren başka psikiyatrik rahatsızlıklarda da kullanılırlar.

Klasik olarak nitelendirilen ilaçlar şizofrenisi olan kişilerde görülen varsanıların, hezeyanların, saldırganlık düzeyinde ortaya çıkan bazı davranış bozukluklarının ortadan kaldırılmasında rol oynarlar. Atipik antipsikotik adı verilen ilaçlar ise yukarıda sayılan belirtilerin yanı sıra içe kapanma, toplumdan uzaklaşma, aldırmazlık, ilgi ve istek eksikliği, duygusal küntlük, iletişim kurmama, kendine bakımda azalma gibi belirtiler üzerinde de etkilidir.

Seçilen ilacın etkinliğinin yeterli olup olmadığı hakkında kesin bir kanaat oluşturması için uygun dozla kullanımda 4-6 haftalık bir süre gerekir. Belirtilen süre içinde istenen sonuç alınamazsa ya da yan etkiler nedeniyle tedavi erken sonlandırılmak zorunda kalınırsa yeni bir ilaca geçilir. Şizofrenide kullanılan ilaçlar ancak düzenli kullanıldıklarında etkili olmaktadırlar. Bu nedenle ilaç tedavisinin her gün aksatılmadan sürdürülmesi gerekir. Ancak ağızdan ilaç kullanımı yerine iki – dört haftada bir eşdeğer dozlarda kalçadan yapılacak iğnelerle de tedavi tercih edilebilir.

Şizofreni belirtilerini ortadan kaldırmak kadar belirtilerin tekrarlanmasını önlemeye yönelik uzun süreli ilaç kullanımı da önemlidir. İdame tedavisi adı verilen bu tedavinin süresi ve tedavide kullanılan ilaç dozu, tedaviyi üstlenen hekim ile birlikte bir uzlaşma zemininde belirlenmelidir. Şizofreni yineleme özelliği gösteren bir rahatsızlıktır. Tedavide etkili olan ilaçların bulunması, hastaların hastaneye yatmak zorunda kalmaksızın evlerinde tedavi edilmelerini sağlamış, depo hastanelerin tarihe karışmasında önemli bir rol oynamıştır. Hastaneye yatış tedaviyi kolaylaştırmakla beraber şizofreni tedavisinin esası, zorunlu olmadıkça hastanın yaşadığı ortamdan uzaklaşmadan tedavisinin sürdürülmesine dayanmaktadır.

Halk arasında ‘Şok tedavisi’ diye bilinen elektro konvülsif terapi (EKT), düşük doz elektrik akımı ile hastaya bir tür sara nöbeti oluşturmaktan ibarettir. Bu tedavinin yan etkileri, adının ürkütücülüğüne karşın oldukça azdır. EKT, şizofrenide ilk etapta düşünülen ya da her durumda uygulanan bir tedavi değildir.

Şizofreni kalıtımsal yatkınlığı olan kişilerde ağır dışsal zorlanmalar, sorun çözme yeteneklerinin yetersizliği ve toplumsal destek sistemlerinin zayıflığı gibi ek koşulların biraraya gelmesi sonucunda ortaya çıkar ya da tekrarlar. Bu nedenle;

Belirtilerin ortadan kaldırılması için ilaç kullanmak,
Zorlanmaların sıkıntısını gidermek için çevresel düzenlemeler yapmak,
Toplumsal destek sistemlerini güçlendirmek için aile ve grup terapilerine, kendine yardım gruplarına katılımlarını sağlamak,
Toplumsal becerilerini ve sorun çözme yeteneklerini artırmak için eğitmek, destekleyici psikoterapi yöntemlerinden istifade etmek gerekli olabilir.

PSİKO-SOSYAL TEDAVİLER

Şizofrenide ilaç tedavisi dışında kalan diğer tedavi yöntemlerini tanımlamak için “psiko-sosyal tedaviler” terimi kullanılır. Psikososyal tedaviler, düzenli ilaç kullanmakta olan ve rahatsızlığın alevlenme döneminde bulunmayanlar için geçerlidir.

Şizofreni, kişinin dünyayı algılama tarzını, düşünce ve duygularını etkileyerek başkalarından farklı davranışlar göstermesine yol açan bir rahatsızlıktır. şizofrenisi olan kişi düşünce dizgesinde ortaya çıkan gerçek dışı, benliğe yabancı değişikliklerin etkisinde yoğun bir bunaltı yaşar. Yaşadığı bunaltı nedeniyle kişiler arası ilişki kurmayı sağlayan basit işlevleri bile yerine getiremeyebilir. Benlik bütünlüğünü koruyamadığı için başkalarına karşı kendisini savunmasız hisseder. İnsanlara güveninin kaybolmasıyla birlikte kendi dünyasına çekilmeye, ilişkilerini asgariye indirmeye başlar. Bu farklılaşma aile ilişkileri, kişiler arası ilişkiler, okul, iş ve sosyal uyum üzerine olumsuz bir şekilde yansır. Bu değişikliklere şizofrenisi olan kişinin yakınları bir anlam veremeyip kaygılanarak ne yapacaklarını nasıl davranacaklarını bilemez hale gelirler. şizofrenisi olan kişilerin yakınlarında öncelikle gözlenen tepki rahatsızlığın yadsınması ve değişikliklerin kapris, tembellik, bencillik olarak değerlendirilmesidir. Rahatsızlık süreci ilerledikçe toplumsal ortamdan uzaklaşma, kendi dünyasına kapanma artar. Aile fertlerinin bu uzaklaşmaya tepkisine bağlı olarak da “kopma” süreci şekillenir. Şizofrenisi olan kişinin kendine özgü dünyasını anlama çabasında olmayan ön yargılı yaklaşımlar sorunu iyice çözümsüz hale getirebilir. Gerçeği algılamadaki farklılıklar, çevreye ilgide azalma, sorumluluk almakta ve yerine getirmekte güçlük gibi şizofreni rahatsızlığının doğasına ilişkin sorunlar nedeniyle kişi belirgin uyum sorunları yaşamaya başlar. İşte bu noktada hem rahatsızlığı olan kişinin iç dünyasındaki karışıklığı düzeltecek hem de toplum içindeki yalnızlığını ortadan kaldıracak, giderek yitirmekte olduğu yetenek ve becerilerini ona yeniden kazandıracak, bozulmuş iletişimi yeniden kurabilmesine olanak verecek tedavi yaklaşımlarının devreye girmesi gerekli olmaktadır. Bu nedenle şizofreni tedavisinin önemli bir bölümünü psikososyal yaklaşımlar oluşturmaktadır.

Bu yaklaşımlar şunlardır:

1. Destekleyici tedaviler: Bu tedavi yaklaşımı şizofrenisi olan kişinin yeteneklerinin gerilediği stresli yaşam olaylarına karşı daha duyarlı hale geldiği düşüncesine dayanır. Tedavide amaç, eksiklikleri ve kayıpları ortadan kaldırma, duygusal destek sağlama, yaşam olaylarına yönelik uygulanabilir bilgi ve beceri kazandırmaktır. Günümüzde şizofreni için uygulanabilirliği en kolay, yaygın bireysel psikoterapi yöntemi olarak kabul edilmektedir. Destekleyici psikoterapi etkin dinleme; günlük yaşamı etkileyen sorunların çözümü üzerine konuşma; hastalık belirtileri, nüks ve riskler konusunda bilgilendirme tedaviye uyum sağlama ve sosyal ilişkileri desteklemeye yönelik olarak uygulanır. Kısa süreli bir yaklaşımdır. Kişi hastalık belirtileri ve belirtilerin stresle ilişkisi konusunda eğitildiğinde sıkıntı yaratan durumlarla başetme, kontrol altına alma ve savunma stratejileri geliştirme şansına sahip olur.

2. Bilişsel davranışçı tedaviler: Bu tedavi yöntemi rahatsızlığın nedenine yönelik değildir. İşlevselliğin arttırılması rahatsızlığın olumsuz gidişinin engellenmesi amaçlanmaktadır. Şizofrenisi olan kişinin sorunları işlevsel açıdan ele alınarak uyumsuz davranışın yerine uyumlu davranışın konması hedeflenir. Hem yitime maruz kalan yetiler hem de sağlam kalan davranış özellikleri ele alınır. Halihazırda sahip olunan beceri ve yetenekler aracılığıyla günlük yaşamdaki işlevsellik arttırılmaya çalışılırken, yitirilen davranışları da yeniden kazandırma stratejileri uygulanır. Şizofrenisi olan kişinin düşünce bozuklukları özellikle sanrılarla (hezeyanlarla), işitsel varsanılarla başa çıkması duygularını uygun bir şekilde dışa vurabilmeyi öğrenmesi sağlanmaya çalışılır. Bu amaçla günlük faaliyetlerin kayıt edilmesi program hazırlama ve uygulama, ev ödevlerinin gerçekleştirilmesi tedavinin önemli unsurlarındandır. Uzun süreli bir tedavi yaklaşımında tedavi, oldukça yapılandırılmış bir program dahilinde ailesel iletişimi ve şizofrenisi olan kişinin sorun olarak nitelenen davranışlarını değiştirmeye yöneliktir.

3. Grup tedavileri: Rahatsızlığın bazı belirtilerinin ortadan kaldırılması, sosyal uyumun arttırılması, bilimsel kayıplar ve işlev yitiminin azaltılması amaçlanır. Grup dinamiklerinin sunduğu zeminde etkileşim, eğitim ve destek olanaklarıyla ortak yaşantıların paylaşılması, toplumsal davranışlar konusunda geri bildirim, yeni sosyal beceriler geliştirilebilmesi sağlanmaya çalışılır. Terapist burada doğal grup dinamikleri olan cesaretlendirme, öğrenme ve değişimi kullanır. Toplumsal beceri kazandırma amacıyla rol provası, model olma, yeni davranış modellerine öncülük yapma, beceri geliştirme gibi yöntemler kullanılır. Ayrıca bilişsel alandaki bozulmaları azaltmaya yönelik olarak da zihinsel işlevler, bellek, dikkat, algı, kavramsallaştırma ve duyguyu ifade edebilme gibi konular üzerinde çalışılır. Tedavide amaç iç görü kazandırmak, davranışlarda değişiklik sağlamak, toplumsal destek alanlarını çoğaltmak, boş zaman etkinliklerine katılımı arttırmak biçiminde özetlenebilir. Tedaviler düzenli, planlanmış oturumlar biçiminde, sınırlı sayıda kişinin katılımıyla gerçekleşir.

4. Aile tedavileri: şizofreni kişiyi olduğu kadar aileyi de derinden etkileyen bir rahatsızlıktır. Şizofreninin yarattığı bunaltının şizofrenisi olan kişiye ve yakınlarına yüklediği zorlukların gerilimi yeniden ona yansıyarak rahatsızlık sürecini olumsuz etkilemesini önlemek amacıyla uygulanır. Rahatsızlığın oluşması ve ortaya çıkmasındaki aileye ait hazırlayıcı etmenleri anlamaya, rahatsızlığın ailede yarattığı olumsuzlukları ve güçlükleri ortadan kaldırmaya yönelik bir tedavi yöntemidir. Ailenin rahatsızlığı doğru anlamasını, akılcı bağlantılar kurmasını, olumlu tutumlar ve gerçekçi beklentiler geliştirmesini olanaklı kılar. Aile tedavilerinde,

Rahatsızlık konusunda bilgi sağlama,
Ailenin kaygılarının, çatışmalarının anlaşılması ve dile getirilmesine olanak sağlama,
Ortaya çıkan sorunları çözme, çözüm yollarını geliştirmeye yönelik bir zemin hazırlama, seçenekler oluşturma, kullanılabilir öğütler verme,
Rahatsızlığa karşı dayanma gücünü arttırma,
Aile içi duygu dışa vurumunun uygun biçimde yapılmasını sağlayarak iletişim becerilerini geliştirme amaçlanmaktadır.
Aile yaklaşımları iki büyük alanı hedef almıştır: Belirtilerin bastırılması ve hastalığa yönelik ailesel-toplumsal tepkileri olumlu yönde geliştirme. Ailede rahatsızlığa ilişkin olumsuz duyguların yüksek düzeyde dışavurumu rahatsızlığın ilerlemesinde ve alevlenmesinde önemli bir paya sahiptir. Bu nedenle şizofrenisi olan kişinin yakınlarının bireysel kaygılarının, çatışmalarının dile getirilmesi; çözüm yollarının tartışılması; rahatsızlığın doğası ve belirtileri, nedenleri, gidişi ve sonlanması konusunda bilgilendirmeyle olumsuz duygu dışavurumu azaltılır. Aile tedavilerinin bir yararı da şizofrenisi olan kişinin ve yakınlarının ilaç tedavisine ve diğer tedavilere uyumunu arttırmasıdır.

5. Ortam tedavisi: Bu yöntemle şizofrenisi olan kişinin yaşadığı yerlerin bir tedavi ortamı olarak kullanılması amaç edinilir. Kişinin tedavi görmekte olduğu yataklı tedavi kurumları, gündüz hastaneleri, psikososyal tedavi merkezleri, çalıştığı işyeri, yaşadığı sokak birer tedavi ortamı olarak kabul edilir. Deneyimli bir ekip tarafından yürütülmesi gereken bir tedavi yöntemidir. Gerçeği değerlendirme yetisi bozulmuş olan kişinin dürtü denetimini sağlamak, kendisine ya da başkalarına yönelik olabilecek zararlı davranışlarını önlemek, insanlarla etkileşimini arttırmaya cesaretlendirmek, uyumlu davranış modeller geliştirmek amaçlanır. Ayrıca toplumsal yaşama uyumunu arttırmak amacıyla yaşadığı toplumda öne çıkan kişileri bilgilendirmek, toplumdan soyutlanmasını engellemek, ona özgü yaşam koşullarının oluşturulmasını sağlamak hedeflenir. Bu yaklaşımla şizofrenisi olan kişinin işlevsel durumuna uygun sorumluluk alması sağlanmaya, hasta rolünden sıyrılıp normal yaşam tarzına yakın davranışlar geliştirilmesi olanaklı kılınmaya çalışılır. Ülkemiz koşullarında ortam tedavisi şimdilik yeterince uygulanma imkanı bulamamaktadır.

Şizofrenide Psikososyal Rehabilitasyonun iki temel amacı:

1. İşlevsel yeti yitiminin azalmasına, giderilmesine yönelik eğitim vermek ve deneyimleri arttırmak,
2. Toplumsal ilişkilerle ilgili elverişsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik çevresel destek sistemlerini arttırıcı olanaklar geliştirmektir.

Rehabilitasyon programları ve servisleri; mesleki rehabilitasyon servisleri, tedavi evleri ve psikososyal rehabilitasyon merkezlerini içermektedir. şizofrenisi olan kişinin yaşamını etkileyen en önemli sorunlardan biri işsizlik, çalışmama durumudur. Bu nedenle mesleki rehabilitasyon şizofreninin rehabilitasyonundaki en temel yaklaşım noktalarından biri olmaktadır. Bu programlar hastanelerdeki çalışma alanlarında, işe odaklanmayı ve mesleki yetilerini geliştiren ya da yitimi azaltan bir içerikle gelişmektedir. Psikososyal rehabilitasyonun gerçekleştirildiği en temel uygulama ise gündüz hastanesi uygulamalarıdır. Şizofrenisi olan kişinin mesaiye gider gibi gittiği bu ortamdan bireysel ve grup halinde uygulanan psikoterapilerin başında da daha yaygın biçimde psikososyal rehabilitasyona yönelik programlar uygulanmaktadır. Bireyler gün boyunca sorumluluk alarak çay ocağı, büfe gibi küçük çaplı işletmeleri çalıştırma, bütçe yapma, bankaya gitme gibi bazı işleri yürütmek, bazı kurslar ve eğitim programlarına devam etmek, yeni durumlarına uygun bir takım işleri öğrenmek ve becerilerini geliştirmeye yönelik uğraşı terapisini sürdürmek gibi etkinliklerde bulunmaktadırlar. Kişilerin yeniden hastaneye yatmalarını önlemeye yönelik girişimler de rehabilitasyonun kapsamındadır. Şizofrenisi olan kişinin mahallesinde, iş yerinde, yaşamını sürdürmekte olduğu bütün alanlarda temel yaşam gereksinmelerini karşılamaya, sorunlarını çözebilme ve rahatsızlığıyla başa çıkma becerilerini geliştirebilmeye, toplumsal destek sistemlerini devreye sokabilmeye yönelik uğraşlar söz konusudur. Rehabilitasyon programlarının uygulanması daima bir ekip çalışmasını gerektirir. şizofrenisi olan kişiler bu ekibin en vazgeçilmez parçasıdırlar

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ŞİZOFRENİNİN SEBEBİ NEDİR?

Şizofreninin bilinen tek bir nedeni yoktur. Kalp hastalığı gibi birçok hastalık, genetik, davranışsal ve başka faktörlerin karşılıklı etkileşiminin sonucudur; ve şizofreni içinde böyle bir durum söz konusu olabilir. Bilim adamları şizofreninin ortaya çıkması için gerekli olan bütün faktörleri henüz anlamış değildirler ama modern biyomedikal araştırmanın bütün araçlar hastalığa neden olan genlerin, beyin gelişimindeki kritik anların ve diğer faktörlerin araştırılması için kullanılmaktadır.

Şizofreni Kalıtsal mıdır?

Bazı ailelerde şizofreni olgularının sık olduğu bilinmektedir. Yakın akrabasında şizofreni olan kişilerde bu hastalığın gelişme olasılığı daha fazladır. Anne veya babasında şizofreni olan bir çocukta şizofreni olasılığı yaklaşık yüzde 10’dur. Buna karşılık toplamdaki genel şizofreni riski yüzde 1’dir.

Şizofreniye yatkınlığı taşıyabilen genlerin saptanması için insan genomunun birçok bölgesi araştırılmaktadır. En güçlü kanıtlar 13 ve 6. kromozomlara götürmektedir. Şizofreni gelişimiyle ilgili spesifik genlerin saptanması, neyin yanlış gittiğine ve beyinde hastalığı oluşturan ve sürdüren şeyin ne olduğuna ilişkin önemli ipuçları sağlayacak ve daha iyi, yeni tedavilerin geliştirilmesine rehberlik edecektir.

Şizofreni Beyindeki Kimyasal Bir Defektle mi İlgilidir?

Beyin kimyası ve onun şizofreniyle bağlantısına ilişkin temel bilgiler hızla artmaktadır. Sinir hücreleri arasında iletişimi sağlayan maddeler olan nörotransmiterlerin şizofreni gelişimiyle ilgili olduğu düşünülmektedir. Özellikle dopamin ve serotoninle ilgili ciddi kanıtlar mevcuttur.

Şizofrenili kişilerde yapılan birçok çalışma, beynin yapısında (örneğin, beynin içindeki ventrikül adı verilen sıvı dolu boşluklarda genişleme ve belirli beyin bölgelerinde küçülme) veya fonksiyonunda (örneğin, belirli beyin bölgelerinde metabolik aktivitede azalma) anormallikler olduğunu bulmuştur. Bu anormalliklerin oldukça hafif olduğu ve bütün şizofrenili kişiler için karakteristik olmadığı yada sadece bu hastalığı olan bireylerde görülmediği vurgulanmalıdır. Ölümden sonra beyin dokusunda yapılan mikroskopik çalışmalar da şizofrenili kişilerin beyin hücrelerinin dağılımında veya sayısında ki değişimlerin kişi hastalanmadan önce mevcut olduğu ve şizofrenin kısmen beyin gelişimindeki bir bozukluk olduğu düşünülmektedir.

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ŞİZOFRENİ NEDİR?

Şizofreni kronik, ciddi ve düşkünleştirici bir beyin hastalığıdır. Toplumun yaklaşık %1’inde şizofreni gelişir. Şizofreni sıklığı, kadınlarda ve erkeklerde eşit olmakla birlikte, hastalık erkeklerde çoğunlukla kadınlardan daha erken, genellikle onlu yaşların sonunda veya yirmili yaşların başında ortaya çıkmaktadır. Kadınlarda ise genellikle yirmili yaşlarda veya otuzlu yaşların başında görülmektedir.

Şizofrenili kişilerde çoğunlukla başkaları tarafından işitilmeyen seslerin işitilmesi veya zihinlerinin başkaları tarafından okunduğuna inanma, düşüncelerinin kontrol edilmesi veya kendilerine zarar verecek entrikalar kurulması gibi korkutucu semptomlar bulunur. Bu semptomlar onları korkutabilir ve içlerine kapanmalarına neden olabilir. Konuşmaları ve davranışları öylesine dezorganize olabilir ki başkaları tarafından anlaşılamayabilir veya başkalarını korkutabilir. Mevcut tedaviler birçok semptomu düzeltebilmektedir ama çoğu şizofrende bazı semptomlar yaşamları boyunca varlığını sürdürür; tümüyle iyileşenlerin oranının beşte birden fazla olmadığı tahmin edilmektedir.

BİR HASTALIK OLARAK ŞİZOFRENİ

Şizofreni bütün dünyada görülen bir hastalıktır. Semptomların şiddeti ve şizofreninin uzun-süreli, kronik bir hastalık oluşu, genellikle yüksek derecede bir işgöremezliğe neden olmaktadır. Şizofreni ilaçları ve başka tedaviler, düzenli olarak ve reçetelendiği gibi kullanıldıklarında, hastalığın sıkıntı veren semptomlarının azaltılmasına ve kontrol altına alınmasına yardımcı olabilir. Tedavi etkili olsa bile, hastalığın süre giden sonuçları – kaybedilen fırsatlar, damgalanma, rezidüel semptomlar ve ilaçların yan etkileri- çok sıkıntı verici olabilir.

Şizofreninin ilk belirtileri çoğunlukla davranıştaki ciddi değişimlerdir. “Psikoz”, duysal algılamadaki bozukluklarla (halüsinasyonlar) ve/veya gerçek yaşantıları gerçek olmayanlardan ayırma yeteneğinin ortadan kalkmasıyla sonuçlanan yanlış ama değiştirilemeyen kişisel inanışlarla (delüzyonlar, hezeyan) karakterize bir akıl bozukluğudur. Sosyal izolasyon veya çekilme yada olağandışı konuşma, düşünce, davranış gibi daha az belirgin olan diğer semptomlar psikotik semptomlardan önce, onlarla birlikte yada sonra görülebilir.

Gerçekliğin Algılanmasında Bozulma
Şizofrenili kişilerde gerçeklik algılaması, görülen ve çevresindekiler tarafından paylaşılan gerçeklikten çarpıcı biçimde farklı olabilir. Halüsinasyonlar ve delüzyonlarla bozulmuş bir dünyada yaşayan şizofrenlerde korku, endişe ve düşüncelerde karmaşa bulur.

Halüsinasyonlar ve İlüzyonlar
Halüsinasyonlar ve ilüzyonlar şizofrenili kişilerde sık görülen algılama bozukluklarıdır. Halüsinasyonlar uygun bir kaynakla bağlantısı olmadan ortaya çıkan algılamalardır. Başkalarının işitmediği seslerin işitilmesi şizofrenide en sık karşılaşılan halüsinasyondur. Sesler hastanın aktivitelerini tanımlayabilir, diyalog, tehlikelere karşı uyarma ve hattâ kişilere emir verme tarzında olabilir. İlüzyonlar ise duysal bir uyaranın bulunduğu ama kişi tarafından bunun yanlış yorumlandığı durumlardır.

Delüzyonlar
Delüzyonlar (hezeyanlar) makul olmayan veya kanıtlarla çelişen ve kişinin olağan kültürel kavramlarıyla açıklanamayan yanlış kişisel inanışlardır. Paranoid tipte semptomları olan hastalar kendilerinin aldatıldığı, taciz edildiği, zehirlendiği veya kendilerine karşı komplo kurulduğuna ilişkin yanlış veya akıldışı inanışlara sahiptir. Bu hastalar bir yakınlarının da böyle bir tehlikede olduğuna inanabilirler. Buna ek olarak, şizofrenide kişinin kendisinin ünlü veya önemli biri olduğuna inandığı büyüklük hezeyanları görülebilir. Bazen şizofrenili kişilerin hezeyanları oldukça tuhaftır, örneğin bir komşunun, davranışlarını manyetik dalgalarla kontrol ettiğine; televizyondaki kişilerin kendilerine özel mesajlar ilettiklerine; yada düşüncelerinin başkalarına yüksek sesle yayınlandığına inanabilir.

Düşüncede Bozulma
Çoğunlukla bir kişinin “doğru düşünme” yeteneğini etkilenir. Düşünceler hızla gelip gidebilir; kişi bir düşünceye çok uzun konsantre olamaz ve dikkati kolayca bozulur. Şizofrenili kişiler bir konuyla ilgili olan ve olmayan şeyleri ayırt edemeyebilirler. Kişi düşünceleri mantıksal bir sıraya oturtamaz, düşünceler dağılır. Bu mantıksal süreksizlik “düşünce bozukluğu” olarak adlandırılır. Kişiler söylenenleri anlayamadıklarında rahatsız olur ve oradan ayrılır.

Duygusal Dışavurum
Şizofrenili kişiler genellikle “künt” veya “düz” bir duygulanıma sahiptir. Bu, duyguların dışavurumunda büyük bir azalmaya karşılık gelir. Şizofrenili bir kişi normal duygulanım belirtileri göstermeyebilir, tekdüze bir sesle konuşabilir, yüz ifadeleri azalmış olabilir ve olağanüstü durgun görünebilir.

Kişide sosyal geri çekilme olabilir, başkalarıyla temas kurmaz; ve etkileşime zorlandığında söyleyeceği bir şey olmaması, “düşüncedeki yoksullaşmayı” yansıtır. Motivasyon, hayata ve hayattan zevk almaya duyulan ilgi büyük ölçüde azalmış olabilir. Bazı ağır olgularda, kişi günlerini hiç bir şey yapmadan, temel hijyeni bile ihmal ederek geçirebilir. Aile üyeleri ve dostlar için çok sıkıntı verici olabilen bu duygusal dışavurum ve motivasyon sorunları, karakter bozuklukları veya kişilik zayıflıkları değil, şizofreninin semptomlarıdır.

Anormal Karşısında Normal
Zaman zaman, normal bireyler şizofreniye benzer tarzda duyumsayabilir, düşünebilir yada davranabilirler. Normal kişiler de bazen “doğru düşünemeyebilirler”. Örneğin bir topluluk önünde konuşurken aşırı endişeye kapılabilir, kafaları karışabilir, düşüncelerini bir araya toplayamaz veya söylemek istedikleri şeyi unutabilirler. Bu şizofreni değildir. Aynı şekilde, şizofrenili kişiler her zaman anormal davranmazlar. Gerekten de bazı hastalar tümüyle normal görünebilir ve hattâ halüsinasyon veya delüzyon yaşadıkları sırada bile kusursuz biçimde sorumluluk sahibi olabilirler. Bireyin davranışı zaman içinde değişebilir, tedavi kesildiğinde garipleşebilir ve uygun tedavi aldığında normale yakınlaşabilir

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

SOSYAL FOBİ (SOSYAL ANKSİYETE BOZUKLUĞU) NEDİR ?

     

      “Sadece bir kaç saniye için gözlerinizi kapatın ve bir odaya girdiğinizi ve orada bazı arkadaşlarınızı ve iş arkadaşlarınızı gördüğünüzü düşünün.Birden yere doğru bakıyorsunuz ve üzerinizde hiçbir giysinin olmadığının farkına varıyorsunuz”.

Sosyal fobisi olan kişilerin bir toplumsal durumla karşılaştıklarında neler hissettiklerini bu senaryo çok iyi anlatmaktadır. “Büyük bir utanç duyarsınız, odadan kaçıp gitmek istersiniz, sanki ölecekmiş gibi olduğunuzu hissederseniz, hiç kimseyi yeniden görmek istemezseniz”.

Bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını taşıdığı toplumsal ortamlarda mahcup ya da rezil olacağı konusunda belirgin ve sürekli korkusunun olduğu bir kaygı bozukluğudur.

Kişiler başkalarıyla etkileşimde bulunmalarını gerektiren ya da bir eylemi başkalarının yanında yerine getirmeleri gereken durumlardan korkarlar ve bunlardan olabildiğince kaçınmaya çalışırlar.

Başkalarının kendileriyle ilgili olarak anksiyeteli, yetersiz, alık, bön, budala, zayıf, sersem, şaşkın, kaçık ya da aptal gibi yargılarda bulunacağını düşünürler.

Ellerinin ya da seslerinin titrediğinin farkına varacaklarıyla ilgili kaygılarından ötürü toplum önünde konuşmaktan korkabilirler ya da düzgün bir biçimde konuşamıyor gibi görünmekten korktukları için başkalarıyla karşılıklı konuşurken aşırı kaygı duyabilirler. Utanç duyacaklarından korktukları için başkalarının yanında yemekten, içmekten ya da yazı yazmaktan kaçınabilirler.

Sosyal fobisi olan insanlar eleştirilmeye, olumsuz değerlendirilmeye ya da karşı çıkılmaya aşırı duyarlıdırlar; kendilerini doğru ortaya koymakta güçlük çekerler.

SOSYAL FOBİNİN TİPLERİ VAR MIDIR?

Sosyal fobi iki şekilde görülür:

-YAYGIN ; korkular bir çok toplumsal durumları kapsıyorsa

-YAYGIN OLMAYAN ; bazı durumları kapsıyorsa (karşı cinsle çıkmak, konuşmayı başlatmak ve sürdürmek, üstleriyle konuşmak, eğlenmek amacıyla düzenlenen toplantılara katılmak, başkalarının önünde imza atmak, yemek yemek, …)

NE SIKLIKTA GÖRÜLÜR?

En sık görülen psikiyatrik hastalıklardan biridir. Yaşam boyu görülme oranı % 3-13 arasındadır.

Toplum örneklemilerde kadınlarda, klinik örneklemlerde erkeklerde biraz daha fazla görülmektedir.

Türkiye’de üniversite öğrencilerinde yapılan araştırmada %24’ünde bu hastalığın olduğu saptanmıştır. 

SOSYAL FOBİ HANGİ YAŞLARDA BAŞLAR?

Genellikle ergenlik yıllarının ortalarında, daha çok çocukluğunda utangaç olduğu bilinen gençlerde başlar. Küçük çocuklarda başladığı da olur.

Zorlanılan ya da küçük düşürücü bir yaşantıdan sonra birden başlayabileceği gibi , sessizce başlayıp yavaş yavaş gelişebilir. Çoğu kez süreklilik gösterir. Erişkinlik döneminde bir ölçüde yatışabilir. Yaşam olaylarına gore dalgalanmalar gösterebilir.

KİMLERDE DAHA SIK GÖRÜLÜR?

Maddi durumu ve sosyal konumu kısıtlı, hiç evlenmemiş, işsiz ve eğitim düzeyi yüksek olmayanlarda sık görülmekle birlikte, hastalığın erken dönemlerinde toplum içine yeterince çıkmama  da risk etmenleri arasındadır.

Kalıtımdan daha çok, çocuk yetiştirme tarzı, ailenin başkalarıyla yeterince görüşmemesi  ve ebeveyn modeli önemlidir. Çocukluk çağından itibaren aşırı çekingen olan kişilerde gelişme riski daha yüksektir 

SOSYAL FOBI MI ÇEKINGENLIK MI?

Toplulukta konuşma, sosyal ortamlarda kendini ifade edebilme gibi konularda çekingenlik  sık görülen bir durumdur. Bunların büyük bir kısmı hastalık kapsamında değildir. Hatta bir işe başlamadan önce “yapamazsam rezil olur muyum?” düşüncesi kişiyi motive eder ve daha iyi hazırlanmasına yardımcı olur. Sözlüye hiç çalışmamış bir öğrencinin sınıfta adının çağrılmasından korkması doğaldır. 

Sosyal fobi demek için ise kişide korkunun yanı sıra kaçınma davranışlarının olması gerekmektedir. Ya da kişi kaçmıyorsa, bu duruma katlanmaya kendisini zorluyorsa; büyük bir sıkıntı yaşar. Kişi korkularının aşırı ya da anlamsız olduğunu bilir. 

SOSYAL FOBININ BELIRTILERI NELERDIR?

Korkulan durumla karşılaşıldığında bedensel belirtiler ortaya çıkar.

  • yüz  kızarması, terleme, ağız kuruluğu,
  • çarpıntı, nefes kesilmesi, nefes darlığı,
  • mide barsak sisteminde rahatsızlık, ishal
  • kas gerginliği, titreme …

Bu sırada aklından geçen düşünceler “GÜÇSÜZÜM, YETERSIZIM, ÇIRKINIM, BEĞENILMIYORUM, SEVILMEYE LAYIK DEĞILIM, HATA YAPMAMALIYIM, MÜKEMMEL OLMALIYIM, KAYGILI OLDUĞUMU BELLI ETMEMELIYIM, RAHAT DAVRANMALIYIM, KUSURSUZ GÖRÜNMELIYIM, HERKESIN BEĞENISINI KAZANMALIYIM” şeklindedir. Bu düşünceler sonrasında oluşan kaçınma belirtileri ise korkulan ortama girmeme, korkulan ortamı terk etme, göz temasından kaçınma, ilgisiz şeyler düşünme şeklinde olabilir.

LIEBOWITZ SOSYAL FOBI ÖLÇEĞI’NDE BELIRLENEN SOSYAL DURUMLAR :

  • Toplum içinde telefonla görüşme 
  • Küçük bir grup etkinliğinde yer alma         
  • Toplum içinde yemek yeme          
  • Toplum içinde bir şeyler içme         
  • Yetkili biri ile konuşma                         
  • Dinleyiciler önünde konuşma, rol yapma                                                            
  • Partiye/ eğlenceye gitme                                                  
  • Başkaları tarafından izlenirken çalışma         
  • Başkaları tarafından izlenirken yazma           
  • Çok iyi tanımadığı biriyle telefonda görüşme
  • Çok iyi tanımadığı biriyle yüz yüze konuşma 
  • Yabancılarla karşılaşma                                  
  • Genel tuvaletleri kullanma                              
  • Birilerinin oturduğu odaya girme                    
  • İlgi odağı olma                                                 
  • Bir toplantıda hazırlıksız konuşma yapma      
  • Yetenek, yeti veya bilgi testine tabi tutulma   
  • İyi tanımadığı birine onaylanmadığını veya aynı düşüncede olmadığını ifade etme            
  • Çok iyi tanımadığı birinin gözlerinin içine bakma                                               
  • Önceden hazırlanmış bir raporu bir gruba sözel olarak sunma
  • Romantik veya cinsel ilişki amacıyla birini tavlamaya çalışma                                          
  • Alınan bir malı parasını geri almak üzere  iade etme                                                         
  • Parti / davet verme                                                     
  • Israrlı bir satıcıya karşı koyma      

NEDENLERİ?

Kalıtsal geçişin rolü çok güçlü olmasa da vardır. Akrabaları arasında sosyal fobik olan kişilerin bu hastalığa yakalanma riski bir miktar daha yüksektir.

En önemli etmenlerden biri  beyinde bir takım kimyasal ve elektriksel bozukluklar olduğudur, özellikle serotonin adı verilen bu  kimyasal maddenin beyindeki oranının normalden az olduğu veya iletimde aksaklıklar bulunduğu ileri sürülmüştür.

Ayrıca zihinsel altyapısı önceden hazırlanmış olan sosyal fobi bazen belirli bir olaydan sonra gün yüzüne çıkmış ve örseleyici bir yaşantı ile koşullanarak  yerleşmiş olabilir. Örneğin öğrenci sınıfta ders anlatırken bir hata yapmış ve arkadaşları ona gülmüştür. O da küçük düştüğünü, rezil olduğunu düşündüğü için utanç hissine kapılmış ve bedensel belirtiler göstermiştir. Bir dahaki sefere ders anlatmak için yine tahtaya çıktığında önceki deneyimi olumsuz beklentilere yol açacak, bulunduğu ortam duygularını tetikleyecek ve belirtiler ortaya çıkacaktır.

Çocuk yetiştirme biçimi de hastalığın oluşmasında önemli etmendir. Genelde aşırı koruyucu, ya da red edici, duygusal sıcaklıktan yoksun, katı anne babalar olabilir. Bazen çocuktan yüksek beklentileri olduğunda bunlara ulaşılamayınca çocuk cezalandırılabilir, böylece başarısızlık korkusu gelişebilir.

Tanıdık olmayan ortamlara, insanlara ve nesnelere aşırı korku duyma olarak tanımlanan davranışsal ketlenmenin, sosyal fobi gelişiminde öncül belirti olduğu söylenmiştir. 

SOSYAL FOBİ NASIL TEDAVİ EDİLEBİLİR ?

Tedavisi olan bir hastalıktır. Her şeyden önce gerçekçi beklentiler içinde olmak gerekir. Beraberinde diğer psikiyatrik hastalıkların olması, başlangıç yaşının erken olması, kişinin tedavi isteği gibi bir çok etken tedavinin başarısını etkilemektedir.

İlaç tedavisi ve psikoterapi uygulanır. Hastanın durumuna göre bazen tek başına psikoterapi, bazen ilaç tedavisi uygulansa da genelde her ikisinin beraber uygulanmasında başarı daha yüksektir. İlaç tedavisinde özellikle serotonin sistemi üzerinde etkili olan ilaçlar seçilir.

Tedavinin ilk günlerinde hafif bulantı, baş ağrısı, uyku bozukluğu, midede huzursuzluk gibi geçici yan etkiler oluşabileceği, zamanla bu belirtilere vücudun alışabileceği hastaya bildirilir. Bu ilaçlar bağımlılık yapmaz, kalıcı hasar veren yan etkileri yoktur. İlaç etkisinin ortaya çıkması için iki-üç hafta kadar beklemek gerekir. İlacın etkili olup olmadığına karar vermek için en az 4 hafta süre geçmelidir. Tedavi süresi,ortalama 6-12aydır.

PSİKOTERAPİ ETKİLİ Mİ?

Sosyal fobide en sık uygulanan terapi şekli KOGNİTİF (BILIŞSEL) DAVRANIŞÇI TERAPI’ dir. Ayrıca aile ve grup terapisi de uygulanabilir.

DAVRANIŞÇI TERAPIDE; model olma, yakınmaların üstüne gitme, belirtileri daha net algılayabilmesi için rol oynama, gevşeme eğitimi, sosyal beceri eğitimi gibi her hastada farklı uygulanabilecek yöntemler vardır.

BILIŞSEL TERAPIDE; kaygı duyguları ve bu kaygıya karşı oluşan bedensel tepkileri tanıma, kaygı doğuran durumlardaki düşüncelerin ne olduğunu anlama, bunlara karşı başa çıkma stratejileri geliştirme gibi aşamalar vardır.

 İnsanlar belirli bir durumda ne olabileceğine ilişkin, neyi yapıp, neyi yapamayacaklarına ilişkin ve başkalarının onlar hakkında ne düşündüğüne ilişkin doğru olmayan öngörülerde bulundukları zaman kaygılı düşüncelere kapılırlar.

SOSYAL FOBİDE EN YAYGIN DÜŞÜNME BİÇİMLERİ

OLASILIĞI ABARTMA

  • Panik duyacağım
  • Toplumdaki herkes benim aptal olduğumu düşünecek
  • Sunumum berbat olacak
  • Hiç bir zaman yakın bir ilişkiye giremeyeceğim
  • Telefonu açtığımda söyleyecek bir şey bulamayacağım
  • Hata yaparsam işimi kaybederim
  • Dışarı çıkacak olursam herkes bana bakar

DÜŞÜNCELERİ OKUMA

  • İnsanlar beni sıkıcı buluyor
  • Amirim benim ellerimin titrediğini görse aptal olduğumu düşünür
  • İnsanlar bana baktığında benim yadırganacak biri olduğumu düşünüyorlar
  • Bir çok insan kaygıyı zayıflığın bir işatreti olarak görür
  • Düşüncelerimin akışında bir bozukluk olduğu zaman arkadaşlarım benim aptallaştığımı düşünür
  • İnsanlar benim ne zaman kaygılı olduğumu hep bilirler

KİŞİSELLEŞTİRME

  • Bir arkadaşımın doğum gününde yeni tanıştığım bir konukla konuşurken , birden artık konuşacak bir şeyin kalmadığını gördüm. Ben sıkıcı olduğum için konuşmayı sürdüremedik
  • Amirimin yanlış yapmamdan dolayı bana kızmış olması benim yetersiz biri olduğumun kanıtıdır
  • Asansörde karşılaştığım kadın bana bakıyordu. Olasılıkla benim yadırganacak biri olduğumu düşünüyordu

“-MELİ, -MALI “ YARGILARI

  • Başkalarinin yanında hiç bir zaman kaygılı olmamalıyım
  • Hiç bir zaman başkalarına zorluk çıkarmamalıyım
  • Başkaları benim hakkımda hiç bir zaman kötü düşünmemeli
  • Her şeyi çok düzgün ve mükemmel yapmalıyım, hata yapmamalıyım
  • Hiç kimse benimle dalga geçmemeli ya da yaptığım bir şeyden dolayı bana gülmemeli

KORKUNÇLAŞTIRMA

  • Sunumum sırasında kaygılandığımı göstermem korkunç olur
  • Kendimi aptal görünmekten sakınmam olanaklı değil, bunun da üstesinden gelemem
  • Konuşmam sırasında bir an için bile ne söyleyeceğimi bilemeyecek olmamdan büyük utanç duyarım
  • Soruları yanıtlarken kızarmam, ellerimin ve sesimin tiremesi korkunç olur

YA HEP YA HİÇ” BİÇİMİNDE DÜŞÜNME

  • Konuşmam sırasında bir kez bile ne söyleyeceğimi bilemeyecek olmam bütün konuşmamı batırır
  • Tek bir kişinin bile benim sinirli olduğumu düşünmesi bana zor gelir
  • Amirimin beni tek bir konuda bile uyarmasına katlanamam

ALGIDA SEÇİCİLİK

  • Amirinin olumlu geri bildirimini görmezden gelme
  • Karnesindeki düşük notlara odaklanma, yüksek notları önemsememe
  • Karnesinde düşük notlara odaklanma, yüksek notları önemsememe
  • Biriyle yaptığı konuşmanın bütünü çok güzel geçmişken , belirli bir bölümünde söyleyecek şey bulamaması üzerinde düşünüp durma
  • Okul yıllarında alay edildiği günleri hiç unutmama, ancak geçirdiği güzel günleri hiç hatırlamama

            NE YAPMALIYIM?

Her şeyden önce sosyal fobinin bir hastalık olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Çekingen kişilik bozukluğu ile birlikte sık görülmesi,  toplum tarafından bu özelliklerin genellikle efendilik olarak kabul edilmesi kişileri tedavi arayışından alıkoymaktadır.

Oysa kaybettikleriniz neler? İyi bir iş, arkadaş, yakınlık kurmak, kendine güven ve bir çok şey , özel , iş ve sosyal hayatınız… Bunun için en yakın zamanda ve yakınınızda olan bir psikiyatristden yardım almaktan çekinmemelisiniz.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 242 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

PANİK BOZUKLUK

PANİK BOZUKLUK HASTASI;

“EĞER PANİK ATAKLARI OLMASAYDI HAYATIM HARİKA OLURDU…

Arkadaşlarımdan biri panik atak için yeni bir tedavi şekli olduğunu söyledi acaba bana da yardımı olur mu?

29 yaşında özel bir turizm şirketinin organizasyon bölümünde yöneticiyim. Bu güne kadar uçak korkusu dışında halledemediğim herhangi bir sorunla karşılaşmadım. İki ay önce bölge müdürlüğüne tayin edildim. Şimdi tüm ülkeyi uçarak seyahat etmek zorundayım ve bunu düşündükçe soğuk terler döküyorum. Terfimi geri çevirmeyi bile düşündüm.

İlk panik atağım 9 ay önce evde televizyon izlerken aniden gelişti. Büyükbabamın ölümünden 3 ay, evlenme kararımdan 1 ay sonrasıydı. Terfi etmemin ardından haftada birkaç defa panik atağı geçirmeye başladım. Kriz sırasında kalbim çok hızlı atıyor, hızlı hızlı nefes alıyorum, ellerim üşüyor, ağzım kuruyor, başım dönmeye başlıyor, kalp krizi geçirdiğimi düşünüyorum, çıldırma ve gerçeklikten kopma duyguları yaşıyorum. Panik ataklarım sırasında her seferinde acil servise gidiyorum, artık oradaki personelden utanmaya başladım. Her seferinde tetkikler yapılıyor psikolojik olduğunu söylüyorlar, sanki keyfi yaptığımı düşünüyorlar. Kapsamlı tıbbi değerlendirmede, düşük tansiyonlu ve nabzı normal atan genç bir insan olduğumu söylediler. Kalabalık mağaza, market ve sinemalarda kendimi rahat hissetmiyorum; panik atak geçirip rezil olacağım diye korkuyorum. İşle ilgili mecburiyetlerim olmasaydı hiç evden çıkmazdım. Nişanlımı  hastalığımla bunalttığımı düşünüyorum, beni terk etmesinden korkuyorum.

Anemin de psikiyatrik sorunları oldu ve psikiyatristlerin hiç faydası olmadı, verdikleri yeşil reçete ilaçlarla sürekli uyuyordu. Psikiyatriste gidersem kontrolümü kaybettiğimi göstereceğini düşünüyorum. Belirtilerin yaşamımı engellemesine izin vermeme kararımla çalışmaya devam edebilmek için kendimi zorluyorum. Sorunlarımı bir terapistle konuşmamın kaygılarımı daha da arttıracağından endişe duyuyorum. Kendimi çardesiz hissediyorum”.

PANİK ATAĞI NEDİR?
Temel özelliği, aniden ortaya çıkan ve zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleridir. Hastalarımızın çoğu zaman “kriz” adını verdiği bu nöbetlere biz PANİK ATAĞI diyoruz.
Panik Atağı, birdenbire başlar, giderek şiddetlenir ve 10 dakika içinde şiddeti en yoğun düzeye çıkar; çoğu zaman 10-30 dakika (seyrek olarak da 1 saate kadar) devam ettikten sonra kendiliğinden geçer.
PANİK ATAĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR?
·         Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkışma,
·         Çarpıntı, kalbin kuvvetli  ya da hızlı vurması
·         Terleme,
·         Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma,
·         Soluğun kesilmesi 
·         Baş dönmesi, sersemlik,  düşecek ya da  bayılacak gibi olma
·         Uyuşma ya da karıncalanma
·         Üşüme, ürperme ya da ateş basması ,
·         Bulantı ya da karın ağrısı  
·         Titreme ya da sarsılma 
·         Kendini ya da çevresindekileri değişmiş, tuhaf ve farklı hissetme
·         Kontrolünü kaybetme ya da çıldırma korkusu
·         Ölüm korkusu
Bir Panik Atağında bu belirtilerden en az  4 ya da daha fazlası bulunur.
PANİK BOZUKLUĞU NEDİR?
·         Tekrarlayıcı Panik Atakları
·         Ataklar arasında başka Panik Ataklarının daha olacağına ilişkin sürekli bir kaygı duyma,
·         Panik Ataklarının  “KALP KRIZI GEÇIRIP ÖLME”, “KONTROLÜNÜ YITIRIP ÇILDIRMA” ya da “FELÇ GEÇIRME” gibi kötü sonuçlara yol açabileceği inancıyla sürekli üzüntü duyma 
·         Ataklara ve olası kötü sonuçlarına karşı önlem olarak (işe gitmeme, spor, ev işi yapmama, bazı yiyecek ya da içecekleri yeyip içmeme, yanında ilaç, su, alkol, çeşitli yiyecekler taşıma gibi) kaçınma davranışı
PANİK BOZUKLUĞU NASIL OLUŞUR?
İLK ATAK BAŞLIYOR:
Hiçbir neden yokken birdenbire başlayan göğüs ağrısı, göğüste sıkışma, çarpıntı, nefes alamama, terleme, titreme, üşüme ya da ürperme, bazen de bulantı ya da karın ağrısı, baş dönmesi, dengesizlik; düşecek ya da bayılacakmış gibi olma, uyuşma ya da karıncalanma gibi belirtiler, kişiyi dehşet içinde bırakır.

O an “ KALP KRIZI ” geçirdiğini  ya da felç geçirmekte  olduğunu zannederek  yoğun bir “ ÖLÜM KORKUSU ” ya da “ FELÇ OLMA KORKUSU ” yaşar.
Bazen de başında bir tuhaflık, sersemlik, kendisini ya da çevresini bir garip ya da değişik  hissetme gibi duyguların ortaya çıkmasıyla, “KONTROLÜNÜ KAYBETMEYE” ya da “ÇILDIRMAYA BAŞLADIĞINI” düşünerek kendisine ya da çevresindekilere bir zarar vermekten korkmaya başlar.
Büyük bir korku ve endişe ile yakınları tarafından en yakın doktor ya da acil servise götürülür. Orada yapılan bir çok muayene, çekilen  film, EKG, beyin tomografisi ve diğer incelemelerde hiçbir şey bulunmaz,  oksijen verilerek ya da “sakinleştirici” bir iğne yapılarak evine gönderilir. Hastanın nesi olduğu sorulduğunda doktorlar “hiçbir şeyi yok” ya da “stresten olmuş” derler.
ATAKLAR TEKRARLIYOR:
Hasta o an biraz rahatlamakla birlikte, bir süre sonra yeni bir Panik Atağı ile aynı dehşet ve korkuyu yeniden yaşamaya ve her yeni atak ile acil servislere taşınmaya başlar. 
Her seferinde yeniden muayene, yeniden incelemeler yapılmasına ve hiçbir olumsuz sonuç bulunmamasına rağmen hasta bir türlü iyileşmez; hatta kalbinde ya da beyninde kötü bir şey olduğuna, ancak doktorların bunu bir türlü bulamadığına inanmaya başlar.  Bu nedenle başvurulan değişik doktorlarca defalarca muayene ve her seferinde yapılan incelemeler için   dünya kadar para harcanmasına rağmen hastanın şikayetlerini açıklayabilecek herhangi bedensel bir hastalık saptanamaz.
Bazen de yanlış tanı konularak hasta, antibiyotikten nefes açıcıya, çarpıntı ilacından, tansiyon ve kalp ilacına ve vitamine kadar değişik ilaçlar ile tedavi edilmeye çalışılır, ancak bir türlü sonuç alınamaz.
BEKLENTI ANKSIYETESI GELIŞIYOR:
Ataklar tekrarlamaya devam ettikçe, hasta, ataklar arasındaki dönemde;  gergin, huzursuz  ve endişeli bir şekilde her an yeni bir Panik atağının geleceğini beklemeye başlar. Bu endişeli bekleyişe “beklenti anksiyetesi” adı verilir. Atakların çoğu zaman belirsiz zaman ve yerlerde gelmesi bu kaygıyı daha çok artırır.
Ataklar sıklaştıkça, kalp krizi geçirip ölme, felç olma ya da kontrolünü kaybedip çıldırma korkuları pekişir.
YOĞUN VE SÜREKLI ÜZÜNTÜ:
Hastalar, evde kimsenin olmadığı bir zamanda kalp krizi geçirmekten ve hastaneye ulaşamadan ölmekten ya da kontrolünü kaybederek çıldırıp intihar etmekten , kendisine ya da yakınlarına bıçak ve bu gibi bir şeyle zarar vermekten, başkalarının bulunduğu ortamlarda çılgınca ve garip davranışlarda bulunarak rezil olmaktan şiddetle korkarlar. Bu düşüncelerin sürekli aklına gelmesinden dolayı da yoğun bir üzüntü duyarlar.
DAVRANIŞLAR DEĞIŞIYOR:
Bir süre sonra ataklara ve ataklar sırasında geçekleşeceğine inandıkları “felaketler”e karşı bazı önlemler almaya ve kimi davranışlarını değiştirmeye başlarlar.
Ataklara neden olabileceğini düşündükleri etkinliklerden, yiyecek ve içeceklerden vazgeçerler. Ataklara karşı evden çıkarken alkol/madde/ilaç kullanırlar. Ataklar sırasında olabileceklere karşı önlem alırlar.
Örneğin atak sırasında kontrolünü kaybederek çocuklarına zarar vereceğine inanan hastaların önlem olarak evdeki bütün bıçakları kilit altında tuttukları, çocuklarıyla yalnız kalmamaya çalıştıkları; atak sırasında fenalaşarak kendini yitireceğinden ya da bayılacağından  korkan kadın hastaların sokağa çıkmak zorunda oldukları zaman, bayılıp yere düştüklerinde bacakları görülmesin diye pantolon giydikleri, baygınken çalınır diye takılarını yanına almadıkları , onu baygın bulanların yardımcı olabilmesi için üzerinde evinin, eşinin/ailesinin  adresini, telefon numarasını hatta tıbbi yardım için ulaşabilmek üzere doktorunun kartvizitini üzerlerinde taşıdıkları görülmüştür.
Bazı hastalar gerektiğinde acil yardımı çabuk alabilmek için ; bütün günlerini hastane bahçesinde geçirmeyi ya da güzergahlarını muayenehane, eczane ve acil servis bulunan yerlerden seçmeyi tercih ederler.
AGORAFOBİ NEDİR?
Hastaların % 60 ‘ından fazlası, atakların geleceği yer ve durumlardan kaçınmaya başlarlar. Hastaların, yalnız başlarına Panik Atağı geleceğini zannettikleri yerlere gidememe, o tür yerlerde kalamama durumlarına Agoragobi adı verilir.
Yalnız başına evde kalamaz, sokağa yalnız çıkamaz, taşıtlara, asansöre binemez, dar sokak ya da köprülerden geçemez, pazar yeri, büyük mağazalar gibi kalabalık yerlere ya hiç giremez olurlar ya da ancak yanlarında birisi ile yoğun bir endişe ve rahatsızlık  duyarak  bu tür yerlere gidebilirler.
PANİK BOZUKLUĞU NASIL BİR HASTALIKTIR?
Panik Bozukluğu psikiyatristler tarafından iyi bilinen ve çok sık görülen bir rahatsızlıktır. Toplum içinde herhangi 100 kişinin yaklaşık 3- 4’ü bu hastalığı ya daha önce geçirmişlerdir ya da halen bu hastalığı yaşamaktadırlar.
Genellikle ilk kez 20-35 yaşları arasında başlar.
Kadınlarda, erkeklere göre  2-3 kat fazla görülür.

            Panik bozukluğu olan kişilerin biyolojik akrabalarının panik bozukluğu geçirme olasılığı sekiz kat daha fazla bulunmuş.

PANİK BOZUKLUĞU NEDEN OLUŞUR?
Panik Bozukluğunun neden oluştuğuna ilişkin iki bilimsel açıklama vardır:
·         Beynimizde nöron adı verilen sinir hücrelerinden salgılanan, heyecan ve duygusal yaşantılarımızı düzenleyen bazı kimyasal maddelerin anormal çalışması
·         Günlük yaşantımızda yaptığımız bazı davranışlarımızın  sonucunda ortaya çıkan ve tamamen “doğal ve zararsız”  olan çarpıntı, terleme, nefesdarlığı ya da baş dönmesi gibi    bedensel belirtilerin, hasta tarafından kötü bir hastalığın belirtileri olarak değerlendirilmesi  ve bunun sonucunda da  “KALP KRIZI GEÇIRIYORUM”, ÖLECEĞIM”, “ÇILDIRIYORUM”, “FELÇ OLACAĞIM” şeklinde yanlış yorumlanması ile oluşur.
PANİK BOZUKLUĞUNDA BİLİŞSEL ÇARPITMALAR
(DÜŞÜNSEL DÜZEYDE YANLIŞ ÇIKARIMLAR)

OLASI KÖTÜ SONUÇLARI ABARTMA

  • Atak sırasında göğsümdeki ağrı kalp krizi geçirdiğimi gösteriyor olmalı
  • Denetimimi kaybedeceğim ve kaza geçireceğim
  • Bir daha atak geçirirsem kendimden geçebilirim
  • Boğazım tıkanacak ve bayılacağım
  • Panik duygularımı hemen yatıştıramaz ve denetim altına alamazsam , giderek kötüleşirler ve sonsuza dek bunlardan kurtulamam

KORKUNÇLAŞTIRMA

  • Paniklersem işimi yapamam, işimi kaybederim. Başka bir iş de bulamam
  • Mağazadan panik içinde çıkarsam rezil olurum
  • Arkadaşlarımla eğlenmeye gider ve panik atağı geçirdiğim için çekip gitmek zorunda kalırsam , öyle utanırım ki bir daha yüzlerine bakamam

HER NE UĞRUNA OLURSA OLSUN DENETİM ALTINDA TUTMA

  • Kontrol edemediğim durumlara dayanamıyorum. Trafik ışıklarının değişmesini beklemeye,işyerinde bir toplantıda oturmaya,arabayı başkaları kullanıyorsa birlikte başka bir yere gitmeye ,…
  • Bu panik ataklarımı kontrol edebilmeliyim
  • Denetimimi kaybedersem deliririm

MÜKEMMELLİYETÇİLİK (YETKİNCİLİK), “YA HEP YA DA HİÇ” BİÇİMİNDE DÜŞÜNME

  • Her zaman, hiç bir zaman, -malıyım, -mamalıyım, -mak zorundayım, -mamak zorundayım
  • Herkes çok rahat, eğleniyor ve dinleniyor benim panik ataklarım olmasaydıonlar gibi mutlu olabilirdim
  • Çok iyi olmalıyım

DUYGULARI VE DUYUMLARI KANIT OLARAK GÖREREK ÇIKARIMLAR YAPMA

  • Artık ne zaman böyle yoğun bir korku duysam , çok kötü bir şey olacağını biliyorum
  • Sol kolumdaki ağrı kalp krizi geçirmekte olduğumu gösteriyor
PANİK BOZUKLUĞUNUN TEDAVİSİ MÜMKÜN MÜDÜR?
Panik Bozukluğu, tedavisi mümkün bir hastalıktır. Bugün için etkinliği bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış iki türlü tedavisi vardır.
·        İLAÇ TEDAVISI:
Panik Bozukluğunun tedavisinde, beyin sinir hücrelerindeki bozuk olan nörokimyasal faaliyetlerini düzelterek Panik Ataklarını önleyen ilaçlar kullanılmaktadır.
Doktorunuz bu ilaçlardan birisini seçerek, az bir dozla başlamanızı önerecek ve düzenli kontroller ile dozu gerektiği kadar artıracaktır.
İlaç tedavisi en az bir yıl sürdürüldükten sonra yavaş yavaş azaltılarak kesilecektir.
·        KOGNİTİF(BILIŞSEL) – DAVRANIŞÇI TEDAVI:
Bu tedavi yönteminde iki amaç vardır:
1. Hastanın, aslında tamamen “zararsız” olan Panik Atağı belirtileri hakkındaki  yanlış bilgi ve inanışlarının düzeltilmesi ve hastanın bu belirtiler ile korkmadan baş edebilmesinin öğretilmesi amaçlanır.
2. Panik Atağı geleceğinden korktuğu için tek başına bulunmaktan kaçındığı yer ve durumlarla aşamalı bir şekilde tekrar tekrar karşılaştırılması, böylece   korkularının “üstüne gitme”si sağlanarak korkularını yenmesi amaçlanır.
Bu tedavide doktor hastasına dışarıya çıkma, pazara gitme, taşıt araçlarına binme gibi hastanın, korku ve Panikleri nedeniyle yapamadığı etkinlikleri bir plan dahilinde en basitlerinden başlayarak “ALIŞTIRMA ÖDEVLERI” olarak verir. Hasta basitleri yapabilir hale geldikçe zorlarına geçerek bütün korkulan durumlar bitinceye dek alıştırmalar sürdürülür.
EN İYİ SONUÇ, İLAÇ VE PSİKOTERAPİNİN BİRLİKTE UYGULANMASI İLE ALINMAKTADIR.
LÜTFEN UNUTMAYINIZ !
·         PANİK BOZUKLUĞU, KESİNLİKLE ÖLÜME, ÇILDIRMAYA YA DA FELÇ OLMAYA YOL AÇAN BİR HASTALIK DEĞİLDİR.
·         DOKTORUNUZ ÖNERMEDİKÇE KORKULARINIZ İLE BAŞ ETMEK İÇİN KALP, TANSİYON, ÇARPINTI İLACI, VİTAMİN, SAKİNLEŞTİRİCİ YA DA ALKOL KULLANMAYINIZ YA DA “YA GEREKİRSE” DİYE YANINIZDA TAŞIMAYINIZ.
·         SADECE DOKTORUNUZUN ÖNERDİĞİ İLAÇ YA DA İLAÇLARI KULLANINIZ.
·         İLACINIZI DOKTORUNUZUN SÖYLEDİĞİ ŞEKİLDE VE DOZDA KULLANINIZ. O GÜN İYİ YA DA KÖTÜ OLMANIZA GÖRE DOZU AZALTIP, ARTIRMAYINIZ.
·         TAMAMEN İYİLEŞSENİZ BİLE DOKTORUNUZA DANIŞMADAN TEDAVİNİZİ KESMEYİNİZ.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 242 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ÖFKE NEDİR VE NASIL KONTROL EDİLİR?

                  

 HER AN ÖFKELİ MİSİNİZ?

“İNSANLAR ! KAHRETSİN! HEPSİNDEN BIKTIM! İNSANLARDAN UZAKLAŞMALIYIM!……”

ÖFKE ; Hepimiz bazen öfkeleniriz.Öfke,bir şeyin yanlış olduğunu iletmede yararlı,yapıcı ya da yıkıcı olabilir.Eğer bu duyguyu inkar eder ve onunla başaçıkmayı başaramazsak,derin ve uzun süreli sorunlar ortaya çıkabilir.

Öfke en güçlü duygularımızdandır. Kontrolden çıkan öfkenin nelere yol açtığını öğrenmek için sadece gazetelere bakmamız yeterlidir. Çocukların hırpalanması ve sakatlanması, eşyaların mahvedilmesi, savaşlar ve ölümler bu duygunun sonucunda ortaya çıkmaktadır. Tamamiyle kontrolü ele geçirip, kişiyi akılcı veya normal davranışlarının dışına sürüklemektedir.Bu tür davranışların sonucunda ömür boyu hapis,psikiyatri bölümüne kapatılma,hatta ölüm gibi cezalar alma ihtimali bile kişiyi caydıramamaktadır.

“ÖFKEDEN GÖZÜNÜN DÖNMESİ veya KARARMASI’ ifadesi gerçekten çok doğru bir deyimdir. Ürkütücü olan bir gerçek de,eğer bir insan böyle davranışlar yapabiliyorsa,bizimde yapma ihtimalimizin olmasıdır.En saygılı insanlar bile bazen öfkeye kapılıp,kişiliklerinin tamamiyle dışına çıkan davranışlar gösterebilirler.

Psikoterapistler öfkeyle baş edebilmek için bazı yollar olduğunu düşünürler:

A-) ÖFKENİN İÇE YÖNELMESİ ‘’hastalıklı’’olduğu düşünülür, saldırganlığınızı içe döndürürsünüz ve öfkeyi içinize çekip yutarsınız. Bu kesinlikle sizi çürütür; suçluluk ve depresyona yol açar.

B-) ÖFKENİN DIŞA YÖNELMESİ‘’sağlıklı’’olduğu söylenir-olasılıkla öfkenizi ifade eder, duygularınızı dışa vurdukça kendinizi daha iyi hissedersiniz.Bu basit yaklaşımdaki sorun bunun çok da işe yaramamasıdır.Ortalıkta öfkenizi tamamen dışa vurmuş biçimde gezinirseniz,insanlar bir süre sonra kaçık olduğunuzu düşüneceklerdir.Aynı zamanda toplumda öfkeli olmadan insanlarla nasıl başa çıkabileceğinizide öğrenememiş olursunuz.

C-)KOGNİTİF (BİLİŞSEL) ÇÖZÜM ise her ikisinden de üstündür. Üçüncü bir seçeneğiniz var:ÖFKE YARATMAYA SON VERİN.Öfkenizi yaşamak ya da öfkenizden kurtulmak arasında karar vermek zorunda değilsiniz;çünkü artık öfkeniz olmayacak. Duygularınızı kontrol etmeyi seçerseniz, yaşantınızı boş yere tatsızlaştıran aşırı sinirlilik ve hayal kırıklığı ile kuşatılmış olmayacaksınız. Böylelikle, öfkenin ne zaman yararınıza olup ne zaman olmadığına karar verebilirsiniz. Başka insanları değiştiremeyiz ama onları,söylediklerini ve yaptıklarını algılama şeklimizi değiştirebiliriz.

            Öfke,alışkanlığa dönüşebilirler.Bu onlara tek çözüm yolu gibi gözükebilir,ama çok ender olarak olumlu sonuç alınır.Bazı şeylerin yapılmasını sağlayabilir ama geriye kötü duygular kalır.Kimse öfkeli uyarı ve emirleri isteyerek yerine getirmez.Tatlı ve mantıklı ama aynı zamanda da kararlı olmak daha az enerjiyle,daha çok başarı sağlar.İş hayatımızda tatlı müşterilerimize ve iş arkadaşlarımıza daha çok yardımcı olmaya çalışırız ve devamlı hiddetlenenlerden de kaçınırız.Öfke duygusu çocuklukta başlar.Akıllı ana babalar çocuklarının bu duyguyu ifade etmeyi ve kontrol altında tutmayı öğrenmelerinin gereğini bilirler.Ne yazık ki,pek çok yetişkin,kendi öfkeleriyle baş etmeyi hiçbir zamanda öğrenemedikleri için çocuklarınınkiyle de başa çıkamazlar.

KIZGIN MI HİSSEDİYORSUNUZ ? IQ ‘NUZ KAÇ ?

IQ zeka düzeyinizin değil sinirlilik katsayınızın (Irritability Quofficient ) göstergesi. Zekanızın mutlu olma kapasitenizle hiçbir ilgisi yoktur. Bu, günlük yaşantınızdaki kızgınlık ve rahatsızlık miktarına karşılık gelir. IQ ‘nuzun yüksek olması sizin için önemli bir sakınca oluşturur;çünkü,hayatınızı karartan bu öfke yüzünden,endişe ve hayal kırıklıklarına aşırı tepki verirsiniz.

İşte burada IQ ‘nuzu nasıl ölçebileceğiniz anlatılıyor.

0 Hiç rahatsızlık hissetmezsiniz

1 Biraz huzursuzluk hissedersiniz

2 Orta derecede sinirli hissedersiniz

3 Oldukça kızgın hissedersiniz

4   Çok kızgın hissedersiniz

NOVACO ÖFKE ÖLÇEĞİ

1   Yeni aldığınız bir aleti açıyorsunuz,fişe takıyorsunuz ve çalışmadığını fark ediyorsunuz .——

2        Bir tamirci sizden çok fazla para istiyor.——

3        Diğerlerinin yaptıkları fark edilmezken,bir tek sizin hatalarınız göze batıyor.—–

4        Arabanız çamura ya da kara saplanıyor.——-

5        Birileriyle konuşuyorsunuz ve size yanıt vermiyor.—–

6        Birileri kendilerini farklı göstermeye çalışıyor.—–

7        Kafeteryadaki masanıza dört fincan kahve taşımaya çabalarken, biri size çarpıyor ve kahveler dökülüyor.—-

8        Giysilerinizi astınız; fakat,geçenler onları yere düşürüyor ve kaldırmıyor.—-

9        Mağazaya girdiğiniz andan itibaren bir satıcı tarafından izleniyorsunuz.—

10    Biriyle bir yerlere gitmek için randevulaştınız. Bu kişi son dakikada vazgeçiyor ve sizi ortada bırakıyor.—

11    Size şaka yapılıyor ya da sizinle alay ediliyor.—–

12    Trafik ışığında arabanız stop ediyor.—-

13    Park yerinde yanlışlıkla hatalı bir dönüş yapıyorsunuz. Arabanızdan çıktığınızda birileri size ‘’Araba kullanmayı nerede öğrendin ?’’diye bağırmaya başlıyor.—–

14    Biri bir hata yapıyor ve suçu üzerinize atıyor.—–

15    Konsantre olmaya çalışıyorsunuz; fakat, yanınızdaki bir kişi ayaklarını yere vuruyor.—–

16    Birine önemli bir kitap ya da bir alet ödünç verdiniz; fakat, geri vermedi.—–

17    Çok yoğun bir gün geçirdiniz, ve birlikte yaşadığınız kişi önceden anlaştığınız bir şeyi yapmayı unuttuğunuz için şikayet etmeye başlıyor.—–

18    Arkadaşlarınızla ya da sevgilinizle önemli bir şeyi tartışmaya çalışıyorsunuz; fakat, o kişi sizi dinlemiyor.—-

19    O konu hakkında çok az fikri olmasına rağmen, ısrar eden kişilerle tartışıyorsunuz.—-

20    Biri,sizle başka biri arasındaki tartışmaya burnunu sokuyor.—–

21    Acele olarak bir yere yetişmelisiniz; fakat, önünüzdeki araç 90 km hızla gidilecek yolda 30 km hızla gidiyor ve onu geçemiyorsunuz.—–

22    Bir sakızın üstüne bastınız.——

23    Yanlarından geçerken bir grup insan sizinle alay ediyor.—–

24    Bir yere yetişme telaşıyla, iyi bir pantolonu sivri bir yere takarak yırtıyorsunuz.—–

25    Son jetonunuzu bir telefon konuşması yapmak için kullanıyorsunuz; fakat,daha çevirmeniz bitmeden hat kopuyor ve jeton boşa gidiyor.—-

            Şimdi öfke Envanteri ‘ni tamamladığınıza göre, IO ‘nuzu hesaplayabilecek durumdasınız;yani Sinirlilik Katsayınızı.Hiç bir maddeyi atlamadığınızdan emin olun.Yirmi beş durum için de puanlarınızı toplayın.

            Testte olabilecek en düşük toplam puan 0 (Sıfır) dır.Bu durumda her maddeye 0 (sıfır)puan vermişsiniz demektir.Bu sonuç BİR YALANCI veya BİR ERMİŞ olduğunuzu gösterir.

            En yüksek puan 100 ‘ dür.Bu durumda da 25 maddenin her birine 4 puan verdiniz demektir.KAYNAMA NOKTASININ YA ÇOK YAKININDASINIZ ya da KAYNAMAKTASINIZ.            Toplam puanınızı aşağıdaki ölçeğe göre yorumlayabilirsiniz.

0-45 : Yaşadığınız öfke ve rahatsızlık miktarı oldukça az.Nüfusun ancak küçük bir yüzdesi testte bu kadar az puan olacaktır.Seçilmiş azınlıktan birisiniz.

46-55 : Ortalama insandan daha huzurlu ve barışçılsınız.

56-75 : Yaşamın getirdiği sıkıntılara ortalama öfkeyle yanıt veriyorsunuz.

76-85 : Yaşamın getirdiği sıkıntılara öfkeli bir şekilde tepki veriyorsunuz.Sıklıkla,ortalama birinden daha sinirlisiniz.

86-100 : Gerçek bir ÖFKE ŞAMPİYONUSUNUZ. Kendinizi kolayca kurtulamadığınız yoğun duygularla istila edilmiş durumdasınız. Büyük olasılıkla, sizi inciten olaydan çok sonra bile olumsuz duygularla savaşıyorsunuz.Tanıdığınız insanlar arasında bir ‘’DELİFİŞEK’ olarak biliniyor olabilirsiniz.Çok sık,baş ağrıları ve yüksek tansiyon gibi sorunlar yaşayabilirsiniz.Öfkeniz kontrolden çıkabilir ve zaman zaman

başınızı derde sokacak dürtüsel saldırgan patlamalara yol açabilir. Yetişkin nüfusun sadece küçük bir yüzdesi sizin kadar yoğun tepki verir.

Uz.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist & Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

http://www.facebook.com/PsikiyatristSevilayZORLU

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK

 

(TAKINTI-ZORLANTI BOZUKLUĞU)

İnsanların %80 ‘ inden çoğunda zaman zaman çeşitli konularda evham, endişe ve takıntılar olabilir. Ancak çoğu kez günlük yaşam içinde ortaya çıkan bu duygular ile baş edebilir ve sorunlarımızı yaşamımızı etkileme noktasına varmadan çözüme ulaştırabiliriz.Düşünceleri daha kısa sürelidir,daha düşük yoğunluktadır ve daha az sıklıkta ortaya çıkar.

Diğer yandan OKB (Obsesif Kompulsif Bozukluk)’de takıntıların genellikle daha özgül bir başlangıcı vardır,bunlar daha çok rahatsızlık verir ve bu kişiler, söz konusu düşüncelerini azaltmaya ya da yüksüzleştirmeye ileri derecede zorlanırlar.Bu kişilerin takıntıları ve zorlantıları yaşamlarının doğal akışını bozar.OKB olan kişiler, çoğu zaman düşüncelerinin ve zorlantılarının aşırı ve anlamsız olduğunu kabul ederler. Ancak bu kişiler genelde takıntıları ve zorlantılarından utanç duyarlar,dolayısıyla bunları gizli tutarlar. Bunları yıllarca saklayabilenler bile vardır.Ancak bu belirtilerin,tedavi edilebilir olan klinik bir durum olduğunu bilmeyebilirler.OKB olanlarda sıklıkla depresyon da görülür.Tedaviye başvurduklarında yaklaşık üçte birinde depresyon saptanır.OKB olan kişilerin yaklaşık üçte ikisi yaşamının bir döneminde majör depresyon rahatsızlığı geçirir.

Takıntılı düşüncelerin günlük yaşamımızı etkileyecek, günlük aktivitelerimizi kısıtlayacak düzeye gelmesi durumunda OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK (OKB) adı verilen bir ruhsal hastalık akla gelmelidir.

OKB NEDİR?

OBSESYON Kişinin zihnine girmesine engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı düşünce, fikir ve dürtülerdir. Kişinin isteği dışında gelirler, kişi tarafından mantıkdışı olarak değerlendirilirler ve yoğun sıkıntı ve huzursuzluğa yani anksiyeteye neden olurlar.

KOMPULSIYON Obsesyonların neden olduğu yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu azaltmak ya da ortadan kaldırmak üzere yapılan yineleyici davranış ve zihinsel eylemlerdir.

OKB NE KADAR SIKLIKTA GÖRÜLÜR?

OKB önceleri nadir olarak görülen bir hastalık olarak kabul edilmesine karşın son yıllarda yapılan araştırmalarda hiç de nadir olmadığı belirlenmiştir. %2-3 sıklıkta ,%65 25 yaşindan önce ,%15 35 yaşında sonra başlar

OKB HANGİ YAŞLARDA BAŞLAR VE KİMLERDE DAHA SIK GÖRÜLÜR?

Genellikle ergenlik döneminde ve 20-30’lu yaşlarda başlamasına karşın, okul öncesi çağdaki çocuklar dahil herhangi bir yaşta görülebilir. Erkeklerde daha erken yaşlarda başlamasına karşın genel olarak kadınlarda daha sık görülmektedir.

OKB BELİRTİLERİ NELERDİR?

Obsesyon ve kompulsiyonlar toplumdan topluma, kültürden kültüre değişiklik göstermekle birlikte sıklıkla görülenler:

A)OBSESYONLAR=TAKINTILAR

KİRLENME TAKINTISI :

Aşağıdaki konularla ilgili olarak aşırı bir korku duyma ya da tiksinme,iğrenme ve kaçınma düşünceleriyle ‘’boğuşup durma ‘’ :

  • Vücut atıkları ya da salgıları (idrar,dışkı,kan,ter,tükürük )
  • Kir ya da mikrop
  • Yapışkan maddeler ya da kalıntılar
  • Ev temizlik gereçleri ya da kimyasalları
  • Çevresel bulaşanlar (radyasyon,toksik atıklar,ilaçlama)
  • Hayvanlara dokunma
  • Böcekler
  • Bulaşmaktan ötürü hastalanma
  • Başkalarına bulaştırma
  • Hastalıklar (AIDS,hepatit,cinsel yoldan ulaşan hastalıklar)

BİRİKTİRİP SAKLAMA TAKINTISI

  • Gereksiz gibi görünen nesneleri elden çıkaramama
  • Gereksiz birtakım nesneleri toplama zorlantısı
  • Yerden bir takım nesneleri toplama zorlantısı
  • Boş alanların dolmasından rahatsızlık duyma,bunları doldurmaya gereksinme

   DÜZENE KOYMA TAKINTISI

  • Bakışım (simetri), tam yerinde ya da bir düzen içinde olması ile uğraşıp durma
  • El yazısının çok güzel olması konusunda aşırı kaygılanma
  • Kullandığı kağıtların,kitapların ve diğer gereçlerin belirli bir hizada olması için kaygılanma

DİNSEL TAKINTI

Aşağıdaki konularla ilgili olarak aşırı kaygılanma,korku duyma ve bu düşüncelerle ‘’boğuşup durma’’ :

  • Tanrıtanımazlık düşüncelerine kapılma ya da kötü sözler söyleyecek olma
  • Tanrıtanımazlık düşüncelerinden ötürü cezalandırılacak olma
  • Dinsel inanışlarla ilgili kaygılar
  • Doğru ya da yanlışın ne olduğu konuları,törecilik
  • Dinsel düşünceler ya da imgeler üzerinde aşırı durma

BEDENSEL TAKINTI

Aşağıdaki konularla ilgili olarak aşırı kaygılanma,korku duyma ve bu düşüncelerle ‘’boğuşup durma’’ :

  • Bir hastalığı olma ya da görünümüne ilişkin başkalarının olumsuz görüşlerinin olduğu düşüncesi

SALDIRGANLIK TAKINTISI

Aşağıdaki konularla ilgili olarak,aşırı ve mantıkdışı bir biçimde korkma ve bunlarla uğraşıp durma:

  • Kendi kendini yaralama
  • Başkalarını yaralama
  • İstenmedik dürtülerine göre davranma(birini ezme,çiğneme,bıçaklama)
  • Gereken özeni göstermemiş olmaktan ötürü birine zarar verme
  • Kötü bir kazadan,yangından ya da soygundan ötürü sorumluluk duyma
  • Aşağılayıcı,onur kırıcı ya da açık saçık sözleri ağzından kaçıracakmış gibi olma
  • Utanacak bir şey yapma ya da aptal gibi görünecek olma
  • Başkalarına zarar vermeye neden olacakmış gibi gelen,şiddete dayalı zihinsel imgeler

TÜRLÜ TAKINTILAR

  • Belirli bir takım şeyleri bilme ya da anımsama zorlantısı (savsözler,araba plakaları,sözcükler,adlar,geçmişteki bir takım olaylar)
  • Bir şeyi yanlış söylemekten, tam doğrusunu söyleyemeyecek olmaktan, birtakım ayrıntılarını kaçıracak olmaktan korkma
  • Birtakım eşyalarını yitirmekten korkma
  • Belirli birtakım seslerden kolay rahatsız olma (saat tıkırtısı gibi)
  • Vücuduna değen giysi vb.şeylerin yarattığı duygudan rahatsız olma
  • Zihne yerleşen sesler,müzik ya da sözcükler
  • Boş inançlara (batıl itikat) saplanıp kalma
  • Şanslı ya da şanssız numaralar olmasıyla aşırı ilgilenme

B)KOMPULSİYONLAR =ZORLANTILAR

YIKAMA (TEMİZLEME) VE YIKANMA KOMPULSİYONLARI

Aşağıdaki konuların aşırı,mantık dışı ve denetim dışı olarak yerine getirilmesi:

  • El yıkama,çoğu zaman törensel bir biçimde yapılır
  • Yıkanma,çoğu zaman törensel bir biçimde yapılır
  • Törensel diş fırçalama,traş olma,giyinip kuşanma
  • Evi,belirli birtakım odaları,bahçeyi,yürüyüş yolunu,arabayı temizleme
  • Ev eşyalarını temizleme
  • Özel birtakım temizleyicileri ya da temizlik yöntemlerini kullanma
  • ‘’Bulaşık’’ olduğu düşünülen belirli birtakım yerlerden kaçınma (ketler,yerleşim yerleri,binalar)
  • ‘’Bulaşma’’nın önüne geçebilmek için eldiven giyme ya da koruyucu diğer birtakım önlemleri alma

DENETLEME KOMPULSİYONLARI

Aşağıdaki konularda ardı ardına denetleme :

  • Bilmeden başkalarına zarar verilmediğini
  • Kendi kendine zarar vermediğini
  • Başkalarınca zarar görmediğini
  • Bir yanılgısının olmadığını
  • Kötü bir şey olmadığını
  • Gelecekte zararı dokunacak bir şey yapmadığını
  • Bedensel durumu ya da bir sağlık durumu (nabız,kan basıncı,görünüm)
  • Fizik çevre (kilitler,kapılar,pencereler,ev gereçleri,sobalar )
  • Kavanozların tam kapalı olması için kapaklarını tam kapatma
  • Kapıların yineleyerek kapatılması,tam çarpılması

BİRİKTİRİP SAKLAMA VE TOPLAMA KOMPULSİYONLARI

  • Gereksiz birtakım nesneleri toplama,biriktirme,saklama
  • Gereksiz birtakım nesneleri yerden toplama
  • Gereksiz birtakım eşyaları elden çıkaramama ( ‘’Bir gün işime yarayacak olursa… ‘’ )

YİNELEME, SAYMA, DÜZENLEME KOMPULSİYONLARI

  • Kimi zaman saatlerce de sürebilen okuma ve yeniden okuma
  • Aşırı yazı yazma ve yeniden yazma
  • Sıradan eylemleri yineleme (ardı ardına kapıdan girip çıkma,kapı eşiğini atlayıp durma,sandalyeden oturup kalkma,saç tarama,giyinip soyunup durma)
  • Belirli birtakım etkinlikleri belirli sayılarda yapma
  • Nesneleri sayma (raftaki kitapları,geçen arabaları)
  • Zorlantı etkinlikleri (denetleme ve yıkanma)sırasında sayı sayma
  • Nesneleri belirli bir düzende tutma(kitaplar,kalemler)

TÜRLÜ KOMPULSİYONLAR

Zihinsel törenler ( ‘’kötü ‘’ düşünceleri kovmak için ‘’iyi’’ düşünceleri yineleme)(söz konusu zihinsel törenler,takıntılardan değişik olarak,kaygıyı azaltmak ya da gidermek için yapılırlar)

  • Yeterli güvence olmasına karşın,güvence arayışı içinde sürekli soru sorma
  • Doğru olmadığını düşündüğü davranışlarını itiraf etme gereksinimi (söz konusu davranışların başkaları üzerinde çok az olumsuz bir etkisi olmuş bile olsa )
  • Çok fazla zaman alan boş inançlar (batıl itikatlar)
  • Belirli nesne ya da kişilere dokunma ya da hafifçe vurma gereksinimi
  • Kendisine ya da başkalarına zarar vermenin önüne geçmek için birtakım önlemler alma (sözgelimi,belirli birtakım nesnelerden kaçınmak ya da çok düşük olasılıklı bir tehlikeden korunmak için aşırı önlemler alma)
  • ‘’Kurallar’’ına göre törensel yemek yeme (belirli zamanlarda,belirli bir sırayla;çatal,kaşık,bıçak,tabak ve bardağı belirli bir düzende utarak yemek yeme )

İLİŞKİLİ BELİRTİLER

  • Kendi saçını yolma ya da kıl koparma (kafa derisi üzerinden, kaşlardan, kirpiklerden, kasık bölgesinden )
  • Kendine zarar verme ya da vücudundan koparma davranıları (deriyi yolma )
  • Alışveriş yapma zorlantısı

        OKB’NİN NEDENLERİ NELERDİR? 

Herhangi bir kesinlik kazanmamasına karşın OKB’nin nedeni olarak birkaç varsayım üzerinde durulmaktadır.

-GENETIK NEDENLER ; OKB’li hastaların anne-babalarında ve diğer birinci derece akrabalarında OKB’nin sık olarak görülmesi hastalığın genetik olabileceğini düşündürmekte-dir.

-BEYIN IŞLEVLERINDE BOZULMA VE SEROTONIN; Beyin üzerinde yapılan araştırmalarda beynin bazı bölgelerinde ve özellikle de beyin içindeki sinirsel iletimde önemli rolü olan serotonin maddesinin işlevlerinde bozukluk saptanması bunların OKB’nin nedeni olarak araştırılmasına yol açmıştır.

-ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMALARI; Çocukluk çağı travmalarına  (örneğin, cinsel istismar) maruz kalanlarda ileri yaşamlarında önemli bir stres yaşantısı ardından OKB’nin ortaya çıkabilmesi erken çocukluk dönemlerinin OKB gelişiminde önemli rol oynadığını göstermektedir

BİLİŞSEL DEĞİŞİKLİKLER

Aşağıda OKB’de sık karşılaşılan düşünsel çarpıtmalar :

  • Siyah ya da Beyaz ( ya Hep ya da Hiç Biçiminde ) düşünme  ‘’Tam güvende değilsem,büyük bir tehlike altındayım demektir. ‘’
  • Büyüsel Düşünme  ‘’Kötü bir şey aklıma gelirse,kesinlikle kötü bir şey olacak demektir ‘’
  •  Tehlikeyi Gözünde Büyütme  ‘’ En ufak bir değişiklik bile yapsam kötü bir şey olacak gibi geliyor ‘’
  • Yetkincilik  ‘’ Ne yaparsam yapayım,çok iyi yapmamaya dayanamam ‘’
  • Aşırı Törecilik ( Ahlakçılık )’En küçük bir yanılgım bile büyük ölçüde cezalandırılmamı gerektirir ‘’
  • Başkalarına Karşı Aşırı Sorumluluk Taşıma‘’ Hiçbir suçu olmayan birine en ufak bir zarar vermemek için her zaman çok dikkatli olmalıyım. ‘’
  • Düşünce/Eylem Birleşmesi (Büyüsel düşünmeye benzer ): ‘’Birine bir zarar vermekle ilgili kötü bir düşüncem olursa sanki bunu yapmış gibi olurum .’’
  • Düşünceyi Aşırı Önemseme’Kötü bir olayın olacağını düşünürsem,bunun olma olasılığı çok yükselir.’
  • ’Dışlama Yanılgısı ‘’Kötü bir şey olacaksa,bu ya benim ya da sevdiğim ve değer verdiğim birinin başına gelecektir . ‘’
  • ‘’Soyluluk Oyunu ‘’Ne soylu bir insanım.Sevdiklerini Korumak için nelere katlanıyorum.Bütün bir gün ( yıkama,sayma,denetleme gibi)törensel birtakım davranışlarda bulunuyorum.Çevremdeki kimsenin başına kötü bir şey gelmediğine göre doğru yapıyor olmalıyım .’’
  • ‘’Olursa N’olur’’ Düşüncesi ‘’Gelecekte bir yanlış yaparsam n’olur ?’’,’’Ölümcül Bir hastalığa yakalanırsam n’olur ?’’,’’Başkasına bir zarar verirsem n’olur ?’’
  • Belirsizliğe Katlanamama’’ Her şeyden yüzde yüz emin olmadıkça ve her şeyin yolunda gideceğini tam olarak bilmedikçe rahatlayamam.Herhangi bir şeyi (geleceğim,sağlığım,sevdiklerimin sağlığı)tam olarak bilememek katlanılır gibi değil …’’

OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUKTA GÖRÜLEN BİLİŞSEL ÇARPITMALAR

I-ÇARPIK OTOMATİK DÜŞÜNCELER

TEHLİKE ;

‘’ Her yerde mikroplar var ‘’

‘’Bu şey Kirlidir ‘’

‘’Bana bulaşmıştır ‘’

‘’ Kanser olduğumu şimdi anladım ‘’

‘’Doktorlara güvenemezsin.Hatalıysa Korkunç şeyler olabilir.’’

‘’Anksiyeteme (kaygılanmaya)dayanamıyorum.

‘’Şimdi temizlemeliyim yoksa çıldıracağım ‘’

‘’Ya buna gelecekte ihtiyaç duyarsam ve o zaman elimde olmazsa ne olacak’’

‘’Farkında olmadan kabul edilmeyecek bir şey yapabilir ya da söyleyebilirim ‘’

SORUMLULUK ;

‘’ Ellerimi yıkamazsam mikropları bütün aileye bulaştırabilirim.’’

‘’Ya kapıyı kilitlemeyi unuttuysam.’’

‘’Emin olmalıyım.’’

‘’Kontrol etsem daha iyi olacak ‘’

‘’Bunu yaparsam daha iyi hissedeceğim’’

‘’Sonradan üzülmektense önceden emniyete almak daha iyidir ‘’

 ‘’Bu iş mükemmel olmalı’’

‘’Bu durumu düşünmekten duramıyorum ya da denetimi yitireceğim’’

‘’Böyle düşüncelere sahip olduğum için korkunç birisiyim’’

‘’Kötü bir şey olursa bu benim hatam olur’’

‘’Şimdi durdurmak için bir şey  yapmazsam,bu korkunç düşünce gerçeğe dönüşecek’’

II-İŞLEVSEL OLMAYAN ( MALADAPTİF )SAYILTILAR

TEHLİKE:

‘’Bütün risklerden kaçınmalıdır ‘’

‘’Her şeyin güvenli olduğundan emin olmalısın,aksi halde tehlikedesindir’’

‘’Endişe kötü bir şeydir ve kaçınmak gerekir’’

‘’Düşünceler güçlüdür ve kötü şeylerin olmasına yol açabilir’’

‘’Güvenlik her şeyden çok daha önemlidir’’

SORUMLULUK :

‘’Düşüncelerimi denetleyebilmeliyim’’

‘’Düşüncelerimi kontrol edemezsem eylemlerimi hiç kontrol edemem’’

‘’Kötü bir şey olursa bu benim hatamdır’’

‘’Bütün olası önlemleri almazsam suçlu ben olurum’’

‘’işler mükemmel ve yeterince iyi olmalıdır’’

III-İŞLEVSEL ŞEMALAR :

TEHLİKE :

‘’Dünya tehlikelerle doludur(mikroplar,bulaşıcılar,kazalar vb.)’’

‘’Kötü bir şey olma olasılığı yüksektir’’

‘’Tehlikeli dürtü  ve düşünceleri olan kötü bir insanım.’’

SORUMLULUK :

‘’Güvenlik konuları için diğer insanlara güvenilmez.’’

‘’Ben sadece güvenebileceğim tek kişiyim.’’

‘’Ben kendimin ve başkalarının güvenliğinden sorumluyum.’’

‘’Ben çok çalışmadıkça doğuştan sorumsuz davranırım.’’

OKB NASIL TEDAVİ EDİLİR? 

OKB günlük yaşam etkinliklerini ciddi olarak kısıtlayabilen, aile, meslek ve sosyal yaşamda önemli işlev kayıplarına yol açan, yaşam kalitesini düşüren bir hastalıktır. Kronikleşme yani müzmin hale gelme olasılığının yüksek olması tedavinin önemini arttırmaktadır. Tedavide kullanılan birkaç yöntem bulunmak-tadır.

                                           İLAÇ  TEDAVISI

Özellikle serotonin sistemi üzerinde etkili olan ilaçlar OKB tedavisinde oldukça yaralı olmaktadır. Serotonin Geri Alım Engelleyiciler adı verilen bu grup ilaçlar OKB tedavisinde yaygın ve başarılı şekilde kullanılmaktadır.

Tedavinin ilk günlerinde hafif bulantı, baş ağrısı, uyku bozukluğu, midede huzursuzluk gibi geçici yan etkiler ile hastaların çoğunun dile getirmeye çekindikleri cinsel yan etkiler görülebilir.

 Ancak bu grup ilaçlar genellikle hastalar tarafından kolaylıkla kullanılan ve kullanımları sırasında bir sorun yaşanmayan ilaçlardır.

Etkilerinin görülmesi için iki hafta kadar beklemek gerekir. İlacın etkili olup olmadığına karar vermek için en az 10 hafta süre geçmesi beklenmelidir. Etkili olduğuna karar verilirse tedavinin gerekirse günlük doz arttırılarak en az iki yıl sürdürülmesi gerekir.           KOGNİTİF (BILIŞSEL)-DAVRANIŞÇI PSİKOTERAPİ

Obsesif hastalar kaygı verici düşünceler ile bu düşüncelerden kaçarak ve kaçınarak başa çıkmaya çalışırlar. Ne var ki düşüncelerden kaçmaya çalıştıkça bu düşünceler daha da artmakta ve böylelikle kısır bir döngü oluşmaktadır. Davranış tedavilerinde amaç hastayı kaygı veren ve kaygı oluşturduğu için kaçma ve kaçınma davranışlarına neden olan düşüncelerle  [obsesyonlar]  karşı karşıya getirmek ve bu karşılaştırmanın oluşturduğu kaygıyı azaltmak için devreye giren tekrarlayıcı davranışları [kompulsiyonlar] engellemektir.

Hedef rahatsızlık veren düşüncenin oluşturduğu kaygıyı söndürmek ve alışma durumunun oluşmasını sağlamaktır.Bu şekilde yapılan tedaviye alıştırma tedavileri.adı.verilir.

Bilişsel tedavilerde ise amaç rahatsız edici düşüncelerin oluşturduğu sorumluluk algısını azaltmaktır. Sorumluluk biçiminde bir algılama olmadığında hastalar akla gelen rahatsızlık verici düşünceleri yansızlaştırmak ve etkisiz kılmak için tekrarlayıcı davranışlar gösterme ihtiyacı hissetmeyeceklerdir.

 Amaç düşünceleri gerçek gibi algılamayı azaltmaktır. Bu nedenle tedavide tehdit tehlike ve aşırı sorumluluk algılarının ne oranda gerçekçi olduğu ve hangi düşünce  hataları sonucu abartılı tehdit ve tehlike algılarının ortaya çıktığı hasta ile birlikte araştırılır.

Bilişsel hataların belirlenmesinden sonra yeterince işlevsel olmayan bu düşüncelerin daha gerçekçi ve işlevsel olanları ile yer değiştirmesi sağlanır. Düşüncelerinin bir felaketle sonuçlanacağını düşünen hastalardan bu düşünceleri durdurmak yerine özellikle akla getirmeleri istenmekte ve ardından korkulan sonuçların oluşmadığını görmeleri tedaviye uyum sağlamakta önemli yararlar oluşturmaktadır.

Kognitif davranışçı terapiler hem hastalığın tedavisinde hem de özelikle nükslerin önlenmesinde çok önemli bir yer tutmakta, tedavide bazen tek başlarına bazen de ilaç tedavileri ile birlikte kullanılabilmektedirler. Bilişsel davranışçı tedaviler tedavi seçenekleri arasında en önemli yeri tutmaktadır.

AİLE VE ARKADAŞLARA DÜŞEN GÖREVLER 

OKB’li hastalar sıklıkla takıntılı düşünce ve davranışları çevredekiler tarafından fark edildiğinde, öğrenildiğinde nasıl karşılanacakları, ile ilgili endişe yaşarlar. Çoğu hasta ayıplanacağı, dalga geçileceği, küçük düşürülebileceği düşüncesi ile hissettiklerini paylaşmaktan ya da açığa vurmaktan kaçınır.

Hastalar, damgalanma kaygısı ile tedaviye hastalığın başlamasından çok uzun süre sonra gelebilmektedir.  Aile üyeleri ve arkadaşları hastanın zaman zaman çevreye de huzursuzluk verecek düzeye varan takıntılı davranışlarının hastalar tarafından engellenemeyen, karşı koyamadıkları düşüncelerden kaynaklandığını bilmelidir, tedaviye uyum sağlanması konusunda yardımcı olmalıdırlar.

AİLE ÜYELERİNE ÖNERİLER

            OKB olan yakınınızın yaşadığı güçlü itkileri denetim altında tutamadığını göz önünde bulundurun.Onun beyninde,düşünce ve davranışlarını yönlendiren kimyasal bir dengesizlik vardır.Şeker hastalığı ya da yüksek tansiyonu olan kişiler böyle bir hastalıkları olmasını kendileri seçmediği gibi OKBB olan yakınınız da böyle bir hastalığı olmasını kendisi seçmemiştir.

Hasta yakınları, böyle bir tedavi sürecine katılması için hastayı zorlamamadırlar,  katılmak hastanın kendi seçimi ve kararı olmalıdır.

OKB olan hastanız beklentilerinizi karşılamadığında onu eleştirmeyin ve paylamayın. Duygularınızı ‘’ben diliyle’’ Konuşabilirsiniz ancak düş kırıklığınızı OKB olan hastanıza yükleyerek onu suçlamayın.

Her zaman yargılamayan bir tutum içinde olun.Hastayı,gösterdiği ilerlemeye göre yargılamaktn uzak durun.

Depreşmeler ve geriye dönüşler olabilir.İlerleme çoğu zaman ‘’ iki adım ileri,bir adım geri ‘’biçiminde sağlanır.Olumsuz konuşmalar yapmayın ve yüreklendirin.

Ne denli küçük adımlar atmış olursa olsun,görünürde büyük bir yol alınmamış bile olsa,sözel övgülerinizi esirgemeyin.

Çocuğunuzun ya da eşinizin OKB‘dan ötürü kendinizi de suçlamayın.Buna siz neden olmadınız.OKB, çevresel etkenlerden çok biyolojik ve genetik yatkınlıkla ilişki bir hastalıktır.

OKB belirtileri özel bir anlam taşımazlar,değişkenlik ve tutarsızlık gösterebilirler.Buna şaşırmayın.

OKB belirtilerine özel birtakım anlamlar yüklemeyin.Bu belirtilerin kişinin günlük yaşamdaki işlevselliği üzerinde etkisi olmaktan öte bir anlamı yoktur ve bu belirtileri yorumlamaya çalışmanın bir yararı dokunmaz.Belirtiler ‘ yalnızca OKB belirtileri ‘’olmanın dışında özel bir anlam taşımazlar.

KENDİNİZDE OKB OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORSANIZ NE YAPMALISINIZ?

Kişinin kendindeki bazı düşünce ve davranışların bir ruhsal hastalığın belirtileri olabileceğine karar vermesi çoğu kez güçtür. Okumuş olduğunuz bu bulguların OKB’nin sizde olabileceğinden kuşku duyuyorsanız bir psikiyatri uzmanına başvurarak profesyonel yardım talep edebilirsiniz.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ŞİZOTİPAL(ŞİZOTÜRÜ) KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Şizotipal kişilik bozukluğu, bilişsel ve algısal bozukluk­lar, tuhaf davranışlar, büyüsel, garip düşünceler, refe­rans fikirleri, illüzyonlar ve çevreyi yanlış algılamalar ile kişiler arası yakın ilişki kurmada zorluk ve sosyal ileti­şim yetersizlikleri ile karakterize bir bozukluktur.

Şizotürü (Şizotipal) Kişilik Bozukluğu(DSM-5 TM) KRİTERLERİ

  1. Aşağıdakilerden beşi (ya da daha çoğu) ile belirli, erken erişkinlikte baş­layan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, yakın ilişkilerde birden bir ra­hatsızlık duyma ve yakın ilişkiye girme yeterliğinin düşük olması ile kendin gösteren toplumsal ve kişilerarası eksikliklerin yanı sıra bilişsel ve algısal çarpıtmalar ve sıradışı davranışlar ile giden yaygın bir örüntü:
    1. Alınma düşünceleri (alınma sanrılarını kapsamaz).
    1. Altkültürel değerlerle uyumlu olmayan ve davranışları etkileyen, alışa gelmişin çok dışında inançlar ya da büyüsel düşünme (örn. boş inançlar, geleceği görebilme gücü olduğuna inanma, uzaduyum [tele­pati] ya da “altıncı his”; çocuklarda ve gençlerde, olabilirliği olmayan düşlemler ya da düşünsel uğraşlar).
    1. Olağandışı algısal yaşantılar, bunun içinde bedensel yanılsamalar da vardır.
    1. Yadırganacak denli olağana aykırı düşünce ya da konuşma (örn. belir­siz, çevresel, eğretilemeli [metaforik], çok ayrıntılı ya da basmakalıp).
    1. Kuşkuculuk ya da kuşkucu düşünceler.
    1. Uygunsuz ya da kısıtlı duygulanım.
    1. Yadırganacak denli olağana aykırı, alışılagelmişin dışında ya da sıra­dışı davranış ya da görünüm.
    1. Birinci derece akrabalarının dışında yakın arkadaşlarının ya da sırdaşlarının olmaması.
    1. Yakınlaşmayla azalmayan aşırı bir toplumsal kaygıya, kendisiyle ilgi olumsuz değerlendirmelerden çok kuşkucu korkular eşlik eder.
  2. Yalnızca şizofreni, ikiuçlu bir bozukluk, psikoz özellikleri gösteren dep­resyon bozukluğu, psikozla giden başka bir bozukluk ya da otizm açılımı kapsamında bozukluğun gidişi sırasında ortaya çıkmaz.

Not: Şizofreninin başlangıcı öncesinde tanı ölçütleri karşılanıyorsa, “hastalık öncesi” deyişini ekleyin, “şizotürü kişilik bozukluğu (hastalık öncesi)”.

NE SIKLIKTA GÖRÜLÜR?

Şizotipal Kişilik Bozukluğunun genel toplumdaki yay­gınlığının %3 olduğu ve erkeklerde hafif oranda daha sık görüldüğü belirtilmektedir. Frajil X Sendromu olan kadınlarda sıklıkla şizotipal kişilik bozukluğu tanısı konulmaktadır.

Şizofrenik hastaların bi­rinci derece yakınları arasında şizotipal kişilik bozuklu­ğu sıklığında artış bulunmaktadır.

Diğer yandan şizoti­pal kişilik bozukluğu olan hastaların akrabaları ara­sında da şizofreni ve diğer psikozların sıklığında artış gözlenmektedir

KLİNİK ÖZELLİKLER

Şizotipal kişilik bozukluğunun tanısı, hastanın görü­nümü, düşünce ve davranış tuhaflıkları temel alınarak konur.

İletişim kurma bozulmuştur.

Tanısal değerlendirmede olağan dışı hastalık öyküsü alınması zorlaşmaktadır.

Hastalarda belirgin düşünce bozukluğu olmamasına karşın, alışılmışın dı­şında, tuhaf, sadece kendilerinin anlayabileceği, sıklık­la yorumlanmaya ve açıklanmaya gerek duyulacak şe­kilde konuşmaları olabilmektedir.

Batıl inançlar, gele­ceği görebilme, telepati, 6. his diye bilinen inanışlar, düşünme ve kavrama ile ilgili olarak özel güçlerinin ol­duğu şeklinde tuhaf inanışlar, büyüsel düşünceler, acayip (bizar) fantaziler ve uğraşlar görülmektedir.

İç dünyaları çok canlı, hayali ilişkilerle ya da çocuksu korku ve hayallerle dolu olabilir. Kişiler arası ilişkileri­nin oldukça zayıf olması ve insanlar arasında uygun şekilde davranamamaları nedeniyle genellikle yalnız­dırlar ya da çok az arkadaşa sahiptirler.

Diğer insanla­rın hepsinin birbirlerine benzediğini iddia ederler.

Yo­ğun stres altında kısa süreli psikotik belirtiler gösterebilirler.

Referans, paranoid fikirler ve şüphecilik (hezeyan değil) görülebilir.

Bedensel ilüzyonları da içeren illüzyonlar ve yakı­nında birisi olduğu hissi gibi alışılmadık algısal bo­zulmalar görülebilir.

Ciddi olgularda zevk alamama ve şiddetli depres­yon olabilir.

Mecazi, belirsiz, aşın yüklü ve streotipik tuhaf ko­nuşmalar olabilir.

Duygulanımda uygunsuzluk ya da kısıtlılık vardır.

BİRLİKTELİK DURUMLARI VE AYIRICI TANI

Hastaların %30-50‘sinde eş zamanlı olarak MAJÖR DEP­RESYON görülmektedir ve hastaların yarısından fazlası en az bir kez majör depresyon epizodu geçirmektedir.

Şizoid, paranoid, çekingen ve sınır (borderline) kişilik bozuklukları en sık birlikte görüldüğü diğer kişilik bo­zukluklarıdır. Şizofreni ve şizotipal kişilik bozukluğu arasındaki ilişkinin yapısı halen tartışmalıdır.

Şizotipal kişilik bozukluğunun, şizofreni ile ilgili kişilik bozukluklarının prototipi olduğu ve bu olguların fenomenolojik, genetik, biyolojik, bilişsel özellikler ve tedaviye yanıt açısından şizofreniye benzer özellikler taşıdığı söylen­mektedir.

Evlat edinme, aile ve ikiz çalışmaları şizofrenik hastaların ailelerinde, şizotipal özelliklerin sıklığındaki artışı ortaya koymaktadır.

Şizotipal kişilik bozukluğu; şizofreni, hezeyansal bozukluk ve psikotik özellikli duygulanım bozukluklarından, hezeyan ve halüsinasyon gibi pozitif psikotik belirtilerin olmaması te­melinde ayrılmaktadır.

Ancak hezeyanlarla seyreden kısa reaktif psikotik bir tablo ise ayrımı oldukça güçleştirebilmektedir.

Psikotik belirtiler genelde stres ile ilişkili ortaya çıkmakta ve kısa süreli olmaktaysa da, belirtiler bazen şizofreniform bozukluk, hezeyansal bozukluk ya da kısa psikotik bozukluk tanı ölçütlerini karşılayacak kadar şiddetli de olabilmektedir.

Sosyal ilişkilerde kopukluk, kısıtlı, soğuk ve tekdüze duygulanım sergileyen şizoid kişilik bozukluğundan, davranış, düşünce, algılama, iletlşimlerindeki tuhaflıklar ve sıklıkla şizofrenik aile öyküsünün olması ile ayrılabilmektedir.

Paranoid kişilik bozukluğunda şüphecilik ön planda olup şizotipallerde bulunan tuhaflıklar yoktur.

Tuhaf davranışlar, sosyal izolasyon, sözel anlatım ve dil kul­anımındaki tuhaflıkların bulunduğu şizotipal kişilik bo­zduğu, otistik bozukluk ve Asperger sendromundan, bu bozukluklarda bulunan ileri derecede bozulmuş sosyal ilişkiler, sterotipik davranışlar ve ilginç uğraşlar esas alınarak ayırt edilebilir.

TEDAVİ

           Şizotipal kişilik bozukluğu olan hastalar, sosyal anksiyete ve bir dereceye kadar paranoid özellikleri nede­niyle genellikle tedaviden kaçarlar.

           Şizotipal kişilik bo­zukluğunun temel tedavi ilkesi şizoid kişilik bozuk­luğundan farklı değildir.

           Genellikle uyumlu ilişki kurul­ması zor olmaktadır. Yüzleştirici ya da doğrudan yo­rumlayıcı teknikleri tolere edebilmeleri zordur. Des­tekleyici yaklaşımlardan faydalanırlar. Garip düşünce örnekleri olabilir.

           Bazılarında tuhaf dini uygulamalar bulunmaktadır ve hasta bunları gizleyebilir. Terapist hastayı yargılayıcı davranmamalıdır.

           Hastalar bilişsel davranışçı ve grup terapileriyle sosyal ilişkilerinin gelişimi konusun­da cesaretlendirilir.

           Çeşitli çalışmalarda düşük doz antipsikotik kullanımının olumlu etkileri gösterilmek­tedir. Bu tedavi ile hastalardaki anksiyete ve psikoz benzeri belirtiler azaltılmaktadır. Özellikle psikotik de kompanzasyonu olan hastalarda antipsikotik kullanımı gereklidir.

           Antidepresan ilaçlar depresyonun varlığında kullanılmalıdır. Bununla beraber antidepresanların kul­lanımının da kişilik özelliklerinin azaltılmasında faydalı olabileceğini gösteren çalışma sonuçları bulunmakta­dır. Famakoterapi psikoterapi ile birleştirilmelidir.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist & Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 (242) 316 98 99

facebook.com/antalyaterapipsikiyatri