BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

BAĞIMLI KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Temel özelliği yaygın ve abartılı bakım alma ihtiyacı ve buna bağlı oluşan yapışkan davranışlar, itaatkarlık, ayrılma korkusu ve kişiler arası bağımlılıktır.

Kendinden kuşkuculuk ve kendine yenilmişlik hali ile birlikte olan düşük benlik saygısı vardır.

BAĞIMLI KİŞİLİK BOZUKLUĞUNUN YERLEŞİK DÜŞÜNCELERİ

  • Zayıf biriyim ve başkalarına muhtacım.
  • Ne yapmam gerektiğini söyleyecek ya da kötü bir şey olduğunda bana yar­dımcı olacak birinin hep yanımda olmasını isterim.
  • Bana yardımcı olacak kişi, isterse destekleyici ve güven verici biri olabilir.
  • Kendi başıma bırakıldığımda kendimi çaresiz hissediyorum.
  • Daha güçlü birine bağlanmadıkça kendimi yalnız hissediyorum.
  • Olabilecek en kötü şey terk edilmektir.
  • Sevilmezsem hep mutsuz olurum.
  • Bana yardımcı olan ya da destekleyen kişiyi gücendirecek, kızdıracak hiçbir şey yapmamalıyım.
  • Onun benim için iyi dileklerini sürdürmesini sağlamak için hep boyun eğme­liyim, ona yaranmalıyım.
  • Ona her zaman ulaşabilmeliyim.
  • Olabildiğince yakın bir ilişki kurmalıyım.
  • Kendi başıma karar veremem.
  • Başkaları gibi baş edemem.
  • Karar vermek için ya da ne yapmamı söylemeleri için başkalarına gereksini­yorum.

NE SIKLIKTA GÖRÜLÜR?

Bağımlı kişilik kadınlarda erkeklerden daha sıktır.Bir çalışmada tüm kişilik bozuklukları içinde,hastaların %25’ine bu tanı konmuştur. Genç ve çocuklarda daha yaygındır. Özellikle kronik fiziksel bozukluğu olan çocuklarda bu bozukluğa eğilim daha fazladır.

                        DSM-5 (TANI ÖLÇÜTLERİ)

        Aşağıdakilerden beşi (ya da daha çoğu) ile belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, boyun eğici ve yapışkan davranışlara ve ay­rılma korkularına yol açan, ilgilenilme gereksinmesi ile giden yaygın bir örüntü:

*Başkalarından çok öğüt ve güvence almadıkça gündelik kararlarını ver­mekte güçlük çeker.

*Yaşamının çoğu önemli alanında, kendisinin yerine başkalarının sorumlu­luk almasına gereksinir.

*Desteklerini çekecekleri ya da kabul görmeyeceği korkusuyla, başkala­rıyla aynı görüşte olmadığını söylemekte güçlük çeker. (Not: Cezalandırıl­maktan gerçekçi bir biçimde korkmayı bu kapsamda değerlendirmeyin.)

*Kendi başına bir işe girişmekte ya da bir iş yapmakta güçlük çeker (iste­ğinin ya da yapacak gücünün olmadığından çok kendi yargılarına güven­mediğinden ya da yapabileceğine inanmadığından).

*Başkalarından bakım ve destek sağlayabilmek için, hoş olmayan işleri yapmaya gönüllü olmaya dek giden ölçüde aşırı uçlara gider.

*Kendisine bakamayacağına ilişkin aşırı korkuları yüzünden, tek başına kaldığında kendisini rahatsız ya da çaresiz hisseder.

*Yakın bir ilişkisi sonlandığında, bir bakım ve destek kaynağı olarak, ivedi­likle başka bir ilişki arayışı içine girer.

*Kendi kendine bakmak durumunda bırakılacağı korkularıyla, gerçekçi ol­mayan bir biçimde uğraşır durur.

*Temel özelliği yaygın ve abartılı bakım alma ihtiyacı ve buna bağlı oluşan yapışkan davranışlar, itaatkarlık, ayrılma korkusu ve kişiler arası bağımlılıktır.

*Erkeklerde ve kadınlarda eşit oranlarda görülür.

*Kendinden kuşkuculuk ve kendine yenilmişlik hali ile birlikte olan düşük benlik saygısı vardır.

KLİNİK BELİRTİLER

*Bu kişilerin kendi gereksin­meleri ve sorumlulukları başkalarınınkilerden sonra gelir ve kendileriyle ilgili kararla­rı başkalarının almasını isterler.

*Sömürüye dayalı ilişkilere katlanabilirler.

*Kendilerine güvenleri yoktur, başkalarının öğüt ve desteğine gereksinirler.

*Tek başına kalmaya katlanamazlar ve işyerinde sürekli bir gözetim altında tutulmaya gereksinirler.

* Edilgendirler, aynı görüşte olmadıklarını ifade etmekte zorlanırlar.

*Özgüven eksikliği duruş biçimlerinden, seslerinden, hal ve hareketlerinden de bellidir.

*İşbirliği yapmaya yatkın olmaya ve uysal olmaya ileri derecede eğilim gös­terirler, iddiacı ve haklarını savunucu biri olmaktansa kabullenici ve yatıştırıcı biri olmayı yeğlerler.

*Büyük sosyal gruplardan ve ses getirici olaylardan nefret ederler ve ilgi çekmekten kaçınmak için yapmadıkları kalmaz.

*Arkadaşları tarafından ço­ğu kez düşünceli ve eli açık, bazen gereksiz yere özür dileyici ve boyun eğici (ita­atkâr) biri olarak görülürler.

*Komşuları, bu kişilerin yumuşak başlılıklarından içten ve cana yakın tutumlarından ve davranışlarındaki yumuşaklık ve incelikten çok etkileniyor olabilir.

*Sıcaklıklarının ve hatırşinas davranışların altında kabullenilmek ve onaylanmak üze­re bir güven arayışı yatıyor olabilir. Bu gereksinmeleri zorlandıklarında özellikle be­lirgin bir hale gelebilir.

*Bağımlı kişiler, böyle zamanlarda açık çaresizlik belirtilerini ve yapışkan tutumlarını açıkça sergileme eğilimi gösterirler. Hatta himaye edilmeleri için yalvarıp yakarabilirler.

*Duygu durumları çoğu kez depresif bir havaya bürünebilir ve açıkça kederli ve üzüntülü olabilirler. Kişilerarası ilişkilerde aşırı uzlaşmacı ve ken­dilerinden verici olabilirler.

*Bağımlı kişiler, kendileri ve başkaları hakkındaki ilgi alanlarını dar bir çerçeve içi­ne sığdırırlar.

*Dünyaları dardır ve karşılaşabilecekleri zorluklarla ilişkili olarak iç görüleri azdır ve Polyanna benzeri bir tutumları vardır.

*Naif, dış dünyayı algılamada ye­tersiz ve özeleştiriden yoksundurlar. Her şeyin sadece “iyi” yanlarını görme eğilimin­dedirler.

*Bağımlı kişiler, Polyanna cilasının altında, aslında yaşamanın tadına çok az var­maktadırlar.

*Bir kez “saçları önlerine düşünce”, karamsarlık, düş kırıklığı ve elem keder duygularından söz edebilirler. Sessiz sessiz ıstırap çekerler.

*Kendilerini, en azından yüzeysel olarak, düşünceli, saygılı ve işbirliği yapabilen, aşırı tutkulu olmayan ve isteklerinde ölçülü bir kişi olarak görürler.

*Daha yakından in­celendiklerinde, belirgin kişisel yetersizlik ve güvensizlik duygularının olduğu açığa çı­karılabilir.

*Kendilerini olduğundan daha aşağı görme eğilimindedirler, herhangi bir yeteneklerinin, erdemlerinin ve çekiciliklerinin olmadığını ileri sürerler.

*Başarısızlıkla­rını ve hatalarını büyütürler. Kendilerini başkalarıyla karşılaştırdıklarında yetenekleri­ni önemsemezler, niteliklerine önem vermezler, daha aşağı oldukları yanlarını vurgu­larlar ve başkalarının başına açtıkları sorunlar için kendilerini suçlayıp dururlar.

*Böy­lesine kendilerini küçümsemelerinin gerçekle ilişkisi ise çok azdır. Kendilerini böyle aşağı görme tutumlarının, değersiz ve sevilmeyen biri olmadıklarına ilişkin kendileri­ne güven verilmesini sağlamaya yönelik olduğu düşünülebilir. Bu yolla onay görme­lerini sağlıyor olabilirler.

*Bağımlı kişiler, yetersiz ve daha aşağı olduklarını öne sürerek, almak zorunda oldukları, ancak almak istemedikleri sorumluluklardan kaçarlar.

*Benzer bir biçim­de, kendilerini aşağı görme tutumları başkalarının ilgisini çeker ve onların şefkat duymalarına yol açar, ancak bağımlı kişiler, bunu yaptıkları için de suçluluk duygusu­na kapılırlar.

*Bağımlı kişilerin bu tür önlemler ve çatışmalara bilinç düzeyinde kat­lanmaları da zordur. Bu yüzden, kendileriyle barışıklık sağlayabilmek için, yaşadık­ları duyguları ve uyguladıkları aldatıcı yolları inkâr etme eğiliminde olurlar.

*Ayrıca, yetersizliklerini mantığa büründürerek açık bağımlı olma gereksinmelerini gizleye­bilirler.

*Bunun için başlarına bedensel bir hastalık, talihsiz bir durum ya da benzer bir durumun geldiğini söylerler.

*Toplumsal olarak kınanmaktan korunmak için id­diacı dürtülerini dışa vurmamaya çalışırlar, eleştiriye ya da dışlanmaya yol açabile­cek duygularını yadsırlar.

*İç dengelerini sürdürebilmeleri için suçluluk, utanç ve kendi kendilerini kınama duygularını aşırı göstermemeye özen göstermele­ri gerekir.

*Bağımlı kişilerin kendi içlerinde gördükleri yetersizlikler, boşluk duygusu ve tek başına kalma korkusu yaratabilir.

*Böylece kendilerini daha güçlü ve destekle­yici bir kişinin ayrılmaz bir parçasıymış gibi görürler. Birlikte oldukları kişilerin yeterlikleriyle bütünleşerek, kendilerinin yetersiz olduğu düşüncesinin yaratacağı kaygıdan uzak durabilirler. *Paylaşılmış yeterlilik yanılsamalarıyla yücelmekle kalmazlar, aynı za­manda özdeşim yaparak, kurdukları bağların sağlam ve çözülemez olduğuna ilişkin inançları da güçlenmiş olur.

*Bağımlı kişinin savunmalarına inkâr mekanizması egemendir. Bu, en açık ola­rak bağımlı kişinin Polyanna niteliğindeki düşüncelerinde görülür.

*Bağımlı kişiler, kişilerarası gerginlik ve huzursuzluğu yumuşatmaya karşı her an hazırdırlar.

*Konuş­maları “şurup” gibi tatlıdır, rahatsız edici olayları sürekli gizleyebilirler ya da oldu­ğundan daha iyi gösterebilirler.

*Özellikle tehdit edici olan kendi düşmanca dürtü­leridir, güvenliklerini ve kabul edilmelerini tehlikeye atabilecek herhangi bir içsel duygu ve düşünce hemen uzaklaştırılır.

*Bağımlı kişiler için başlıca sorun, destek alabilecekleri bir gücü bulamamaları, kendilerini beceriksiz ve hep yanılgıya düşecekmiş gibi hissetmeleridir, bu yüzden ge­reksinmelerini sağlayacak yetilerden yoksundurlar.

*Bunları gördükçe, yaşamın ni­metlerine ulaştıracak gerekli yetilere ve deneyimlere yalnızca başkalarının sahip ol­duğunu düşünürler.

*Böylece kendi sorumluluklarından uzak durmanın, yapılacakları başkalarına bırakmanın ve kaderlerini başkalarının ellerine teslim etmenin en iyisi ol­duğu sonucuna varırlar.

*Bağımlı kişiler, amaçlarına ulaşmak için, başkalarına bağlanmayı, bireyselliklerini göz önünden silmeyi, farklılıklarını görmezden gelmeyi, güç gösterisinden kaçmayı, kabullenilmek ve destek görmekten başka bir şey istememeyi; başka bir deyişle, ça­resizlik, boyun eğme ve uyum gösterme tutumunu çok iyi öğrenmişlerdir.

*Hayranlık duymalılar, seviyor olmalılar ve “her şeylerini” vermeye hazır olmalıdırlar. Ancak tam bir boyun eğme ve bağlılık ile sürekli ilgi ve sevgi görebilirler.

*Çoğu bağımlı kişi de ana babasında gördüğü örneklerle, nasıl sevgi ve hayranlıkla yaklaşacağını öğrenmiş­tir.

*Ayrıca önemli olan diğer bir nokta bu kişilerin çoğunun “daha aşağı olma” rolü­nü de iyi öğrenmiş olmasıdır. Böylece bağlı oldukları “üstün” kişilere de, yararlı, güç­lü, yeterli olma duygularını yaşatırlar.

*Bağımlı kişilik bozukluğunun başlıca özelliği, kişide rahatsızlık uyandıran ve kişi­nin işlevselliğinde bozulmaya yol açan olağandışı bir bağımlılıktır.

*Başkalarına yaslan­maya aşırı gereksinme, boyun eğen ve yapışkan bir tutum ve ayrılma korkusu önde gelen özellikleridir.

*Bağımlı kişilik bozukluğuna özgü uyum bozukluğuna neden olan tepkileri en çok tetikleyen durum ya da olaylar kendine güvenmelerinin beklendiği ve tek başına kal­dıkları durumlardır.

*Bağımlı kişiliklerin davranışları yumuşak başlılık edilginlik ve kendine ortaya koyamama ile belirlidir.

*Kişilerarası ilişkilerinde başkalarını sevindirme, kendinden ver­me, başkalarına yapışma ve sürekli olarak başkalarından güvence alma arayışında ol­ma gibi davranışlar sergilerler.

*Yaşamlarının önemli alanlarında sorumluluğu kendi­lerinin yerine başkalarının almasını beklerler.

*Bağımlı kişilik bozukluğu olanlar kolay etki altında kalırlar. Yaşama karşı Polyanna tutumu sergilemeye kolaylıkla uyum sağlarlar. Dahası, zorlukları küçümseme eği­liminde olurlar saflıklarından ötürü her şeye kolaylıkla inandırabilirler ve başkala­rı onlardan çıkar sağlayabilir.

*Hiçbir şeyi eleştirmeyen, her şeyi olduğu gibi kabul eden, olayları tam kavrayıştan uzak kişilerdir.

*Kendilerini, güvensizlik içinde ve kaygılı olarak duyumsarlar.

*Kendilerine güven­leri olmadığı için tek başına kalmaktan önemli ölçüde rahatsızlık duyarlar.

*Bırakılıp gidilme ve başkalarından kabul görmeme düşüncelerini sürekli düşünmekten kendi­lerini alıkoyamazlar.

*Kaygılı ve korku içinde olmalarının yanı sıra iç sıkıntısı çekerler ya da üzgün olurlar.

*Başkalarıyla olan bağlantılarında kendilerini değersiz hissetme ve başkalarına olumluluk yükleme eğilimleri vardır.

*Kendilerini tanımlarlarken başkalarının gözlükle­rini kullanırlar.

*Kendilerine bakış açıları “İyiyim ama yeterli değilim ya da kırılganım” biçiminde­dir. “Başkaları benim için gerekeni yapacaklar (çünkü ben kendim yapamıyorum)” görüşünü taşırlar.

*Bu kişiler, kendilerini, hiçbir işe gücü yetmeyen ve yetersiz kişiler olarak görürler. Dünyayı da kendi başlarına baş edemeyecekleri tehlikeli bir yer olarak görürler.

*Do­layısıyla daha güçlü ve yeterli bir başkasına yaslanmaları ve o kişinin kendilerini ko­ruması gerektiği sonucunu çıkartırlar.

*Bu kişilerin başlıca düşünsel çarpıtmaları bağımsızlık ile ilgili olarak “ya hep ya da hiç” biçiminde düşünmedir.

*Sözgelimi, ya başka birine tam bağımlı olduklarına ya da tek başlarına olduklarına ve hiç bağımlılık göstermediklerine inanırlar.

*Her şeyin ya tam doğru ya da tam yanlış olduğuna inanırlar, onlar için ya tam bir başarı vardır ya da tam bir başarısızlık.

*Bu kişilerin başlıca ikinci düşünsel çarpıtmaları, özellikle in­san ilişkileriyle ilgili olarak korkunçlaştırmadır.

*”Bunu hiçbir zaman kendi başıma ya­pamam”, “”Ben yapamam”, “Bunu yapabilecek denli yeterli biri değilim” gibi yerle­şik düşünceleri vardır.

*Bağımlı kişilik bozukluğu olan kişiler, yakın bir ilişkileri sonlandığında (sevgiliden ayrılma, bakım erenin ölümü gibi) bir bakım ve destek kaynağı olarak derhal başka bir ilişki arayışı içine girerler.

*Yakın ilişkileri olmadığında işlev göremeyeceklerine ilişkin inançları, bu kişilerin çok kısa bir süre içinde başka birine gelişigüzel bağlan­malarına yol açar.

*Bu ölçütün karşılanabildiğini düşünebilmek için bu korkular aşırı ve gerçekdışı olmalıdır. Sözgelimi, kendine bakılması için oğlunun evine taşınan kanser­li yaşlı bir hasta, yaşam koşulları göz önünde bulundurulduğunda uygun olarak kabul edilebilecek bağımlı davranışlar sergiliyor olabilir.

*Bağımlı kişilik bozukluğu olan bireyler genellikle kötümserdirler, kendilerinden kuşkulanırlar, yeteneklerini ve sahip oldukları şeyleri küçümseme eğilimi içinde olur­lar ve sürekli olarak kendilerini “aptal” olarak tanımlıyor olabilirler.

*Eleştirileri ve ka­bul görmemeyi değersizliklerinin birer kanıtı olarak değerlendirirler ve kendilerine olan güvenlerini yitirirler.

*Başkalarının kendilerini aşırı bir düzeyde koruyup kollama­sını ve kendilerinin üzerinde egemenlik kurmasını isterler.

*Bağımsız girişim gücünü gerektiriyorsa mesleki işlevsellikleri bozulabilir. Sorumluluk almalarını gerektiren ko­numlardan kaçınabilirler ve karar vermelerinin gerektiği durumlarda endişeli ve ger­gin olurlar. Toplumsal ilişkileri kişinin bağımlı olduğu birkaç kişi ile sınırlıdır.

TEDAVİ

Bağımlı kişilik bozukluğu olan kişiler sıklıkla bağımlı ilişkilerini gerçek ya da tehdit eden kayıp sonucu ortaya çıkan depresyon ya da anksiyete yakınmaları

nedeniyle terapiye ihtiyaç duyarlar.

Bireysel psikoterapilere iyi yanıt verirler. Bağımsız işlevselliği geliştirmek için grup terapisi ve bilişsel davranışçı  terapiler kullanılabilir.

İç görü eksenli terapiler ile hastanın önceki davranışları anlamaya ve terapistin de desteğiyle, daha bağımsız, daha güçlü ve kendine güvenli olabilmeleri sağlanmaya çalışılır. Bu hastalar terapistle aşırı bağımlı bir ilişki talep ederler, bu da bağımlılıklarını artıran karşıt aktarım sorunlarının ortaya çıkmasına sebep olur.Terapist aşırı koruyucu ya da direktif olabilir uygun olmayan garanti ve destek verebilir ya da terapiyi gereksiz yere uzatabilir, aşırı beklentisi olabilir yada çok ihtiyacı olan hastadan kendini geri çekebilir. Olgularda yaygın olarak bulunan anksiyete ve depresyon gibi belirtilerle baş etmek için anksiyolotik ve antidepresan ilaçlardan faydalanılır.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist & Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 (242) 316 98 99

twitter/ Dr.SevilayZorlu

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

OBSESİF KOMPULSİF KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Yaygın şekilde mükemmelliyetçilik, duygusal katılık, esnek olamama, düzensizlik, ısrarcılık ve kararsızlıkla karakterizebir bozukluktur.

NE SIKLIKTA GÖRÜLÜR?

Toplumda %1, psikiyatrik bozukluklarda %3-10, erkeklerde kadınlara oranla 2 kat daha fazla görülmektedir.

Genetik çalışmalarda 1.derece akrabalarda daha sık görülmektedir.

          BELİRTİLERİ NELERDİR?

  • Mükemmelliyetcilik, düzenlilik ve esnek olmayan bir tutum önde gelen özelliklerdir.
  • Kurallar, düzenlemeler, temizlik ve düzgünlük gibi konularla aşırı ilgilidirler.
  • İnatçılık boyutlarına varan bir ısrarcılık sık görülen bir özellikleridir.
  • Sezgilerle karar verilmesi gereken durumlarda büyük bir kararsızlık gösterirler. Duygusal kısıtlanmaları vardır.
  • Kendilerini ve içinde bulundukları koşulları ken­di denetimleri altında tutma arayışı içindedirler.
  • Ayrıntılara gömülürler, olaylar karşı­sında çevresel kalırlar; yeniliklerin yerine sıradan uğraşları yeğlerler.
  • Kişilerarası iliş­ki kurma, olaylara gülüp geçebilme, sıcaklık duyma gibi becerilerden yoksundurlar.
  • Kendilerinden ödün vererek uzlaşmaya gelemezler. Otoriter bir tutum içindedirler, kendilerini işlerine ve üretkenliğe adamışlardır. Nesneleri biriktirirler ve bir türlü el­den çıkaramazlar. Çok eli sıkıdırlar, cimridirler.
  • Obsesif-kompulsiflerin suratsız ve iç karartıcı tavırları oldukça çarpıcıdır. Duruş bi­çimleri ve hareketleri altta yatan katılıklarını yansıtıyor gibidir.
  • Obsesif-kompulsifler, başkaları tarafından, esneklik ve kendiliğinden davranmak­tan yoksun, ancak çalışkan, gayretli ve becerikli kişiler olarak görülürler.
  •  Birçoğu, onların, inatçı, cimri, tahakküm edici, yaratıcı olmayan ve hayal dünyaları dar insan­lar olduğunu düşünür.
  •  Yapılacakları sürüncemede bırakma, kararsız kalma ve alışa­geldiklerinden değişik durumlarla karşılaştıklarında kolaylıkla sinirlenme eğilimi gös­terirler.
  • Durmaksızın çalışıp didiniyor olmaktan büyük bir doyum sağladıkları için düzenli ve çok titiz olunması gereken işlerde gayretle ve sabırla çalışırlar.
  • Kimisi bu dav­ranışları sistemli olmanın birer belirtisi olarak görürken; kimileri de, bunların, dar gö­rüşlülüğün, önemsiz ve değersiz olmanın bir sonucu olarak ortaya çıktığını düşünür.
  • Obsesif-kompulsif kişiler, özellikle organizasyon ve yeterlilik gibi konularla ilgilidirler, kurallar ve yapılan işlemler konusunda katı ve esneklik tanımaz bir tutum içinde ol­ma eğilimi gösterirler. Bu davranışları yüzünden başkalarınca mükemmelci, işgüzar ve aşırı kuralcı kişiler olarak görülürler.
  • Obsesif-kompulsifler, toplumsal davranışlarında kibar ve resmidirler. Başkala­rıyla, düzeylerine ve içinde bulundukları konuma göre ilişki kurarlar.
  • Eşitlikçi ol­maktan çok ast-üst olma ile ilgilidirler. Bu yüzden “üstün” gördükleri kişilere karşı çok farklı, “daha aşağıda” gördükleri kişilere karşı yine çok farklı davranırlar.
  •  Ob­sesif-kompulsif kişiler, kendilerinden daha yukarıda olanlara karşı hürmetkar, on­ların sevgisini kazanmaya çalışan, hatta “dalkavukluk” eden bir tutum içinde olur­lar; beceriklilikleri ve ağırbaşlılıkları ile onları etkilemek için olmadık yollara başvu­rabilirler.
  • Birçoğu, otoriteyi temsil eden kişilerin güvenini kazanma ve onların ona­yını görme arayışı içindedir; içinde bulundukları konumdan emin değillerse, yoğun bir kaygı yaşarlar.
  •  Bu davranışları astlarına karşı olan tutumlarına büyük ölçüde ters düşer. O zaman oldukça otokratik, kınayıcı ve kendilerini üstün gören bir tu­tum içinde olurlar.
  •  Bu kendini beğenmiş ve küçümseyici tavır, genellikle kurallar, yasal düzenlemeler perdesi arkasına gizlenir.
  •  Bu kişiler, kurallara ya da kendilerin­den daha üstün otoritelere sık sık başvurarak kendi agresif yönelimlerini haklı çı­karmaya çalışırlar.
  • Obsesif-kompulsifler, bilinçdışı dürtüleriyle, açığa vuran davranışları arasındaki çe­lişkiyi görmezden gelmek için çok çabalarlar. Bunu, kendilerini incelemekten kaçına­rak yaparlar. Dolayısıyla obsesif-kompulsifler, kendi dürtüleri ve duygularıyla ilgili ola­rak iç görüden yoksundurlar.
  • Obsesif-kompulsifler iyi birer “organizasyon adamıdırlar”, bu yüzden “bürokratik kişilik” iyi bir örneği olarak kabul edilebilirler.
  • Kendilerini vicdanlı, dürüst, diğerkâm (özgecil), sadık, vefalı, basiretli, sağgörülü ve sorumluluk duygusu taşıyan kişiler ola­rak görürler.
  • Bu kişiler, kurumsal otoritelerin ilkelerini isteyerek kabullenmekle kal­mazlar, aynı zamanda bu otoritelerin isteklerinin ve beklentilerinin de hep “doğru” olduğunu düşünürler.
  •  Obsesif-kompulsifler, getirilen kısıtlamalarla özdeşim kurarlar ve kendi baskılanmış dürtülerini denetim altında tutmak üzere bunları içselleştirirler ve yine bu kısıtlamaları başkalarının davranışlarını düzenlemek üzere birer ölçü ola­rak kullanırlar.
  •  Kurumsal otoriteleri büyük bir çaba ile savunmaları çoğu kez övülme­lerini sağlar ve destek görürler. Böyle ödüllendirilmeleri ise toplumsal kurallara körü körüne boyun eğme tutumlarını sürdürmelerine yol açar ve ahlâki yönden kendileri­ni başkalarından üstün görme eğilimlerini güçlendirir.
  • Başkalarıyla birlikte oldukları zaman kendi kendilerini yargılamalarında acımasız­dırlar. Ayrıca, başkalarına karşı sorumluluklarının olduğunu da söylerler.
  • Başkalarını düş kırıklığına uğratmamaları ve daha da önemlisi başkalarını gücendirecek davranış­larda bulunmamaları gerektiğiyle ilgili duygularını dile getirirler.
  •  Öte yandan obsesif- kompulsifler, belirli bir ideal doğrultusunda yaşayamadıkları için, kendileriyle ilgili bir güvensizlik ve suçluluk duygusu yaşarlar ve bunun da çoğu kez kendi ambivalanslarından kaynaklandığının farkında değildirler.
  • Çünkü, kendi, bilinçdışı otoriteye karşı gelme istekleri, onları toplumsal ülkülerine ulaşmaktan alıkoymaktadır.
  •  Kararsızlıkla­rını, öne çıkmadan önce bekliyor olma akıllılığı ile; yapılacakları sürüncemede bırak­malarını ise, yapacaklarının doğruluğundan emin olmadan önce bekliyor olma ya da yüksek standartları amaçlıyor olma ile mantığa büründürüyor olabilirler.
  • Bu tür bas­makalıp görüşlerin, obsesif-kompulsif kişilerin katı kurallara bilinçdışı olarak uymak istememe isteklerini gizlemekten öte bir anlamı yoktur.
  • Obsesif-kompulsifler “düşünmeksizin ve dürtüsel” davranan kişileri aşağı görür­ler; duygusal davranışı çiğlik ve sorumsuzluk olarak nitelendirirler.
  • Onlara göre insan­lar birtakım “nesnel” ölçülere göre değerlendirilmelidirler. Başkalarına gösterilen tepkiler “yerleşik” değerlere ve geleneklere uygun olmalıdır, “kişisel” yargılardan yo­la çıkılmamalıdır.
  • Ancak obsesif-kompulsiflerin hemen her zaman görmezden geldik­leri gerçek, kendilerinin bilinçdışı olarak nefret ettikleri kurallara başkalarının uyup uymadığına göre onları değerlendiriyor olmalarıdır.
  •  Oysa ki, bu kurallara gerçekten uyulması gerektiğine kendilerini inandırmak için başkalarına katı düzenlemeler geti­rirler.
  • Belki de ancak başkalarının isyankâr dürtülerine bir sınır getirmeyi başarabilir­lerse, kendi isyankâr dürtülerine bir sınır getirebilmiş olmanın güvenini yaşayabile­ceklerdir.
  • Obsesif-kompulsifler, aklı başında ve dengeli insanlar gibi görünüyorlarsa da, ya­şadıkları derin ambivalans ve yoğun iç çatışmaları dengelerini sürekli zorlamaktadır.
  •  Bu kişiler, dengelerini korumak zorunda oldukları gibi, yaşadıkları aykırı dürtülerin ve duyguların bilince çıkmasına ve davranış olarak açığa vurmasına karşı da kendilerini korumak zorundadırlar. Bunun için söz konusu bu bilinçdışı güçlerin açığa çıkması­na neden olabilecek olaylardan kaçınmak zorundadırlar.
  • Dengelerini bozabilecek dış olaylardan kaçınmaları yeterince zordur, ancak daha da zor olanı, kendi duygularını denetim altında tutmaları, yani kendi içlerinden gelen ve kaçamayacak oldukları dür­tülere bir sınır koymalarıdır. Bunlarla başa çıkabilmeleri için bunlar ya biçim değiştir­meli ya da tümüyle silinip gitmelidir.
  • Bilinç düzeyinde dayanılamayan bilinçdışı düşmanca duygular, çoğu kez yargıçlık, subaylık ya da cerrahlık gibi meslekler yoluyla toplumsal olarak kabul edilebilir yollara dökülerek ifade edilir. Katı bir biçimde ahlâka düşkünlük gösteren babalar ve “sevgi dolu” ancak çocukla­rını çok fazla denetim altında tutmaya çalışıp çabalayan anneler, aslında düşmanlık­larını örtme çabası içindedirler.
  • Birçok obsesif-kompulsif in, özellikle başkalarını kızdırabilecek durumlarda ortaya çıkan kendilerini sevdiren, “yağcı”, “dalkavukça” ve aşırı boyun eğici tutumları, gizli isyankâr dürtülerinin bir reaksiyon formasyonu (karşıt tepkisi) olabilir.
  •  Obsesif-kompulsifler, herhangi bir duruma gösterecekleri duy­gusal tepkilerinden de kendilerini yalıtırlar.
  • Stres doğurucu olaylara ilişkin duyguları­nı ya frenlerler ya da bunları yüksüzleştirirler, böylece başkalarınca kabul görmeye­cek tepkiler gösterme olasılığına karşı önlem almış olurlar.
  • Obsesif-kompulsifler oto­riteyi temsil eden kişilerin “buyurduklarına” karşı gelmiş olurlarsa ya da onların bek­lentilerini gerçekleştiremezlerse, yapmış olduklarını düşündükleri yanlışı “bozmak” için belirli birtakım törensel eylemler (ritüeller) yapmaya kalkışırlar. Böylece günah­larının kefaretini ödeme arayışı içine girerler.
  • Obsesif-kompulsiflerin davranışlarının gerisindeki başlıca itici güç, kabul görme­yeceklerine ilişkin korku duymaları ve yaptıklarının uygun görülmeyeceğine ve bun­lar için cezalandırılacaklarına ilişkin endişeler taşımalarıdır.
  • Verdikleri, beklentileri yüksek, mükemmelci ve kınayıcı ana baba öyküsünden yola çıkıldığında, korkularının nedeni daha da iyi anlaşılabilir.
  •  İs­yankâr ve öfke dolu duygularını açığa vuracaklarına ilişkin yaşadıkları endişeleri de, başkalarınca kabul görmeyeceklerine ilişkin korkularını daha da artırır.
  • Toplum önünde gösterdikleri davranışlarının gösterişçi ve içtenliksiz olduğunu belirli bir dü­zeyde algılarlar.
  • Dolayısıyla yaşadıkları kuruntular, başkalarına kendileriyle ilgili ne sundukları ile, bunların altında yatan düşman duygular arasındaki tutarsızlığı sürek­li çağrıştırıyor olabilir.
  •  Davranışları ne denli yetkin olursa olsun, kendilerini kanıtla­mak için ne denli çaba harcıyor olurlarsa olsunlar, içlerindeki ambians değişme­den kalır.
  •  Gerçek yüzlerinin anlaşılacağı olasılığına karşı her an tetikte olmaları gere­kir. “Gerçek” duyguları kolaylıkla açığa çıkabileceği için, kınanacak olma korkusunu da sürekli yaşarlar.
  • Davranışları kınanabilirliğin ötesindedir; çünkü yapmaları istenen görevleri ve kendilerinden beklenen yükümlülükleri yerine getirmede kılı kırk yaran bir tutum içindedirler.
  • Obsesif-kompulsifler, astlarıyla olan ilişkilerinde genellikle onlara karşı uzlaşmaz bir tutum izlerler ve onlardan beklentileri yüksek olur. Bunları, derinlerde yatan ye­tersizlik duygularından ötürü yaparlar. Ayrıca başkaları üzerinde sağladıkları güç düşmanca dürtülerini ifade etmek için iyi bir çıkış yolu sağlar. Başkaları onların ölçü­lerini tutturamazsa onları paylar ve kınarlar.
  • Obsesif-kompulsif kişilerle ilgili diğer önemli bir konu bu kişilerin mülkiyet ve sa­hiplikle ilgili tutumlarıdır.
  •  “Benim olan benimdir, senin olan senindir; sen benim sa­hip olduklarıma karışmadığın sürece, ben de senin sahip olduklarına karışmam” tu­tumu içindedirler.
  • Çocuklukları sırasında birçok özlemleri ve istekleri karşılanmamış olduğu için, o sırada sahip olduklarına sıkı sıkıya yapışıp, onları korumaya çalışırlar. Genelde cimri ve verici olmayan kişilerdir.
  • Obsesif-kompulsiflerin, sahip olduklarının güvenlik içinde olmasını ve kişisel mahremiyetlerinin olmasını istemelerinin daha derin ve çapraşık başka nedenleri de vardır.
  • Başkaları kendilerine karışacak olursa, saygınlık ve mülkiyet paravanasının arkasında pusuda bekleyen isyankâr dürtülerinin, hınç dolu ve cüretkâr duygularının açığa çıkarılabilecek olduğundan korkarlar.
  • Saygı görme ve saygı gösterme, bir çe­şit mesafeyi tutma biçimidir, böylece kendilerinden ve başkalarından gizlemek iste­diklerini gizleyebilirler.
  • Obsesif-kompulsif kişilik bozukluğunun yerleşik düşünceleri şunlardır: BEN, HEM KENDİMDEN, HEM DE BAŞKALARINDAN SORUMLUYUM.
  • İşlerin yapıldığını görmek için kendime güvenmeliyim. Başkaları çok savsak, işlerine gereken önemi vermiyorlar, işlerini boşluyorlar, çoğu zaman sorumsuzluk gösteriyorlar, yetersiz kalıyorlar ve kendi isteklerine öncelik tanıyorlar.
  • Her şeyin en iyisini yapmak önemlidir.
  • İşin doğru yapılabilmesi için bir düzene, yol, yönteme ve kurallara gerek du­yarım.
  • Yol, yöntemim olmasa her şey darmadağın olur. Gereği gibi yapılmayan bir iş felâketle sonuçlanabilir.
  • Her zaman en yüksek standartların tutturulması gerekir, yoksa her şey birbi­rine girer.
  • Duygularımı tam anlamıyla denetim altında tutmam gerekir. İnsanlar benim yol ve yöntemlerime göre işlerinin gereğini yerine getirmeli­dirler.

TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ?

Sıklıkla sıkıntılarının farkındadırlar ve tedavi arayışına girerler. Aşırı entellektüalizasyon eğilimleri ve duygularını ifade etmedeki güçlükleri yüzünden tedavi edilmesi güç hastalar olarak görülebilirlerse de psikoterapiye iyi yanıt verirler. Belirgin takıntı ve sıkıntılı dönemlerinde ilaç tedavileri önerilebilir.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist & Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 (242) 316 98 99

twitter/ Dr.SevilayZorlu

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ŞİZOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Bu kişiler başkalarına özlem duymadan tek başlarına bir yaşam sürerler. Tek bir etkinlik çerçevesinde kalırlar. Başkalarıyla olduklarında kendilerini rahat hissetmezler ve göz ilişkisi kurmazlar. Duygulanımları sınırlı ve yüzeyseldir. Başkalarının yanında gereksiz yere çok ciddi olabilirler, başkalarından korku duyabilirler ya da aldirmaz bir tutum sergileyebilirler. Olayların gülünç yanlarıyla hiç ilgilenmezler. Kısa yanıtlar verebilirler, kendiliğinden konuşmazlar, bazen acayip mecazlı anlatımları olur. Cansız nesnelerden ya da doğaötesi kurgulardan büyülenebilirler ya da matematik, astronomi ve felsefi akımlarla ilgilenebilirler. Genellikle çekingen bir yapıları vardır ve günlük yaşam olaylarına pek katılmazlar, başkalarıyla benzer kaygıları taşımazlar, başkalarına pek bir yakınlık duymazlar. Başkalarına gereksinmezler, ancak hayvanlara karşı büyük bir bağımlılıklan olabilir. Cinsellikleri salt düşlemleriyle sınırlıdır. Erkekler ge­nellikle bekâr kalirlar, kadınlar edilgin bir tutumla evlenmeye katlanabilirler. Kizgınlıklarını gösteremezler. Başkalarından gelen tehditlere ya düşsel olarak “her şeye yeter olma” (omnipotans) duygusuyla ya da karşısındakinin istediğini yapmaya razı olduğunu bildirerek tepki verirler.

Şizoidlerin karşılıklı alma-verme ilişkilerine katılmada gösterdikleri yetersizlik hemen farkedilir. Grup içi etkileşimlerde oldukça “kişiliksiz” ve “çevresel” kalirlar, ken­di anlam dünyalarındaki ugraşlarına dalmış gibi görünürler. Toplumsal etkinliklerde başkalarının arasına karışmalan bile onlar için zor olur. Başkalarıyla zorunlu ilişkilere girdikleri okul ya da işyeri gibi yerlerde toplumsal iletişimlerini “formalite gereği”, resmi ve kişisellikten yoksun olarak sürdürürler.

Yavaş ve tekdüze konuşurlar; dikkatsizlikten ya da kişilerarası iletişimin duygusal boyutlarını yakalayamamaktan ötürü konuşmaları çapraşıktır, belirsizlik gösterir ve ne demek istediklerinin anlaşılması zor olur. Davranışları uyuşuktur ve anlamlı el-kol hareketleri yoktur. Nadiren neşeli görünürler ve başkalarının duygularına yavaş tepki gösterirler, ancak amaçlı olarak kaba değildirler. Hemen her za­man yüzeysel ve degersiz konularla uğraşır dururlar. Sanki yalnızca kendi dünyalarında yaşıyorlarmış gibi başkalarından kolayca koparlar, “kendi hallerinde” yaşamayı yeğlerler. 

“Asosyal” kişiler her türlü uyarıya tepkisiz kalma egilimi gösterirler. Başkalarında öfke doğuracak, başkalarını eğlendirecek ya da onlann üzülmelerine yol açacak olaylara karşı sağır kalırlar. Çok seyrek olarak öfke, çökkünlük ya da kaygı duygularını ifade ederler. Apati ve duygusal tepkisizlik, şizoid sendromun başlıca belirtileridir. Ayrıca, genelde, gayret gösteren ve “canlı” kişiler degildirler. Gayret gösterecek olsalar bile, bunlar daha çok kitap okuma, televizyon seyretme, resim yapma, küçük onarımlarda bulunma ve tığ ya da örgü işi yapma gibi etkinliklerle sınırlı kalır.

Şizoid kişiler seyrek olarak iç gözlemde bulunurlar, çünkü derin duyguları yaşaya-mayan kişiler kendi kendilerini değerlendirmekten de pek doyum sağlayamazlar. Iç gözlemde bulunmuyor olmaları ile birlikte, içgörülerinin zayıf olması şizoid yapının başka bir özelliğinden kaynaklanir. Düşünceleri bulanık ve yoksuldur, olayların hep yüzeyinde kalırlar.

       Şizoidler, olayları birbirinden ayırt edeceklerine ve bunların ayrı tutulacak ve özellik gösteren yanlarını sezeceklerine, bunları birbirine karıştırma, bunların ilgisiz yanları üzerinde durma ve bunları darmadağınık bir biçimde algılama eğilimi gösterirler. Dolayısıyla kurdukları iletişim tarzı da “amorf” (şekilsiz, özelliksiz) bir yapı gösterir.

Şizoid kişiler, kendilerini düşünceli ve içedönük, yumuşak (eski bir deyişle mülâyim) kişiler olarak tanımlarlar. Çoğu, kendi halinden memnundur ve sürdürdüğü yaşam tarzını doyurucu bulur. Başkalarında gördükleri tutkulardan ve rekabetçi tutumdan uzak durmaktan hoşnutturlar. Kendilerini tanımlamalarında belirsizlik gösterirler ve yüzeysel kalırlar. Kendileri hakkinda “berrak” olamamalan, anlaşılmalarının zor oldugunu ya da kendilerini inkâr ettiklerini göstermez; daha çok, duygusal ve toplumsal olarak kendilerini dışavuramıyor olduklarını gösterir. Kişilerarası tutumlarında da, daha az belirsizlik gösteriyor ya da kendilerini daha kolay ifade ediyor degildir­ler. Şizoidler kendilerini çekingen ve “mesafeli” kimseler olarak görürler ve başkalarının kendilerini fazla ilgilendirmedigini bilirler.

Daha ilginci, başkalarının da kendilerine ve kendi gereksinmelerine karşı ilgisiz olma eğiliminde oldugunun farkinda olmalarıdir.

Şizoidlerin karmaşık bilinçdışı süreçleri yok gibidir. Yogun duyguları yaşamadıkları, kişilerarası ilişkilerde duyarsız kaldıkları, tepki gösterme ve eyleme geçme eşikleri hep yüksek kaldığı için olaylann pek etkisinde kalmazlar; dolayısıyla karmaşık intrapsişik (iç ruhsal) savunmalar kullanmalarına gerek kalmaz.

Şizoidler, her nasıl ki intrapsişik mekanizmaları geliştirememişlerse, aynı nedenlerle karmaşık kişilerarası baş etme yöntemlerini de öğrenememişlerdir. Tutkuları yoktur ve derin kişilerarası ilişkilere girmezler. Dolayısıyla bu tür ilişkiler sonucu zaman zaman ortaya çıkabilecek üzücü duygusal çatışmalardan uzak durabilirler. Şizoid kişiliğin ayırt ettirici özelliklerinden biri başkalarıyla baş etme yöntemlerinin azlığıdır. Başkalarıyla ilişkiye girip onlarla baş etme zorunda kalmaktansa, başkalarından uzak durmayı yeğlerler. Çekingen kişiligi olanlarda olduğu gibi, böyle davranma itkileri olduğu için değil, yalnızca böyle davranmakla kendilerini daha rahat hissettikleri için böyle davranırlar. Toplumsal koşullar kendilerini böyle davranmaktan alıkoyarlarsa iyice kendi dünyalarına kapanırlar. Toplumsal baskılar daha da artar ve süreklilik kazanırsa baş etme yöntemleri patolojik olmaya başlar ve “şizofrenik” sendromlar gibi patolojik birtakım bozukluklar sergileyebilirler.                

Şizoid kişilik bozukluğunun yerleşik düşünceleri şunlardır:

  • Başkalarının benim hakkımda ne düşündüğü hiç önemli değil.
  • Benim için özgür olmak ve başkalarından bağımsız olmak çok önemli.
  • Bir şeyi kendi başıma yapmak, başkalarıyla yapmaktan daha çok zevk veriyor.
  • Benim durumumda yalnız kalmak çok daha iyi.
  • Neye karar vermem gerektiği konusunda başkalarından etkilenmem.
  • Başkalarıyla yakın ilişkiler kurmak benim için önemli değildir.
  • Benim kendime özgü amaçlarım ve standartlarım var,
  • Benim özel yaşamım başkalarına yakın olmamdan çok daha önemli.
  • Başkalarının ne düşündüğü beni hiç ilgilendirmiyor.
  • Başkalarının yardımı olmadan, ben kendi başıma olayların üstesinden gelebi-lirim.
  • Başkalarına yapışıp kalmaktansa yalnız başına kalmak isterim.
  • Başkalarına güvenemem.
  • Ben işin içine karışmadıkça başkalarını kendi amaçlarım için kullanabilirim.
  • Ilişkiler karmakarışık ve insanın özgürlüğünü elinden alıyor.

Şizoid kişilik bozukluğuna özgü uyum bozukluğuna neden olan tepkileri en çok tetikleyen durum ya da olaylar yakın kişilerarası ilişkilerdir.

Şizoid kişilik bozukluğu olanlanrı davranışlannda uyuşukluk ve ilgisizlik görülür, bazen yadırganan davranışları olur. Konuşmaları yavaş ve tekdüzedir. Ne davranışlarında, ne de konuşmalarında doğaldırlar.

Toplumsal açıdan soğuk ve uzaktırlar ve tek başınalığı yeğlerler. Yaşamları daha çok tek bir uğraş çerçevesinde döner. Insan içine çıkmaktarı, topluma karışmaktan kaçıp tek başına yaşarlar. Başkalannın duygulanna ve davranışlanna seyrek tepki gösterirler. Toplum içinde geride kalmaya eğilim gösterirler. Takım çalışmasına katılmazlar. Toplumsal durumlara genelde uygun düşmeyen kişilerdir.

Düşünme ve iletişim süreçleri iç ve dış uyaranlarla kolaylıkla dağılır. Düşüncelerini derleyip toplamakta güçlük çekerler, düşünceleri belirsizlikier taşır. Konuşmaları konu dışı sapmalar gösterebilir. Içgörü yeteneğinden yoksundurlar. Kişilerarası ilişkilerin önemli yönlerini dile getiremezler. Amaçları belirsizlikier taşır ve kararsız gibi görünürler.

Duygusal dünyalarında, gülmeyi, eğlenmeyi bilmeyen, soğuk, ilgisiz, uzak ve duygudan yoksun kişiler olarak görünürler. Övülme ya da eleştirilmeye karşı duyarsız gi­bi görünürler ve doğal davranamazlar. Başkalarıyla yakın ilişki kurmakta güçlük çe-kerler, çevrelerindeki insanları anlayamazlar. Duygusal katılımlan sınırlıdır.

Kendilerini kendine yeterli olarak görürlerken, başkalarını duygusal açıdan tepkisiz olarak değerlendirdikleri için arkadaşlık kurma gereksinimi duymazlar ve başkalarıyla ilişkiye girmezler.Kendilerine bakışları şöyledir: Ben çevresine ters düşen bir insanım, bu yüzden kimseye gereksinimim yok.” “Hiçbir şeyle ilgili değilim. Dünyaya bakışları ise şöyledir: Yaşam zor ve zarar verici olabiliyor. Hiç kimseye güvenmemeii ve başkalarından uzak durmalı, böylece insan kendini korumalı…Şizoid kişilik bozukluğu olan kişiler, kendilerini yalnız, ancak kendine yeterli kişiler olarak görürler, başkalarını ise işlerine zorla karışan kişiler olarak görürler. “Davranış özgürlüğümü kısıtladığı için başkalarıyla ilişkiye girmemeliyim” düşüncesi içindedirler.Şizoid kişilik bozukluğunun önde gelen belirtisi yakın kişilerarası ilişkilerden uzak durmaları ve bundan hoşlanmamalarıdır.

Şizoid kişilik biçimi ve bozukluğu arasındaki ayrımlar şunlardır:

Biçim: Arkadaşlığa çok az gereksinirler, yalnız başına olmaktan mutludurlar.

Bozukluk: Yakın lişkilere girmeyi ne isterler, ne de bundan hoşlanırlar. Birinci derecede akrabalarının dışında yakın arkadaşları ya da sırdaşları yoktur (ya da ancak böyle bir kişi vardır).

Biçim: Başkalarıyla pek etkileşime girmezler.

Bozukluk: Hemen her zaman tek bir uğraşları vardır.

Biçim: Duygulanımlarında iniş çıkışlar pek görülmez. Serinkanlı, sakin, telaşa kapılmayan ve duygularını seyrek gösteren kişilerdir.

Bozukluk: Ofkelenme ya da hoşlanma gibi güçlü duyguları hemen hiç göstermezler.

Biçim: Cirısel gereksinimlerine göre davrandıkları pek görülmez. Cinsellikten hoşlansalar bile bundan yoksun kaldıklarında rahatsız olmazlar.

Bozukluk: Başka bir kişiyle cinsel deneyim yaşama istekleri olsa bile dolayh olarak buna karşı koyarlar.

Biçim: Övgü ya da eleştiriden pek etkilenmezler.

Bozukluk: Övgü ve eleştiriye karşı aldırışsız bir tutum sergilerler. Duygusal iniş çıkışları ve duygusal katılımları çok düşüktür.

           Şizoid kişilik bozukluğunun başlıca özelliği sürekli, toplumsal ilişkilerden kopma ve başkalarıyla birlikte olunan ortamlarda duyguların anlatımında kısıtlı kalma örün-tüsüdür. Bu örüntü genç erişkinlikte başlar ve değişik koşullarda ortaya çıkar. Şizoid kişilik bozukluğu olan kişiler, yakınlık kurma isteğinden yoksun görünürler, yakın ilişkilerin doğabileceği durumlarda ilgisiz kahrlar ve ailenin ve herhangi bir top­lumsal grubun bir parçası olmaktan doyum sağhyor gibi görünmezler. Başka insanlarla birlikte olmak yerine zamanlannı kendi başlanna geçirmeyi yeğlerler. Çoğu za­man toplumdan uzak yaşayan ya da yalnızlığı seven her zaman başkalarıyla etkileşimi gerektirmeyecek tek bir etkinlik ya da hobiyIe uğraşırlar. Bilgisayar ya da matematik oyunları gibi mekanik ya da soyut işleri yeğlerler. Başka biriyle cinsel deneyim yaşamaya karşı çok az ilgileri olabilir ve alsalar bile çok az etkinlikten zevk alirlar. Güneş batarken deniz kenannda yürüme ya da cinsel bir eylemde bulunma gibi duygusal, bedensel ya da kişilerarası yaşantılardan genelde pek zevk almazlar. Birinci derecede akrabalan dışında yakın arkadaşları ya da sırdaşları yoktur.

Şizoid kişilik bozukluğu olan kişiler, başkalarının övgü ya da eleştirilerine karşı

Çoğu zaman  ilgisiz görünürler ve başkalannın kendileri hakkında ne düşünebileceğinden rahatsız oluyor gibi görünmezler. Toplumsal etkileşimin olağan inceliklerinden habersiz olabilirler ve toplumsal gereklere çoğu zaman uygun bir biçimde karşılık vernezler, dolayısıyla toplumsal becerilerden yoksun ya da yüzeyel ve kendi içine gömülmüş kişiler olarak görülürler. Görünür bir duygusal tepkisellikleri olmadığı genellikle “doruk” bir dış görünüm sergilerler ve gülümseme ve baş sallama gibi davranışlar  ya da yüz ifadeleri ile nadiren karşılık verirler. Öfkelenme ya

da neşelenme gibi güçlü duyguları nadiren yaşadıklarını söylerler. Genellikle duygulanımları kısıtlıdır ve soğuk ve uzak görünürler. Geçici olarak bile olsa, kendilerini açığa vurma konusunda, kendilerini rahat hissettikleri çok olağandışı durumlarda,özellikle toplumsal etkileşimleriyle ilgili olmak üzere rahatsızlık veren duygula rını söyleyebilirler. şizoid kişilik bozukluğu olan kişiler, dogrudan kışkırtılsalar

bile öfkelerini dışavurmada özel bir zorluk yaşayabilirler, bu da duygudan yoksun olduklan izlenimini attırır.Yaşamları herhangi bir amaca yönelikmiş gibi görünmeyebilir ve     amaçlarında nereye  çekilirlerse oraya sürükleniyorlarmış gibi görünebilirler. Bu kişiler, istemedikleri  koşullara çoğu zaman edilgin bir biçimde tepki gösterirler ve önemli yaşam.olaylarına uygun bir biçimde karşılık vermekte zorluk çekerler. Toplumsal becerilerinden  yoksun olmalarından ve cinsel deneyim yaşama isteklerinin yoklugundan ötürü böyle bir bozukluğu olan kişilerin çok az arkadaşları vardır, çok seyrek olarak karşı cinsten biriyle çıkarlar ve çoğunlukla evlenmezler. Özellikle kişilerarası bir katılım gerekiyorsa mesleki işlevsellik bozulmuş olabilir, ancak böyle bir bozukluğu olan kişiler insanlardan kopuk işlerde çalışırlarsa işlerini iyi yapabilirler. Özellikle strese tepki olarak bu kişiler çok kısa psikotik dönemler yaşayabilirler (dakikalar-saatler boyu süren).

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

PARANOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU

                           

Paranoid kişilik bozukluğu olan kişiler, sürekli olarak başkalarının kötü niyetli olduğunu düşünürler.

Kuşkucudurlar ve başkalarına güvenmezler, sürekli olarak tetikte dururlar

Genellikle düşmancıl duygular taşırlar, huzursuzdurlar ve kızgınlık içindedirler. Bir inanca, bir düşünceye aşırı ölçüde bağlanıp ondan başkasını düşünemeyen bağnaz kişilerdir, “hakka ve hukuka aykırı” davranışların peşindedirler, patolojik derecede kıskanç birer eştirler, sürekli dava açan sabit düşünceli insanlardır.

Bu kişiler sır vermekten çekinirler. Kendilerine yapılan davranışların “gizli anlam“larını görürler, başkalarına diş bilerler ve kin beslerler, her an karşı saldırıda bulunmaya hazırdırlar.

Resmi bir tarzları vardır ve gergin dururlar, bir türlü gevşeyemezler. Sürekli olarak çevrelerini tararlar ve insanları tartarlar.

 Genellikle eğlenceli kişiler değildirler,”ciddi” bir tavır içindedirler.

Oldukça önyargılı olabilirler. Referans düşünceleri (çevresinde olan bitenlerin kendisiyle ilgili olduğu düşüncesine kapılma) olabilir ve başkalarını alçaltıcı ya da tehdit kaynağı olarak görürler.

Başkalarının kendi­lerine olan bağlılığından kuşku duyarlar, hep başkalarının güvenilir olup olmadığını sorgularlar.

Oldukça mesafelidirler, başkalarına yakınlık ve sıcaklık duymazlar.

Zaman zaman, çok akılcı ve nesnel davranmakla övünürler.

Güç sahibi olmaya ve kişilerin derecelerine aşırı önem verirler ve zayıf, yetersiz, “hastalıklı” ya da eksikliği olan kişilere tepeden bakarlar, onları hor görürler.

Iş yönelimli ve etkin kişiler gibi görünürlerse de, genellikle başkalarında korku yaratırlar ve başkalarıyla çatışma içinde olurlar.

Tehlikeyle karşılaşsınlar ya da karşılaşmasınlar, her zaman belirli bir düzeyde bir hazırlık durumunu korurlar, bir saldırı ya da ters düşme olasılığına karşı sürekli uyanık dururlar.

Sinirli, alıngan, huzursuz bir gerginlik içindedirler, en ufak bir saldırıya bile karşı koymaya hazırlıklı, savunucu bir tutum sergilerler. Katı özdenetimleri hiç azalmayacak gibidir, bir türlü gevşeyemezler.

      Paranoidlerin deneyimleri, kimseye güvenmemelerini ve kendilerine ihanet edilmesinden ya da kötü davranılmasından korkmalarını çoğu zaman haklı çıkartır.  

Söz konusu tehdit kaynaklarına karşı koymak için, kendilerini başkalarından uzak tutmayı, güçlü ve uyanık durmayı öğrenmişlerdir. Bunları, yalnızca korunmak için değil, olası saldırganlardan öç almak ve onlar karşısında bir zafer kazanmak için de yaparlar.

Güvenliklerini sağlama adına, kararlarından geri dönmemek için olmadık şeylere katlanırlar, başkalarını denetimleri altında tutmak için yeni ve üstün birtakım güçler geliştirmeye çalışırlar. Sevecen ve sevgi dolu yaklaşımlara karşı duyarsız kalmaktır. Başkalarının acı çekmelerine karşı sert, kırıcı, katı kalpli olurlar ve duyarsız kalırlar.

Gözyaşlarına bağışık olduklarını söylerler. Böyle yaparak “tuzaga düşürülmek“ten, aldatılmaktan, kandırılmaktan ve başkalarına boyun eğmekten kendilerini koruduklarını  düşünürler. Umursamazlık, aldırış etmezlik, katı, duygusuz ve duyarsiz olmak pa­ranoidler için zor değildir. Böyle davranmak, yalnizca kandırılmaya karşı kendile­rini korumaya yönelik bir savunma yaklaşımı değildir, içerlemelerini ve kızgınlıklarını dışavurmanın da bir yoludur.

Gerçekler önyargılarını çok az değiştirir. Çelişkileri görmezden gelirler ve beklentilerini karşılamak üzere önemsiz ve ilgisiz birtakım verilere sarılırlar. Daha da kötüsü başkalarını da beklentilerine uygun bir biçimde davranmaya iten bir havaya sokmalarıdır. “Arkadaşları”nın doğruluktan ayrılıp ayrılmadığını, işlerinde, sözlerinde ve davranışlarında doğru olup olmadıklarını sürekli olarak sorguladıktan ve onların yüzüne gülerek kandırdıktan ve gözlerini korkutarak sindirip yıldırdıktan sonra herkesi çileden çıkartırlar, sinirlendirir ve kızdırırlar.

Paranoidlerin kuşkularını ve güvensizliklerini başkalarıyla paylaşmada gösterdikleri isteksizlik onları yalnızlığa iter, dolayısıyla kuşkularına sınır koymalarını sağlayacak gerçeklerden uzak kalırlar.

Ken­di başarısızlıklarını yadsıyarak bunları başkalarına yansıtırlar ve onlara yüklerler. Başkalarının, çok sıradan olabilecek, önemsiz bir yetersizliklerini bulup çıkarma konusunda büyük bir becerileri vardır. Küçümseme alışkanlığı edindikleri kişilerin en ufak kusurlarını abartırlar, dolaylı ve dolaysız olarak bunların üzerinde dururlar.

Kıskançlıkları ve düşmancıl duyguları seyrek olarak yatışır. Alıngan ve huzursuzdurlar, onları sorgulayan, tutum ve davranışlarıyla onları kızdıran kişilere hakaretler yağdırmaya ve onları küçümsemeye hazırdırlar.

PARANOID KİŞİLİK BOZUKLUĞUNUN YERLEŞİK DÜŞÜNCELERİ

  • Başka insanlara güven duyamam.
  • Başka insanların gizledikleri birtakım amaçları var.
  • Dikkat etmezsem başkaları beni kullanacak ya da istedikleri gibi yönlendirecek.
  • Her an tetikte olmalıyım.
  • Başkalarına güvenmek çok tehlikelidir.
  • İnsanlar arkadaşça davranıyorlarsa beni kendi çıkarlarına kullanmak, beni sömürmek ya da benden yararlanmak istiyorlardır.
  • Şans versem, insanlar her türlü fırsattan yararlanırlar.
  • Çoğu zaman insanlar içten davranmıyorlar, arkadaşlığa yakışmayan bir tutum içindeler.
  • İnsanlar beni aşağılamaya çalışıyorlar.
  • Insanlar beni isteyerek kızdırmaya çalışıyorlar.
  • Başkaları bana kötü davranabileceklerini düşünmeye başlarsa bu beni çok zora sokar.
  • Insanlar benim hakkımda bir şey öğrenseler, bunu hemen bana karşı kullanırlar.
  • Insanlar bir şey söylüyor, başka bir şey demek istiyor.
  • Yakın olduğum kişi içten bağlılığı olmayan, sadakatsiz ve güvenilmez biri olabilir

      Kendilerine bakış açıları şöyledir: Ben çok özel ve değişik bir insanım. Yalnız bir insanım ve hiç kimse beni sevmiyor, çünkü ben başkalarından daha iyiyim.” Dünyaya bakış açıları da şöyledir: “Yaşam adil değil, öngörülemezliklerle dolu ve bizden çok şey bekliyor. Sessizce yaklaşıp zarar verebilir. Bu yüzden sakıngan, önlemli, uyanık ve tetikte davranmak, olası saldırılara hemen karşı koymak ve hiç kimseye güvenmemek gerekir; en iyisi başkalarını suçlamak…”

Yeterli bir temele dayanmaksızın, başkalarının kendilerini sömürdüğünden, ken­dilerini aldattiğından ve kendilerine zarar verdiğinden kuşkulanmaları en önde gelen özellikleridir.

Sözgelimi böyle bir bozukluğu olan bir kişi, bir tezgâhtarın bilmeden yaptığı bir hatasını, eksik para vermek için isteyerek yaptıgı bir girişim olarak yanlış yorumlar ya da aynı işyerinde çalışan bir arkadaşının rasgele takılmasını kişiliğine bir saldırı olarak görür.

 lltifatlar çogu zaman yanlış yorumlanır (yeni aldığı bir şey için yapılan iltifat, bencillik yapmasinin eleştirilmesi olarak yanlış yorumlanır; bir başarısı üzerine yapılan iltifat, daha iyi ve daha fazla yapabilecegine ilişkin bir zorlama olarak yanlış yorumlanır).

Yardım etme önerisini, kendi başlarına yeterince iyi yapamadıklarına ilişkin bir eleştiri olarak görebilirler.

Paranoid kişilik bozukluğu olanlar, kendilerini doğru ve düzgün kişiler olarak görürler ve başkalarının kendilerine yanlış ve kötü davrandıgını düşünürler. Başkalarını, işlerine karışan, yollarına çıkan, “namussuz“, dönek, başkalarını kendi amaçları doğrultusunda yönlendiren, ayrımcı kişiler olarak görürler.

Başkalarının davranışlarına hep kötü niyet yükleme bu kişilerin önde gelen özellikleridir. Kendiliğinden ortaya çıkan düşünceleri şunlardır:

 “Diğer insanlara güvenilmez”; “Insanlar doğaları gereği aldatıcıdırlar”; “Birileri arkadaşça davranıyorsa, çıkarı için davranıyordur”; “Birileri uzak davranıyorsa, bu onun bir arkadaş olamayacağını gösterir”.

 Paranoid kişilik bozukluğu olan kişilerin başlıca düşünce çarpıtmaları“ya hep ya da hiç biçiminde düşünme“, “seçici algılama ve aşırı genelleme”dir.

PARANOID KİŞİLİK BİÇİMİ VE BOZUKLUGU ARASINDAKİ AYRIMLAR

  • Biçim: Karar verirken kendine güvenir.
  • Bozukluk: Başkalarına güvenmek istemez, çünkü verdiği bilgilerin kendisine karşı kullanılacagından korkar.
  • Biçim: iyi birer dinleyici ve gözlemcidirler, karşısındakilerin konuşmalarının altında yatan anlamı ayırt edebilirler.
  • Bozukluk: Sıradan davranışları gizli anlamlarının oldugu biçiminde yorumlarlar.
  • Biçim: Eleştirileri oldukça önemserler.
  • Bozukluk: Kendilerine karşı yapılanları bağışlayamazlar ve kin beslerler.
  • Biçim: Sağlam, güçlü ve içten bağlılıga özel önem verirler, bunun öyle kolay, kendiliğin-den kazanılamayacağını düşünürler.
  • Bozukluk: Eşinin, arkadaşlarının ya da ortak çalışma arkadaşlarının içten bağlılıklarını gereksiz yere sorgularlar.
  • Biçim: İnsanlarla ilişkiye girerken uyanık davranırlar, ilişkiye girmeden önce onları enine boyuna tartarlar.
  • Bozukluk: Başkalarının kendilerini kullanacağını ve başkalarından zarar göreceklerini beklerler.
  • Biçim: Denetimi elden bırakmadan ve saldırganlaşmadan kendilerini ortaya koyabilirler.
  • Bozukluk: Kolaylıkla aşağılanmış hissederler, öfke ve karşısaldırı ile tepki vermeye hazırdırlar.

  Paranoid kişilik bozukluğu olan kişiler genelde geçinmesi zor kişilerdir ve yakın ilişkilerinde çoğu zaman sorunlar yaşarlar. Aşırı kuşkuculukları ve düşmancıl duyguları, açıkça tartışmacı, durmadan yakınıcı ya da düşmanca duygular içinde, sessiz bir biçimde mesafeli durma tutumlarıyla kendisini gösterebilir. Yansız, akılcı ve duygulardan arınmış gibi görünebilirlerse de daha büyük bir sıklıkla düşmancıl ve direngen olurlar ve daha çok alaycı ifadelerin bulundugu oynak bir duygulanım sergilerler. Kavgacı ve kuşkucu nitelikleri, başkalarında düşmanca tepkiler doğurur, bu da asıl beklentilerini doğru çıkartır.

  Dünyayı basite indirgeyen formüller geliştirerek çoğu zaman, belirsizlik taşıyan durumlardan sakınırlar. “Fanatikler” olarak algılanabilirler ve paranoid inanç sistemlerini paylaşan başka insanlarla birbirine sıkı sıkıya bağlanmış “mezhepler” ya da gruplar oluşturabilirler.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

HİSTRİONİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

                 

            Histrionik kişilik bozukluğu, çok değişik koşullar altında ortaya çıkan, aşırı bir duygusallık ve dikkati çekme isteği ile belirli bir bozukluktur. Bu kategori için 1980’den önce ‘’ histerik kişilik ‘’ terimi kullanılırdı.

  1. Aşağıdakilerden beşinin ( ya da daha fazlasının ) olması ile belirli, genç erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, aşırı bir duygusallık ve ilgilenilme arayışı gösteren sürekli bir örüntü:
  2. İlgi odağı olmadığı durumlarda rahatsız olur.
  3. Başkalarıyla olan etkileşimi çoğu zaman uygunsuz bir biçimde cinsel yönden ayartıcı ya da baştan çıkartıcı davranışlarla belirlidir.
  4. Hızlı değişen ve yüzeysel kalan duygular sergiler.
  5. İlgiyi üzerine çekmek için sürekli olarak fizik görünümünü kullanır.
  6. Aşırı bir düzeyde başkalarını
  7. Gösteriş yapar, yapmacık davranır ve duygularını aşırı bir abartma ile gösterir
  8. Telkine yatkındır, yani başkalarından ya da olaylardan kolay etkilenir.
  9. İlişkilerin olduğundan daha yakın olması gerektiğini düşünür. 

KLİNİK ÖZELLİKLER 

  • Başkalarının ilgi ve dikkatinin hep kendi üzerlerinde olmasını isteyen aşırı duygusal insanlardır.
    • Sürekli çevresindekilerin yaptıklarını onaylamasını, kendisini övmesini, güzel bulmasını ve beğenmesini ister.
    • Tüm davranışları, övgü almak ve beğeni toplamaya yöneliktir. Bu nedenle histrioniklerin jest, mimik ve konuşmaları canlı, dramatik ve abartılıdır. ( ‘’ teatralizim’’). Sanki bir tiyatro sahnesinde rol yapan bir oyuncu gibidir. Dışarıdan, hastanın kendi gibi davranmadığı ve ‘’ rol ‘’ yaptığı izlenimini alınabilir.
    • İlgi çekmek için söylediklerini abartır ya da uydurma hikayeler anlatır. Herkesin duyabileceği şekilde yüksek sesle konuşur.
    • Durmadan kendi başından geçenleri anlatıp herkesi dinlemeye zorlar.
    • İlgi odağı olmadığı durumlarda rahatsız olur.Bu nedenle bazı kadın hastalarda uygunsuz bir erotik görünüm ya da davranış görülebilir. Hasta koyu makyaj, açık giyim ve erotik tavırlarla bakışları üstünde toplamaya çalışabilir. Ama bu da genellikle yüzeyeldir.
    • İstediği, cinsellikten çok ilgi görmektir. Bu davranış, özellikle hastanın yakınlarını zor durumda bırakabilir.Cinsel açıdan bir bölümü soğuk, bir bölümü normaldir. Bir bölümü de gelişi güzel cinsel ilişkiler kurar.
    • Güzelliğine ve dış görümüne aşırı önem verir. Parasının ve zamanın önemli bir bölümünü, güzel giyinmeye,  süslenmeye ya da boyanmaya ayırır.
    • Yaşlandığı kabullenmek istemez, güzelliğini kaybediyor olmak onu çok üzer.
    • İnsanlarla çok kolay ahbap olur. Dışarıdan ilk bakışta çok sıcak kanlı ve çekici izlenimi verir.
    • Çok güçlü duygusal tepkiler gösterirler. En küçük bir nedenle herkesin içinde ağlama, aşırı neşe gösterileri, az tanıdığı insanlara bile hararetle sarılma gibi davranışları sıktır.
    • Duygularını abarttığı izlenimini alınır. Ayrıca bu duygusal tepkileri de hızla değişir ( affektif labilite) . Örneğin, küçük bir nedenle ağlar, fakat daha gözyaşları kurumadan gülmeye başlayabilir.
    • Küçük bir duygusal olay karşısında kontrol edilmeyen sinir krizleri ya da dissosiyatif bayılmalar görülebilir.
    • Yalnızca düşünce ve davranış biçimi değil, jestleri ilgileri, konuşmanın biçim ve içeriği de yaşının gerektirdiği olgunlukta değildir ( ‘’ püerilizm ‘’). Örneğin, 35 yaşında kadın hasta, 15 yaşındaki liseli kızlar gibi giyinebilir. Ya da istediklerinin mantıksızca, hemen gerçekleşmesini ister, beklemeye dayanamaz.    
    • Bencildir, insanlarla olgun ilişkiler kuramaz bunların entelektüel ve teknik konularla ilgileri azdır, buna karşılık sanatsal konulara daha yatkındırlar.
    • Hayal güçleri geniştir, ancak ayakları pek yere basmaz. Bu nedenle konuşmaları aşırı izlenimci, fakat gerçekçi ayrıntılardan yoksun olabilir.Bir hasta evini tarif etmenini istendiğinde, ‘’ evimiz çok ferahtır’’ şeklinde bir yanıt verebilir.
    • Başkalarının kolay etkisi altında kalır. Telkine yatkındırlar, insanlara kolay inanırlar bu nedenle telkin tedavilerinden yararlanırlar. Kolay hipnotize edilirler. Şarlatan medyumlara ya da sahte peygamberlere daha kolay kapılabilirler. Beden sağlığı ile ilgili yakınmalar çok görülür. Bunlar sık sık, iyi tanımlanamayan ağrılar, zayıflık, baş ağrısı ya da halsizlik gibi yakınmalarla hekime başvururlar.
    • Kolay hayal kırıklığı nedeniyle intihar girişimleri oldukça sık görülür. Fakat üste eklenmiş başka bir hastalık (majör depresyon gibi )yoksa, genellikle ciddi yöntemleri pek kullanmazlar. Öldürücü olmayan dozda ilaç almak, herkesin gözü önünde kendini asmaya kalkmak gibi.
    • Bazı ağır vakalarda intihar girişimleri, ilgi çekmenin başlıca yöntemi olabilir. Ancak her intihar girişiminin manüplatif olduğunu düşünmek yanlıştır. Hekim, intihar girişimini ciddi bulmadığını hastaya sezdirirse, daha ciddi bir yöntem deneyebilir.
    • Hassas yapıları nedeniyle, sağlıklı insanlara kıyasla daha kolay depresyon geliştirirler.

                        NEDENLERİ

            Hastanın ailesinde aynı bozukluğu taşıyanların sıklığının genel popülasyondan daha fazla olduğu ileri sürülmüştür. Ancak bu hastaların çocuklarında daha çok yoksunluk ve travma yaşamış oldukları görüşü yaygın kabul görür.

                        SIKLIK

            Genel popülasyonda % 2-3, psikiyatrik hastalığı olanlar arasında % 10-15 oranında olduğu tahmin edilmektedir.

            Kadınlarda daha fazla görülür, fakat erkek hastalar da çoktur. Ölçütlerin kadınsı özelliklere aşırı vurgu yapması nedeniyle, kadınların daha çok tanı aldığı ileri sürülmüştür. Yapılandırılmış görüşmelerle yapılan bazı tarama çalışmaları, erkek hastaların kadınlardan daha az olmadığını göstermiştir. Bunlar erkeksi özelliklerini abartarak dikkati çekmeye çalışırlar borderline kişilik bozukluğundan sonra hekime en fazla işi düşen kişilik bozukluğudur. Borderline ve narsisistik kişilik bozuklukları ile birarada bulunabilir.

 TEDAVİ

Sıklıkla ve değişik nedenlerle hekime başvurur ve tedavi olmak isterler. Eşlik eden diğer hastalıklar kendi yöntemleriyle sağaltılmalıdır. İlaç tedavisi, kötüye kullanım olasılığı akılda tutularak kısa tutulmalıdır. Bazen de hasta kendi kişilik özelliklerinden memnun değildir. Motive ve telkine yatkın oldukları için hekim- hasta ilişkisinin bağımlı ve çocuksu niteliği üzerinde baştan durmak koşuluyla, dinamik yönelimli bireysel psikoterapiden yararlanabilirler.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

NARSİSİSTİK(BENMERKEZCİL) KİŞİLİK BOZUKLUĞU

            “Narsisus su perilerinin gözdesi, kusursuz güzellikte bir genç adamdı.Ama o perilere hiç ilgi göstermedi.

            Ona çok tutkun olan Eko isimli bir su perisi birgün ona yaklaşır ve sert bir şekilde reddedilir. Olayın ardından utancından ve kederinden yıkılan Eko geride yalnızca yankılanan sesini bırakarak  yok olup gider.

            Eko’ nun intikamının alınmasını isteyen su perilerinin bu talebi karşısında Tanrılar Narsisus’un da karşılıksız aşk yaşayarak cezalandırılmasına karar verirler.

            Birgün dağdaki berrak su birikintisine bakan Narsisus orada kendi yansımasını görür. Ve suda yaşayan çok güzel bir ruhla karşılaştığı sanısıyla anında ona aşık olur. Suyun üzerinde kendine bakan ama hiçbir karşılık vermeyen ve onu kucaklamak için suya her dokunuşunda kaybolan bu imgeden kendisini ayıramaz, sonunda düşerek boğulur ve ölür.” (Eski Yunan mitolojisinden bir hikaye)

            Narsisizm ( özsevi, kendini sevmek) “ kötü bir şey “ değildir. Narsisizm ruhsal sağlık için gereklidir.  Psikolojik dengemiz için cinsellik, agresyon ve korku kadar normaldir. Bir insan yaşamla daha kolay başa çıkabilmek için kendini “ölçüyü kaçırmadan” sevebilmeli ve yeterli bir kendilik değeri duygusunu sürdürebilmelidir. 

            NASIL TANI KONULUR?

            Kendilerinin cok onemli, vazgecilemez olduklari seklinde bir dusunce icerikleri vardir. Halk arasinda “Buyuk daglari ben yarattim” denen tavirlar icindedirler, Narsisistik kişilik bozukluğu, yaygın bir üstünlük ve önemli olma duygusu, beğenilme gereksinimi ve empati yapamama ile belirli bir bozukluktur.

  1. Aşağıdakilerden üçünün ya da daha fazlasının olması ile belirlidir, genç erişkinlik döneminde başlar ve değişik koşullar altında ortaya çıkar; sürekli bir örüntüdür.
  2. Kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşır (örneğin, başarılarını ve yeteneklerini abartır, yeterli bir başarı göstermeksizin üstün bir olarak bilinmeyi bekler.
  3. Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ya da kusursuz sevgi düşlemleri ile meşguldur.
  4. ’Özel’’ve eşi bulunmaz biri olduğuna ve ancak başka özel ya da toplumsal durumu üstün kişilerin ( ya da kurumların ) kendisini anlayabileceğine ya da ancak onlarla arkadaşlık etmesi gerektiğine inanır.
  5. Çok beğenilmek ister.
  6. Hak kazandığı duygusu vardır: kendisinin özellikle kayırılacak olduğu bir tedavi biçiminin uygulanacağı beklentileri ya da bu beklentilere göre uyum gösterme.
  7. Kişiler arası ilşkileri kendi çıkarı için kullanır: kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır.
  8. Epmati yapamaz: Başkalarına duygularını ve gerksinimlerini tanıyıp tanımlama konusunda isteksizdir.
  9. Çoğu zaman başkalarını kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır.
  10. Küstah, kendisini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler. 

KLİNİK ÖZELLİKLERİ

*Kendilerini çok üstün ve önemli gören insanlardır. Kendisinin, olduğundan daha yetenekli, başarılı, güzel ya da zeki olduğuna inanır.

*Genç erişkinlik döneminde başlar ve çok değişik koşullar altında ortaya çıkar.

*Başkalarından farklı, özel bir insan olduğu, özel bir muamele görmesi gerektiği inancındadır.

 *Aşk ilişkilerinde, sevgiliyi bir nesne gibi görür, karşılık vermeyi düşünmez. Onu kendi narsisistik inançlarını pekiştirecek bir araç olarak kullanır.

*Herkesin kendisine aşık olduğunu, insanların onun için kavga ettiğini ya da büyük başarılar elde ettiğini hayal eder. Başkalarının kendilerine ilgi göstermesini ve iltifat etmesini isterler. Bunun hakkı olduğunu düşünür ve çok zaman açıkça talep eder.

 Sokakta karşılaştığı bir tanıdığına “bugün çok güzelsin demek yokmu?” diyebilir.

*Başkalarının da kendisine önem vermesini bekler. Başkalarını kendi işleri ve keyfi için köle gibi kullanabilir,

*Yakın çevrelerini üst düzey ya da kendilerini pohpohlayacak kişilerden seçerler (en güzel, en tanınmış kişiyle görünmek, arkadaşlık etmek, bu amaçla o tür kişilerin bulunduğu sosyal kulüp, derneklere girip, faaliyetlerde bulunmak,gibi)  
*Daima bir kurumun en yetkilisi ( başhekim, profesör, müdür, komutan, işveren vs.) gibi en yetkili ile iletişime geçip,  diğerlerinin fikirlerine aldırmazlar.

*Her şeye hakkı olduğunu düşünür. Kurallar onun için değil, sıradan insanlar için konmuştur.

          Bütün insanlar kuyrukta beklerken, herkesin gözü önünde ve gayet doğal bir tavırla kuyruğun başına gidip işini görmeye kalkabilir. Başkaları itiraz edip kızınca da şaşırıp kızabilir. Hastanede yatan bir hasta, hekimin acil hastaları bırakıp hemen kendisi ile ilgilenmesini isteyebilir. İsteği yapılmayınca da kızıp hakaretler yağdırabilir.

*Meslek yaşamında, okul ya da yarışmalarda çok büyük başarılar elde etme peşindedir. Sırf başarılı olmak uğruna dürüst olmayan yollara sapabilir. Bir yerde birinci değil de ikinci olursa, bunu bir yenilgi olarak algılayabilir.

*Kişiler arası ilişkilerinde istismarcıdır. İnsanlara tepeden bakar.

*Narsisistik kişiler, kendi sorunlarının biricik olduğunu, ancak özel insanlar tarafından anlaşılabileceğine inanırlar.

          Durmadan, önemli insanların, örneğin siyasi liderlerin, spor ya da sinema yıldızlarının yanına patavatsızca sokulup, onlara arkadaş olmaya kalkabilir. Kendisine arkadaş olarak böyle insanları laik görebilir, onların da kendisini tanımaktan çok memnun olacaklarını düşünebilir

*Eleştiriye çok duyarlıdır. İnsanların kendi hakkındaki düşüncelerine çok önem verir. İnsanlar beklediği biçimde davranmazsa, onu eleştirir, küçümser ya da hakaret ederse büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Beklentileri çok fazla olduğundan, kolayca narsisistik yaralar alabilirler ve depresyon geliştirirler. *Eleştiriye öfke ile tepki gösterebilirler. Beklentilerini gerçek hayatta bulamazsa, fantezide gerçekleştirir. Vaktinin önemli bölümünü hayal kurarak geçirebilir.

*Başkalarının da duyguları olabileceğini, onlarında üzülebileceğini anlamaz. Zor durumdaki insanlara karşı bir acıma duygusu duymaz. Başka insanların başarılarını, gördükleri ilgiyi ve sahip olduğu şeyleri kıskanır.

*Diğer kişilerin içinde bulundukları durumlar konusunda aşağılayıcı, eleştirici, ilgisiz ve hafife alır bir tavır sergilerken, kendinin karşılaştıklarını derinlemesine aktarmaya çalışarak çifte standart uygulayabilirler.

*Herkesin başarısına haset edip, onların hic birşeye layik olmadıkları, kendilerinin de isterlerse kolayca onu yapabileceklerini düşünürler.Kendilerine yapılan en ufak yapıcı eleştiri ya da düzeltme, ekleme ve öneri bu kişileri ağır bir şekilde yaralayabilir. Bu durumda küçük düşmüş, mahvolmuş, ortada bırakılmış hissedebilirler. Aniden hiddetlenip, kırıcı olabilirler. Bunlardan ötürü sosyal ilişkileri bozuk olup başarıları devamlı olamaz. Başkaları ile yarışma gerektiren islerde yenilme riski nedeniyle, bu islere karşı isteksizlikleri iş ve sosyal hayatta beklenen düzeyin altına düşmelerine yol açabilir.
          Diğer kişilik bozuklukları ile birlikte olursa ortaya daha ağır tablo çıkar.

NEDENLERİ 

          Genetiği ve biyolojisi ile ilgili pek az araştırma vardır. Psikanalizin son otuz yılda en fazla ilgilendiği çalışma konularından biridir. Psikodinamik görüşe göre, çocukluk çağında yaşanan korku, başarısızlık ya da bağımlılık gereksinimlerinin, ebeveynin yokluğu ya da patolojisi sonucu ihmal, eleştiri ya da alayla karşılık görmesi, patolojik narsisizm gelişmesine yol açabilir.

SIKLIK 

          Genel nüfustaki % 0.4’ün altında olduğu tahmin edilmektedir. Psikiyatrik tedavi için başvuran hastalar arasında bu oran % 1-3 kadardır. Genellikle depresyon nedeniyle hastaneye yattıklarında tanınırlar. Erkeklerde biraz daha fazla görüldüğü sanılmaktadır.

TEDAVİ

Yararlı olduğu ileri sürülen tek tedavi psikanalitik bireysel psikoterapidir. Sonuçları tartışmalıdır. Tedavide kişiliğe ait abartılı beklentiler, düşünceler ve davranışların uygun ve gerçekci olanlarla değişimi, kişilerarası yaklaşımların düzeltilmesi ve kırılgan yap üzerinde calışılır.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ANTİSOSYAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU

                           

                  “Diğer insanları umursuyor muyum? Bu zor bir soru. Ama, evet sanırım gerçekten umursuyorum… ama duygularımın bana engel olmasına izin vermiyorum.Yani ben de herkes kadar sıcak ve ilgiliyim, ama şunu da kabul edelim ki herkes sizi kazıklamaya çalışıyor…Kendinizi korumak için tetikte olmalı, duygularınızı bir kenara bırakmalısınız. Diyelim ki bir şeye ihtiyacınız var ya da biri size bir kazık atıyor… belki sizi soymaya kalkıyor… icabına bakarsınız… yapılması gerekeni yaparsınız…Birini incitmek zorunda kalsam kendimi kötü hisseder miyim?Evet bazen. Ama çoğunlukla, eee (gülüyor)… en son bir böceği ezdiğinizde ne hissettiniz? “  (adam kaçırma ve gasptan ceza almış bir antisosyalin ifadesi).

                  Antisosyal kişilik bozukluğu (ASKB) 15 yaşından önce başlayan, yaygın bir antisosyal davranış ve pişmanlık duymadan başka insanların haklarını çiğneme ile belirli bir bozukluktur. Ciddi sosyal sorunlara yol açtığından, tüm kişilik bozuklukları içinde en önemlilerinden biridir. Bozukluk, yalnız psikiyatrist ya da psikologların değil, sosyologların, hukukçu ve kriminologların da öteden beri ilgi ve dikkatini çekmiştir.                   

                  Geçmişte bu hastaları tanımlamak için, psikopat, sosyopat, asosyal ya da dissosyal gibi değişik terimler kullanılmıştır. ‘’Psikopat’’, Türkçe’ de halk dilinde yerleşmiş yüklü bir sözcüktür. Ve kullanımından kaçınmak gerekir.

                  DSM-V Psikiyatrik tanı sistemine göre;

                  A-Belirtilerden üçünün ya da daha fazlasının olması ile belirli 15 yaşından beri süregelen, başkalarının haklarını saymama ve başkalarının haklarına saldırma örüntüsü:

  1. 1-Tutuklanmasına yol açan eylemlerde bulunma, yasal sorumlulukları yerine getirmeme
  2. 2-Sık yalan söyleme, takma ad kullanma, başkalarını dolandırma
  3. 3-Dürtüsellik ya da geleceğini tasarlamama
  4. 4-Sinirlilik, saldırganlık, başkalarının hakkına el uzatma
  5. 5-Kendinin ve başkalarının güvenliğini önemsememe
  6. 6-Sürekli bir işinin olmaması, parasal yükümlülüklerini yerine getirmeme
  7. 7-Kötü davranışları sonucunda pişmanlık duymama
  8. B-Kişi en az 18 yaşındadır.
  9. C-15 yaşından önce davranım bozukluğu olduğuna dair kanıtlar vardır.
  10. D-Toplumdışı davranışlar yalnızca şizofreni ya da ikiuçlu bozukluğun gidişi sırasında ortaya çıkmamıştır.

                             KLİNİK ÖZELLİKLER 

                  Antisosyal, bir toplumda, suç, ayıp, günah ya da ahlak dışı sayılan davranışları tekrarlamaya eğilimli demektir. Ancak diğer kişilik bozukluklarından farklı olarak 15 yaşında önce ortaya çıkan davranım bozukluğu tablosunu göstermiş olmalıdır. Hasta her türlü suçu işleyebilir. Bunlar tutuklanmasını gerektiren ağır suçlar olabilir. En çok görülenler, hırsızlık, gasp, saldırganlık, ırza geçme ve diğer cinsel suçlardır. Bazen de yalnızca ahlak, işleri ya da okul kurallarını çiğnemekle sınırlı olabilir. Bu suçları sonuçlarına aldırmıyormuş gibi tekrar tekrar işler. Birçok hastanın sabıka kaydı çok kabarıktır. Verilen cezalardan ders almaz. Örneğin, belli bir suç nedeni ile hapse girer fakat hapiste aynı suçu işlemeye devam eder.

                  Başka insanlara karşı sorumluluk, sadakat ve dürüstlük duygusu yoktur. Verdiği sözleri tutmaz, durmadan yalan söyler ve insanları kolayca aldatır. Başkalarının iyi niyetinden yararlanır. Yalanı yüzüne vurulunca utanmaz.  Dolandırıcılık, sahtekarlık insanları yalnızca zevk için aptal yerine koyma gibi davranışlar sıktır. Kumar oynarsa hile yapar. Başkalarının yerine geçerek insanları aldatma ve birden çok isim kullanma gibi davranışlar da görülebilir. ASKB olan hastalar eşlerine de bağlı değillerdir. Nikahlı ya da nikahsız sık eş değiştirebilirler. Parasal yükümlülüklerini yerine getirmezler.

                  Bu hastaların çoğu işinde tutarsızdır;çalışacak iş olduğu halde işe girmez. Eğer bir işe girecek olursa, işi aksatması ya da diğer disiplin bozucu davranışları nedeniyle çabuk kovulur. Bazen de kendisi nedensiz işi bırakır. Geçinebilmek için ya parası olan bir yakınını sömürür ya da yasadışı yollardan para kazanır. Örneğin, karısını çalıştırır ya da yaşlı annesinin emekli maaşını  ( bazan zorla ) alır. Zayıf gördüklerinden haraç alır.

                  Dürtüsellik her alandadır, sonuçlarına aldırmıyormuş gibi davranır. Aklına estiği gibi gezer. Bazen serseri gibi dolaşması yüzünden, sabit bir adresi yoktur. Kendisinin ya da başkalarının güvenliğini düşünmez. Heyecan ve uyarılma açlığı nedeniyle, tehlikeli serüvenlere atılabilir ya da önüne gelenle yatabilir. En kötü özellikleri  kolay öfkelenme vardır. Sebepsiz yere öfkelenir ve insanlara saldırır. Kolay kavga çıkarır, karşısındakini yaralayabilir. Hastanın saldırganlığından en çok zarar görenler genellikle ailesi ve çocuklarıdır. Çocuğu varsa, ebeveynlik görevlerini de genellikle yerine getirmezler.

                  Yaptıklarını yüzünden pişmanlık ya da suçluluk duymaz. Başkalarına verdiği zararı rasyonalize eder. Bu nedenle bu bozukluğu, bir tür vicdan ya da süperego yokluğu gibi düşünmenin uygun olduğu da ileri sürülmüştür.  Asla ders almaz, ceza vermenin etkisi olmaz. Pişmanlık gösterileri genellikle sahtedir.  Alkol ya da madde bağımlılığı ya da kötüye kullanımı çok sık gelişir. Alkolizm tabloyu daha ağır bir görünüme sokabilir. Antisosyal davranışlarının önemli bir bölümünü alkollü iken yapabilir.

                  Parafililer ; cinsel sadizm gibi, genel popülasyondan daha sık görülür ve cinsel suçlarının nedenini oluşturabilir. Ağır vakaların çoğu ömrünü hapiste geçirir. Bunların doğal olmayan yollardan ( kaza, intihar ya da başkasının elinden ) ölme olasılığı daha yüksektir. Yaş ilerledikçe tablo bir miktar ‘’sönme ‘’eğilimi gösterir. Saldırganlık, irritabilite ve cinsel suçların sıklığı azalır.

PSİKOPATİNİN ANAHTAR BELİRTİLERİ

DUYGUSAL/KİŞİLERARASI

  • İçtenlikten uzak ve yüzeysel olma
  • Benmerkezcilik ve büyüklük duygusu
  • Pişmanlık ya da suçluluk duymama
  • Empatiden yoksunluk
  • Aldatma ve yönetme eğilimi
  • Sığ duygular

TOPLUMSAL SAPKINLIK

  • İçgüdüsellik
  • Davranış denetimlerinde zayıflık
  • Heyecan ihtiyacı
  • Sorumluluk almama
  • Erken dönem davranış sorunları
  • Yetişkinlikte antisosyal davranış

                  NEDENLERİ:Anne-babasız büyümüş çocuklarda, örneğin sokakta ya da yetiştirme yurtlarında büyümüş ya da tutarlı bir ebevyn eğitimi görmemiş çocuklarda ileride bu bozukluğun ortaya çıkması olasılığı daha yüksektir. Babada alkolizm olması, çocukken cinsel ya da fizik olarak sömürülmüş olma ve çocuklukta dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olması diğer yatkınlaştırıcı etkenlerdir. 

                  İkiz, evlat edinme ve aile çalışmaları genetik etkenlerin önemli bir rol oynadığını göstermiştir. Hastaların birinci derece akrabaları ASKB, genel nüfustan daha sık görülür. Hasta bireylerin erkek çocuklarının ASKB geliştirme olasılığı daha yüksektir.                       SIKLIK:Amerikan ECA çalışmasında ASKB  % 2-3 , erkeklerde % 3-4 daha sık bildirilmiş. Ancak bir görüşe göre tanıda saldırganlığa fazla önem verilmesi, birçok kadın hastanın atlanmasına neden olmaktadır.Türkiye’de bir kent popülasyonundan çekilmiş 954 denek üzerinde yapılan bir çalışmada % 3,erkeklerde %5.3, kadınlarda da % 0.4  bulunmuş.

                  HUKUKSAL DURUM:ASKB vakaların cezai ehliyetlerinin tam olduğu kabul edilir. Bir suç işlemeleri halinde ( suç sırasında tabloya bir psikoz ilave olmamışsa ) cezalarını tam olarak çekerler. 

                  TEDAVİ:ASKB, tedavi umudu en az olan kişilik bozukluğudur. Tedavi amacıyla bir genel psikiyatri servisine yatırılmaları faydadan çok zarar verir. Agresivite nöbetlerini kontrol etmek amacıyla (özellikle EEG bozukluğu da varsa ) psikiyatrik ilaçlar kullanılabilir. Batıda, cezaevi koşullarında uygulanan bazı davranışçı ‘’ düzeltme’’ programlarının yararlı olduğu ileri sürülmüştür.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 242 316 98 99         

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ÇEKİNGEN KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Bu kişiler’’fobik’’ olarak da atlandırılan utangaç, çekingen, ürkek, korkak bir kişiliğe sahiptirler. Kolaylıkla incinirler ve dışlanmaya karşı aşırı duyarlıdırlar. Kendi dünyalarında yaşarlar ve başkalarının kendilerini koşulsuz olarak kabul etmesini beklerler. Toplumsal katılımlarda bulunmaya karşı isteksizdirler. Çoğu ‘’aşağılık duyguları’’içindedir. Kendilerine güvenleri yoktur, kendilerini geri çekerler, kendilerini göstermek istemezler. Başkalarının sıradan yorumlarını aşağılayıcı olarak değerlendirirler. Kendilerini beceriksiz ve albenisi olmayan kişiler olarak görürler.

Çekingen kişiler, değer verilmemeye ve aşağılanmaya ileri derecede duyarlıdırlar. Derin bir yalnızlık ve toplumdan kopuk olma duygularını yaşarlar,’’olayların dışında kalmak’’tan acı çekerler, çoğu zaman baskılamış olsalar da güçlü bir kabul görme isteği duyarlar. Toplumsal yaşamda, ilişki kurma ve etkin bir katılımcı olma özlemleri olmasına karşın, iyilik durumlarını başkalarının eline bırakmaktan büyük ölçüde korku duyarlar. Bu yüzden, toplumdan kopuklulukları, şizoid kişilik bozukluğunda olduğu gibi, istek ve duyarlılıklarının olmamasından değil, kendilerine, kendilerini korumaya yönelik kısıtlamalar getirmelerinden kaynaklanır. Büyük bir yalnızlık duyguları ve yabancılaşma yaşantıları olmasına karşın, bekledikleri yenilgi ve aşağılanmayla karşılaşmaktan çok çekinirler. Duygularını açıkça dışa vuramadıkları için bunları biriktirirler içsel düşlem ve imgelem dünyalarına yönlendirirler. Duygusallık ve yakınlık gereksinimlerini, şiir yazarak, düşünsel bir takım etkinliklerde bulunarak ya da sanatsal bir takım etkinliklere katılarak giderler.

Ancak, yalıtılma ve kendini korumak üzere geri çekilme, ikincil bir takım sonuçlar doğurur ve bunlar da çekingen kişilik bozukluğu olanların bir takım güçlüklere karşılaşmalarına yol açar. Açıkça gergin ve korku duyduklarını gösteren davranışları sıklıkla gülünç duruma düşmelerine ve aşağılanmalarına neden olur. Kuşku duyduklarını gösteren davranışları ve kendilerine kısıtlama getirdiklerini gergin bir biçimde göstermeleri, başkalarına sataşmaktan, başkalarıyla alay etmekten, başkalarını küçük görmekten zevk alan, böyle davranarak doyum sağlayan insanları harekete geçirir. Böylece yaşadıkları aşağılanmalar, başkalarına güven duymamalarını haklı çıkardığı gibi, geçmişteki yaralarını da deşmiş olur.

Çekingen kişilik bozukluğu olanlar utangaç ve kuruntu bir davranış örüntüsü sergilerler. Toplumsal durumlarda ‘’ yakışık almayan’’ tutumlarının olmasının ve rahatsızlık duymalarının yanı sıra, kişilerarası ilişkilerinin bir gereği olan karşılıklı verme alma’ dan büyük ölçüde çekinir ve ürkerler. Yüz yüze etkileşimlerde başkalarında büyük bir gerginlik yaratırlar. Rahatsızlık duymaları ve güvensizlikleri çoğu zaman başkalarının güvenilirliklerini sınama girişimlerinde bulunmalarına yol açar. Çekingen kişilik bozukluğu olanlarla yüzeysel bir ilişkisi olanlar, bu kişileri genellikle korkak, ürkek, mahcup,utangaç, sıkılgan,çekingen,’’kendi kabuğunda ‘’ ya da “soğuk ve uzak kişiler” olarak tanımlarlar. Daha yakından tanıyanlar ise bu kişilerin duyarlılıklarını, alınganlıklarını, kaçınmalarını ve başkalarına büyük bir güvensizlik duyuyor olduklarını anlarlar. Çekingen kişilik bozukluğu olan kişilerin konuşmaları genellikle yavaş ve kısıtlıdır. Sıklıkla tedirginlikler yaşarlar, duraksarlar, bitirmeden bıraktıkları ya da eksik kaldığı belli olan düşüncelerini dışavururlar; kimi zaman karmakarışık ve konuyla ilgisiz kalan konuşmaları olur. Davranışları çoğu zaman son derece ölçülü ve kontrollü ise de zaman zaman kıpır kıpır, kesik kesik ve kararlı davranışlar sergiledikleri de olur. Duygularını açıkça dışavurmaktan çekinirler, ancak uygun tepkileri veremiyor olmak da onlarda büyük bir gerginlik yaşatır. Yalnızca kaygılarını denetim altında tutmak için değil, kızgınlıklarını bastırmak ve kendilerini tutmak için de büyük çaba harcarlar. Kendi istekleriyle başkalarından uzak duran ya da kaçınan bu kişiler, başkalarının duygularına ve ‘’niyet’’ lerine karşı her an tetikte dururlar. Bu kişiler ‘’ duyarlılık ölçerler’’dir, İlişkiye geçtikleri kişilerin bütün davranış ve tutumlarını ölçerler ve bunlara değer biçerler. Her an tetikte olmaları onları olası tehlikelerden korursa da aşırı uyaran altında kaldıkları için, bu durum onları, çevrelerinde olup biten sıradan olaylara olağan biçimde katılmaktan alıkoyar. Düşünce süreçleri ilgisiz çevresel ayrıntılarla boğulurken, içlerinden gelen duygusal uyumsuzluklar da bu kişilerin dikkatlerini dağıtır. Dış algılarının yanı sıra içlerinden gelen, önü alınamaz duyguları bu kişilerin düşünsel süreçlerini bozar ve günlük yaşamın olağan işlevlerini yerine getirmelerini çıkmaza sokar. Daha çok toplumsal ortamlarda böyle düşünsel bir karmaşa yaşarlar. Çekingen kişilik bozukluğu olanlar böyle ortamlarda algısal bir aşırı uyarılmışlıkla, duygusal bir karmaşayı bir arada yaşarlar.

Bu kişiler, kendilerini huzursuz, içi rahat olmayan, gergin ve tasalı kişiler olarak tanımlarlar. Yalnızlık duygularını, istenmediklerini ve toplumdan kopuk olduklarını, başkalarından çekindiklerini ve başkalarına güven duyamadıklarını sıklıkla dile getirirler. Başkalarını eleştirici aldatıcı, güvenlerini kötüye kullanan ve kendilerini aşağılayan kişiler olarak görürler. Böyle bir bakış açıları olunca, bu kişilerin neden çekingen ve kaçınan kişiler olarak davrandıklarını anlamak zor değildir. Boşluk ve kendine yabancılaşma duyguları yaşarlar. Bu kişiler, iç gözlem yapma ve kendileriyle ilgili olarak farkındalık kazanma eğilimi içindedirler; çoğu zaman kendilerini başkalarından değişik olarak görürler, kim oldukları ve kendilerine biçtikleri değer konusunda kararlı değildirler. Başkalarına yabancılaşmalarına, kendilerine yabancılaşma duyguları da eşlik edebilir. Sürdürdükleri yaşamın boş olduğunu, benlik imgelerinin değersiz olduğunu, kendilerini küçük gördüklerini sık sık dile getirirler. Bu tür bir kişilik bozukluğu olanların başlıca amacı, kendini gerçek ya da imgesel ruhsal acıdan korumaktır.

Kişilerarası ilişkilerinin gerisinde yatan itici güç, kişisel olarak küçük düşecek ya da toplumsal olarak dışlanacak ortamlardan kaçınmaktır. Kendi saldırgan ve duygu yüklü dürtüleri de diğer bir tehdit öğesidir. Bunlar da kendi başına yeterince büyük bir sıkıntı kaynağıdır, çünkü bu kişiler, kendi davranışlarından ötürü kınanacaklarından ya da dışlanacaklarından korkarlar. Söz konusu içsel dürtülerini yadsımaya ve bunların önünü almaya büyük bir ruhsal enerji harcarlar. Çekingen kişilik bozukluğu olan kişilerde bir çok çatışma bir arada yaşanır. Yaşanan başlıca çatışma, duygulanımla güvensizlik arasında yaşanan çatışmadır. Başkalarına yakın olmak, duygularını göstermek isterler ve sıcak davranmaya çalışırlar, ancak bu davranışlarından ötürü acı çekeceklerini ve düş kırıklığına uğrayacaklarını düşünmekten kendilerini alamazlar. Yeterlikleri hakkında kuşkuları vardır. Kendilerine güvenlerinin olmayışı, kendi başlarına girişimde bulunmalarını engeller, özerklik ve bağımsızlık çabalarının boşa çıkacağını düşünmelerine, dolayısıyla küçük düşmekten korkmalarına yol açar. Doyum sağlamaya yönelik her yol sanki bu çatışmalar tarafından kapanmıştır. Kendi başlarına davranamazlar, çünkü kendilerine yönelik bir kuşku içindedirler, başkalarına bağlanamazlar, çünkü kimseye güvenmiyorlardır.

Her iki yönden de kapana sıkışmış kalmışlardır, hem onları çevreleyen sıkıntıdan, hem de iç dünyalarındaki boşluktan ve yaralanmalarından kurtulma arayışı içindedirler. Sözü edilen bu ikinci özellik, çekingen kişilik bozukluğunu anlamada özellikle önemlidir, çünkü kişinin kendini dış çevreden geri çekmesi bir ölçüde barış ve huzur sağlayabilir, ancak bu kişiler kendi içlerinde bir avuntu, bir dingillik bulamazlar. Geçmiş yaşamlarında karşı karşıya kalmış oldukları aşağılayıcı ve küçümseyici kötü tutumları içselleştirdiklerinden ötürü, başarılarından ve görüşlerinden kaynaklanan ödüllendirilmeyi yaşamak yerine utanç, aşağılanma ve küçük düşürülmüşlük duyguları yaşarlar. Kişinin kendi düşünceleri ve duygularıyla boğulması daha zor bir yaşantıdır, çünkü kişi kendisinden uzak duramaz kendisinden kaçamaz, kendisinden saklanamaz. Kendilerini değerli bulmadıkları ve kendilerine saygı duymadıkları için, bu kişiler, içinde bulunduklarının düşündükleri ‘’ acınası’’ durumlarından ötürü sürekli olarak büyük bir sıkıntı çekerler. Kendi içlerinde kendilerinden kaynaklanan sıkıntıyı savuşturmaları için göstermek zorunda oldukları çabalar, dış dünyayla baş etmek için gösterecekleri çabalardan çok daha fazladır.

Çekingen kişilik bozukluğu onların başlıca yakarışı, acı çektikleri düşüncelerinden ve özgür kalan duygularından kurtulmak, bunları ortadan kaldırmak ya da baskılamak üzerinedir. Bu kişiler, kendi düşünsel uğraşlarına karşı koymaya, düşüncelerini ve iletişimlerini daha az anlamı olan başka alanlara kaydırmaya çalışırlar. Diğer bir değişle, kendi anlam dünyalarıyla etkin bir savaşın içindedirler.

Çekingen kişilik bozukluğunun yerleşik düşünceleri şunlardır:

  • Toplumsal açıdan beceriksiz biriyim, işyerinde ya da toplumsal durumlarda aranan biri değilim.
  • Diğer insanlar eleştirici, aldırmaz, başkalarını aşağılayıcı ya da dışlayıcıdır.
  • Hoş olmayan duygulara katlanamam.
  • İnsanlar bana yakınlaşırlarsa ‘’ gerçek’’ ben’i bulup çıkartacaklar ve beni dışlayacaklardır.
  • Aşağı  ya da yetersiz görünmek katlanılabilir değildir.
  • Her ne pahasına olursa olsun hoş olmayan durumlara düşmekten kaçınırım.
  • Hoş olmayan bir şeyi düşünürsem ya da hissedersem, bunu savuşturmaya ya da ilgimi dağıtmaya çalışırım( söz gelimi başka bir şey düşünme, bir şey içme, bir ilaç alma ya da televizyon seyretme).
  • İlgi çektiğim ortamlardan uzak durmalıyım ya da olabildiğince göze çarpmalıyım.
  • Hoşa gitmeyen duygular giderek kabarır ve denetimimiz dışına çıkar.
  • Başkaları beni eleştirirse kesinlikle haklı olmalıdır.
  • Başarısızlıkla sonuçlanacak bir şey yapmaktansa hiçbir şey yapmamak daha iyidir.
  • Bir sorunu düşünmezsem, bunun için bir şey yapmak zorunda kalmam.
  • İlişkilerde yaşanan herhangi bir gerginlik belirtisi, ilişkinin kötü gittiğini gösterir, dolayısıyla ilişkiyi sonlandırmalıyım.
  • Bir sorunu görmezden gelirsem, sorun olmaktan çıkar.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

BORDERLİNE (SINIR) KİŞİLİK BOZUKLUĞU

                 

            Sık görülen bir kişilik bozukluğu olmasına karşın borderline kişilik bozukluğu klinik uygulamada sıklıkla yanlış ya da az tanı konan bir bozukluktur. Belirgin rahatsızlığa, sosyal, mesleksel ve özel hayatta işlevselliğinde bozulmaya neden olur.            Onlara göre insanlar, ilişkiler, dünya; İYİ/KÖTÜ, ŞİMDİ/HİÇBİR ZAMAN, SİYAH/ BEYAZDIR. Ara renkler , gri tonlar yoktur. Onların gözünde bir insan DÜNYANIN EN İYİSİ iken BİRDEN DÜNYANIN EN KÖTÜSÜ oluverir ve ÖFKE PATLAMALARININ hedefi haline gelebilir.

            Genel toplumda görülme sıklığı %1-2 olarak bildirilmiştir. Kadınlarda iki kat sık görülmesinde  erkeklerde daha az tanı konmasının etkili olduğu düşünülmektedir.

            Borderline kişilik bozukluğu tanısı, psikiyatride yatarak tedavi gören hastalar arasında % 15-20, poliklinik hizmeti alanlarda % 10 sıklıkla görülmektedir. Klinik ortamda en sık görülen kişilik bozukluğudur. Toplumsal yapıdaki değişim göz önüne alındığında önümüzdeki yıllarda daha sık görülmesi beklenmektedir.

            Borderline kişilik bozukluğu olan kişilerin birinci derece akrabalarında major depresif bozukluk, alkol kullanım bozuklukları ve madde kötüye kullanımı sıktır.

            TANI KRİTERLERİ

            Aşağıdakilerden beşinin ya da fazlasının olması ile belirli, genç erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, kişiler arası ilişkilerde,  benlik algısında ve duygulanımda tutarsızlık ve belirgin dürtüselliğin olduğu sürekli bir bozukluk:

  1. Gerçek ya da hayali bir terk edilmeden kaçınmak için çılgınca çabalar gösterme.
  2. Gözünde aşırı büyütme ( göklere çıkarma) ve yerin dibine sokma uçları arasında gidip gelen, gergin ve tutarsız kişiler arası ilişkilerin olması.
  3. Kimlik karmaşası;belirgin olarak ve sürekli bir biçimde tutarsız benlik algısı ya da kendilik duyumu
  4.  Kendine zarar verme olasılığı yüksek en az iki alanda dürtüsellik (örn. para harcama, cinsellik, madde kötüye kullanımı, pervasızca araba kullanma, tıkınırcasına yemek yeme).
  5. Yineleyen intiharla ilgili davranışlar, girişimler, göz korkutmalar ya da kendine zarar verme davranışı.
  6. Duygudurumda belirgin bir tepkiselliğin olmasına bağlı affektif (duygusal) düzensizlik ( yoğun tekrarlayıcı hoş olmayan duygudurum, irritabilite ya da genellikle birkaç saat süren, nadiren birkaç günden daha uzun süren kaygı)
  7. Kendini sürekli boşlukta hissetme
  8. Uygunsuz yoğun öfke ya da öfkesini kontrol altında tutamama  (örn, sık sık kavgalara karışma)
  9. Stresle ilişkili gelip geçici paranoid (şüpheci) düşünce ya da ağır kişilik dağılması bulguları

                  KİŞİLER ARASI İLİŞKİLERDE SORUNLAR

                  Tanı kriterlerinin birçoğu birbiriyle bağlantılıdır. Borderline hasta terk edilme riski olmaksızın birebir ilişki oluşturmaya çabalar. Başkalarına güvenmek zor olduğundan, reddedilecekleri düşüncesiyle panik düzeyinde kaygı yaşarlar.

                  Tek başına olmayı önlemek, bağlandıkları kişinin imdadına yetişmesini sağlamak için bilek kesme ya da başka kendine zarar verici davranışlara başvurabilirler. Aşırı dozda ilaç kullanımı ve aşırı yemek yeme ve kusma atakları sıktır.

                  Kontrolsüz ani davranışlar, rastgele cinsel ilişkiler ve madde bağımlılığı da tek başına olmayı önlemeye yönelik olabilir. Bu kişiler yüzeysel olarak kabul edilebilir ölçüde ilişki kurabilir görünseler de, kişiler arası ilişkilerinin bu nitelikleri taşıması sosyal uyumlarının zayıf olmasına neden olmaktadır.

                  Gerçeği değerlendirmedeki bozukluklar kişiler arası ilişkilerinin bu nitelikleri taşıması sosyal uyumlarının zayıf olmasına neden olmaktadır.

                  Terk edilmek üzere olduklarını düşündüklerinde ya da sevdikleri kişilerin güven verici varlıklarının yokluğunda açıkça paranoid (şüpheci) hale gelebilirler.

                  Bir yanda yalnız kalmayı önleyecek çaresiz girişimlerle, tekrar tekrar telefonla arama ya da fiziksel olarak yapışıp kalma ile kendisini gösteren derin terk edilme korkusu vardır.

                  Sık tartışmalar, tekrarlayan ayrılıklar, başkalarında korku ve öfke yaratan uygunsuz davranışlar nedeniyle yakın ilişkilerde karmaşa görülür. Yakın oldukları kişilere bağımlı olabilirler, ancak düş kırıklığı yaşadıklarında yakın arkadaşlarına yoğun öfke gösterebilirler.

                  Yalnız kalmaya tahammül edemezler, tatminkar olmasına aldırmaksızın çılgınca ilişki arayışına girebilirler. Yalnızlığı gidermek için kısa süreli bir yabancıyı arkadaş olarak kabul edebilir. Ya da rastgele cinsel ilişki yaşayabilirler. Sıklıkla kronik boşluk ve sıkıntı hissinden yakınırlar.

                  HOŞ OLMAYAN DUYGULAR

                  Kendilerinin gereksinimlerini başkalarının dikkate almadığı algısının sonucunda gelişir. Öfke, keder, utanç, panik, korku, kronik boşluk ve yalnızlık duyguları yaşarlar. Bu kişiler yaşadıkları çok yönlü duygusal acıyla diğer kişilik bozukluklarından ayırt edilebilir. Gün içinde kişiler arası ilişkilere göre değişen duygudurum salınımları gösterirler. Hastalar bir anda tartışmacı iken, sonra depresifleşebilirler, biraz sonra da boşluk duygusundan yakınabilirler.

                  Sorun yaratan, ancak psikotik olmayan problemler; kötü olma ile ilgili aşırı değerlendirilmiş düşünceler, kendisini çevresini farklı algılama yaşantıları, kuşkuculuk, hallüsinasyonlar, psikotik depresyon görülür.                                                      DÜRTÜSELLİK

                  İsteyerek kendine fiziksel zarar verici ya da daha genel dürtüsellik gösterebilirler. Borderline hastaların davranışları çoğunlukla öngörülmez. Yaşamlarının acı dolu yanları tekrarlayan kendine zarar verme davranışlarına yansır. Hastalar başkalarından yardım almak için, öfke ifade etmek için, ya da aşırı olumsuz duygulara kendilerini duyarsız kılmak için bileklerini kesebilir ya da diğer kendini kesme davranışlarında bulunabilirler.

                  Madde kötüye kullanımı, yeme bozukluğu, sözel patlamalar ve dikkatsiz araba kullanma görülebilir.

                  TEDAVİSİ

                  Borderline kişilik bozukluğunun büyük bir kısmına, temel tedavilerden kabul edilen bireysel psikoterapi ve hastaneye yatırma yetmemektedir.Diğer tedavi yöntemleri, aile, ilaç veya grup tedavileri yararlı olmaktadır.                    

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

BİR İNTİHARIN ANATOMİSİ: ROBERT ENKE

AŞAĞIDA SABAH GAZETESİNDEN GALİP ÖZTÜRK ÜN 15.11.2009 DA YAYINLANAN YAZISINI BULACAKSINIZ.

Bu yazı zor günler geçirmiş, depresyonlar yaşamış, yas tutmakta zorlanmış, yaşamını işindeki başarılarla iyileştirmeye çalışmış bir sporcunun yaşamını özetlemiş güzel bir yazı. Yaşadığı zorlukları futbolla aşmaya çalışmış olan bu sporcunun karısı şöyle demiş: “Futbolun herşey olmadığını, birbirimize sahip olduğumuzu göstermeye çalıştım. Fakat futbol onun herşeyiydi.” Eğer Robert Enke daha iyi bir tedavi ve psikoterapi sürecinden geçebilseydi, doktorlarına ve çevresine karşı daha açık olabilseydi, yakınları onun kaybetme korkularını daha iyi anlayıp önlemler alabilseydi, kötü olduğunda bir psikiyatri kliniğine yatarak tedavi görmeyi kabul etseydi; eşi kocasını, evlatlık çocuğu babasını, futbol takımı kalecisini kaybetmeyebilirdi diye düşünüyor insan. En önemlisi de, ağır olaylar yaşadığında, yaralarını futboldaki başarılarıyla sardığını görenler ve bunda bir gariplik olduğunu sezen yakınları, ona daha yakın olabilseydi, belki yaşadığı acılar bu kadar büyümez, onu bu kadar umutsuzluğa itmez, çaresiz hissettirmezdi.

Robert Enke, Almanya nın en iyi kalecilerinden biriydi. 2002 de kızı Lara nın ölümünden sonra evlat edindiği Leila nın da elinden alınacağını öğrenince dayamadı. Bunalıma girip geçen hafta bir trenin önüne atlayarak intihar eden kalecinin portresi…2002 yılında Barcelona ya imza attığında Robert Enke nin hayalleri gerçek olmuştu. Dünyanın en iyi teknik adamlarından biriyle (Louis Van Gaal) çalışıp, dünyanın en iyi kulüplerinden birinde forma giyecekti. Kendisini dünyanın önemli kalecilerinden biri olarak görüyordu. Ama kaderin ona çizdiği yön hiç de öyle olmayacaktı. 11 Eylül 2002 de İspanya Kupası nda Drittligist Novelda ile oynanacaktı. Eldivenlerini güvenle giydi ve sahaya çıktı. Ama şans onunla değildi, kötü bir günündeydi, karşılaşmayı 3-2 kaybettiler. O dönem Barcelona da güçlü bir isim olan ve daha sonra Galatasaray da da oynayan Frank De Boer soyunma odasında takım arkadaşlarıyla birlikte Enke yi suçladı. Bundan etkilenen Van Gaal de, Alman kaleciye Barcelona nın 1 numaralı formasını ligde sadece bir kez verdi. Oysa Benfica da üç harika sezon geçirmiş, Arsenal, Manchester United ve Atletico Madrid onu istemişti. Ama kendi deyimiyle, “Avrupa nın en zor kalesini” tercih etmişti. Korkmaya başlamıştı. “Ya kariyerimi kaybedersem ya bu maçta benim yüzümden kaybedersek” düşüncesi içini kemirip duruyordu. Bir yıl böyle geçti ve sonunda 2003 yılında psikiyatr Dr. Valentin Merkser e başvurdu. Ağır bir depresyon geçiriyordu. 

13 GÜNLÜK İSTANBUL MACERASI 
Bu arada İstanbul dan Christoph Daum un telefonu geldi. Sevindi. Barcelona da kendisini gösterememişti, kiralık olarak gideceği Fenerbahçe de yeniden toparlanabilirdi. 10 Ağustos 2003 te sezona şampiyonluk parolasıyla giren Fenerbahçe nin ilk maçı İstanbulspor laydı. Sarılacivertliler maçın kesin favorisiydi, Enke nin güvensizliği yine onunlaydı. Maçın sonunda, taraftarların attığı şişeler ve protestoları altında soyunma odasına gitti. O gün 3-0 lık yenilginin tek sorumlusu o olmayacaktı ama İstanbul macerası sadece 13 gün sürmüştü. Daum a ağır ilaçlar aldığını söylemişti. Alman teknik adam da onun arkasında durmuştu. Ancak Enke ayrılmak istedi ve istediğini yaptı. Yine Barcelona ya dönmüştü. Teknik direktör Frank Rijkaard ın ona forma vermeyeceği artık kesindi. Ara transferde İspanya 2. Ligi takımlarından Tenerife ye kiralandı. Burada şaşırtıcı şekilde kendisini iyi hissediyordu ve birçok maçı kurtarmıştı. Sezon sonunda Hannover kendisini isteyince sevindi ve hiç tereddütsüz “Evet!” dedi. 

BİRİCİK LARA SI DOĞUYOR 
Hannover onun hayata tutunmasında en önemli etken olacaktı. Bu arada eşi Teresa hamileydi ve 24 Ağustos 2004 te kızı Lara dünyaya geldi. Lara her bebek gibi çok sevimliydi, ama doktordan gelen haber yeni yeni toparlanan Enke yi yıktı: Kızının kalbi delikti. Bir yandan Almanya da önemli bir kaleci olmayı sürdürürken, öte yandan kızı için çırpınıyordu. Lara toplam 18 ayını hastanede geçirecekti. Bazen kızını stada götürüyor, belki stadın olumlu atmosferinden faydalanır diye düşünüyordu. Burnunda hortumla zar zor nefes alan minicik bir bebeğin babası olmak, Barcelona da kaleci olmaktan çok daha zordu. Tarif edilemez bir acı bütün içini kemiriyordu. 2004-2005 sezonunda Almanya 1. Ligi nin en iyi kalecisi seçilmişti ama 2006-07 sezonu takım ve kendisi için kötü başladı. İlk üç maçta alınan üç yenilginin ardından 15 Eylül de harika bir maç çıkardı, Wolfsburg deplasmanında Hannover 2-1 galip geldi. Bu maçtan iki gün sonra Hannover Tıp Fakültesi nde durumu ağırlaşan kızının yanı başında oturuyordu. Onun hâlâ iyileşeceğine inanıyor, kapalı gözlerini açıp gülmesini, yaramazlık yapmasını, eve gelince kucağına zıplamasını bekliyordu. En son 18 Mart 2006 da birlikte stada gitmişlerdi. Lara taraftarların ve babasının takım arkadaşlarının kendisine gösterdiği yakın ilgiden mutlu olmuştu. Üşümesin diye babası ona sıkı sıkı sarılmıştı. Sonra Lara yı Teresa ya teslim edip kalesine dönmüş ve muhteşem oynayıp, Köln maçını tek başına almıştı. 

FUTBOL ONUN İKSİRİYDİ 
Ama Lara nın minicik kalbi art arda gelen ameliyatlardan sonra dayanamadı. 17 Eylül de sabah saat 5 civarında artık nefes almıyordu. Enke yıkıldı. Sürpriz bir şekilde ertesi gün antrenmandaydı. Bütün takım arkadaşları “Sen deli misin? Niye geldin?” dese de dinlemedi. Başka futbolcular yakınlarını kaybedince haftalarca oynayamıyordu. Oysa bir önceki sezon, Enke kızı komaya girdiğinde antrenmanı bırakıp hastaneye koşmuş, iki gün sonra Bayern Münih maçında kaleyi yine korumuştu. Üstelik süper oynamış ve takımının 1-0 galip gelmesini sağlamıştı. Lara yı toprağa verdikten birkaç gün sonra Leverkusen maçında kaledeydi. Eşi Teresa nın dediği gibi “Futbol onun iksiriydi,” ne de olsa. Maç boyunca Lara hep aklındaydı, fakat 1-1 lik beraberliğin de mimarıydı. O sezon 34 maçın 34 ünde de oynadı. Daha sonraki iki sezon boyunca 68 lig maçının 68 inde de forma giyerek istikrarını ortaya koydu. Barcelona da ve İstanbul da kaybettiği kaleyi Hannover de kimseye kaptırmaya niyeti yoktu. Kendisini hayvan haklarına adamıştı. Çiftlik evinde tam sekiz köpek ve bir at vardı. Lara nın yokluğuna alışmaya çalışıyordu, arkadaşlarının “Yeni bebek yapın” tavsiyesine eşi de kendisi de olumsuz yanıt veriyorlardı. Burada da Enke nin korkusu ortaya çıkıyor, ikinci çocuğunu da kaybetme korkusu yeni bir bebek sahibi olma düşüncesini tamamen ortadan kaldırıyordu. 

2008-09: ÜÇ ÖDÜL BİRDEN 
Bir sezon önce Hannover de takım kaptanlığına getirilen Alman kaleci, 2008-09 sezonunda kariyerinde ikinci kez Bundesliga nın en iyi file bekçisi seçildi. Üstelik Mayıs ayında evin yeni bir misafiri vardı: İki aylık bir bebeği, Leila yı evlat edinmişti. Bir başka sevindirici haber, Alman Milli Takımı nın kalesinin kendisine teslim edilmesi oldu. Kahn ve Lehmann ın görevi bırakmasından sonra teknik direktör Löw, 2010 Dünya Kupası finallerinde kaleyi Enke ye teslim etmeye karar vermişti. 2009-10 sezonunda ilk dört maçta oynamasının ardından bir virüs kaptı. İksiri olan futboldan uzak kalmak onu yeniden bunalıma sokmaya başlamıştı.

Yedi haftanın ardından önce Köln, son olarak da geçtiğimiz pazar Hamburg maçlarında çok da iyi oynamıştı. Löw onu hastalıktan yeni kurtulduğu için Şili Milli Takımı yla yapılacak maçın kadrosuna çağırmadı. 10 Kasım günü sabah antrenmanına gitti, ardından ortadan kayboldu. Önce psikiyatrı Merkser e uğradı. Korku yeniden dönmüş, psikolojik problemleri artmıştı. Leila nın devlet tarafından elinden alınmasından çok korkuyordu. Merkser, hastaneye yatması konusunda ısrar etti, ama Enke bunu yapması durumunda hem Leila yı hem de kariyerini tehlikeye atacağını düşündü. Merkser in yanından çıktıktan sonra kızının mezarına gitti. Eğer deplasmanda değillerse Lara nın mezarına neredeyse her gün gidiyordu. Saatlerce oturuyor, arkadaşlarına “Mezarına gittiğimde Lara yı yanımda gibi hissediyorum. Çok rahatlıyorum. Ama bazen de inanılmaz bir acı içimi yakıyor,” diyordu. Veda mektubunu önceden hazırlamıştı.

En çok evlat acısının ardından eşini kaybetme acısı yaşayacak Teresa dan özür diliyordu. Kendisinden bir yaş büyük olan ve 1995 ten bu yana birlikte olduğu eşinden. Mektubu ve cüzdanını aracına bıraktı ve yürümeye başladı. 200 metre kadar sonra tren yolunun üzerinde bekliyordu. Lara yı kaybetmişti ama Leila yı yitirmemek için kendisini feda edecekti. Artık Lara yı kollarına alabilecek, Leila nın ise Teresa ile mutlu bir hayatı olacaktı. Trenin sesi yaklaştı… Bir kaleci olarak hayatında hiç gol atmamıştı. Şimdi Robert Enke, hayatındaki ilk ve son golünü atıyordu ve kalecinin ilk golü, kendi hayatına oldu.