Psikiyatrist? Psikolog?

BY: admin

Psikiyatri Uzmanlığı

Yorumlar:Yorum yapılmamış

TÜRKİYE’DE PSİKİYATRİSTLER VE PSİKOLOGLAR :  GEÇİMSİZ KARDEŞLER

 “…Hastanın sağlığı için gerekli olan ne ise, o gereklilik, gözetilmesi gereken yegane gerekliliktir ve hastaların faydası için birleşmemiz esastır. Tıp uygulamalarını kooperatif bir bilim olarak geliştirmek; klinisyen, uzman ve laboratuvar çalışanlarını hastanın faydası çerçevesinde  birleştirmek ;  hastanın sorununun netleştirilmesinde birbirine yardım etmek ve destek olmak gereklilik haline gelmiştir…  

– Dr William J. Mayo, Mayo Kliniği kurucusu, 1910 [1]

1999 yılının sonbaharında, İzmir’in güzel kordonunda, derslerden bunalmış iki tıp öğrencisi püfür püfür esen İzmir körfezine bakarak yürüyorduk. Banklardan birine oturduk. Derslerden konuşmamak için kesin karar almıştık ama ayaklarımızı uzatıp körfezin kendine has kokusunu içimize çekerek martıları dinlerken, rüzgarın sessizliğinde, bitişikteki banka yeni oturan iki genç kızın aralarındaki diyaloğun bizim bankın gündemine de oturmasına engel olmamız mümkün olamadı. Yaklaşık 20-25 yaşlarında görünen iki kızdan birisi diğerine bir süre önce gittiği psikoterapi görüşmesinden bahsediyordu.

-Ben sana psikiyatriste git demiştim. Psikoloğa gitmişsin.

-Ne farkı var ki, psikiyatrist ilaç veren değil mi, ilaca ihtiyacım yok ki benim.

-İlaca ihtiyacı olanlar mı psikiyatristlere başvuruyor?

-Öyle değil mi? Ayrıca ben sıkıntımı biliyorum, doktorluk bir durumum yok benim.

-Doktorluk durum ne demek?

-Yani deli değilim ben, biraz tavsiyeye, içimi dökmeye ihtiyacım vardı.

-Psikologlar iç dökmek için diyorsun demek ki. Doktora iç dökülemiyor mu?

-Bilmem, dökülebiliyor mu? Onlar ilacı yazıp yolluyorlar, dinlemiyorlar ki.

-Dinlemesi gerektiği kadar dinliyordur belki, ne biliyorsun?

-Bilmiyorum, ne bileyim. Doktor psikologlar hem dert dinliyor hem ilaç yazıyormuş. Öyle duydum.

-Doktor olana psikiyatrist deniyor da, doktor psikolog da ne demek yahu, öyle bir şey olabiliyor mu?

-Oluyor evet, gördüm.

-O psikiyatrist olmasın?

-Hayır benim gittiğim doktor psikolog, ama “tıpçı” değilmiş.

-O zaman reçete nasıl yazıyor?

-Bilmem.

-Benim de kafamı karıştırdın, bir bilen olsa da sorsak…

Kızlardan biri kafasını bizim olduğumuz banka çevirdi, biz ise bakışlarında aradığı “bir bilen” olduğumuzu düşünecek diye kaygıyla yüzlerimizi diğer yana döndük, çatırmadan banktan kalktık ve güneşin batımında kafası allak bullak olmuş iki tıp öğrencisi olarak kordonda kaybolduk.

NEDİR BU İŞİN ASLI?

Psikiyatristler (psikiyatrlar), Türkiye’de ve dünyanın her yerinde, tıp fakültesi mezuniyeti üzerine akıl sağlığı ve hastalıkları alanında, ülkeden ülkeye biraz değişmekle birlikte, yaklaşık 4 yıl süre klinik ihtisas eğitimi alan (mezuniyet sonrası eğitim) hekim kökenli uzmanlardır. Psikologlar, Türkiye’de Fen-Edebiyat Fakültelerinde 4 yıl insan davranış ve psikolojisi üzerine temel lisans eğitim sürecini tamamlayan hekim kökenli olmayan uzmanlardır [2], [3], [4], [5]. Psikologlar, Amerika Birleşik Devletleri’nde de aynı şekilde bir eğitim sürecinden geçerler [6]. Psikologlar, lisans eğitimleri süresinde klinik hasta başı eğitimi almazlar,ancak lisans üzerine eğitimlerini sürdürerek, master ve doktora seviyelerine (Ph.D.) erişebilir ve  son derece spesifik konularda klinisyen olarak hizmet verebilirler.

Ph.D. unvanının tarihine bakıldığında, dünyadaki ilk Ph.D. unvanı 1150 yılında Paris’de verilmiştir, ve  tarihteki ilk doktora unvanları Tıp, Hukuk, Din alanlarında verilmiştir.  1861 yılında Yale üniversitesi Ph.D. unvanını bu alanların dışına çıkartan ilk üniversite olmuştur. Tarihteki psikoloji alanındaki ilk doktora unvanını 1883 yılında Johns Hopkins Üniversitesi Joseph Jastrow’a vermiştir [7], [8], [9], [10]. Doktora seviyesine erişmiş psikologlar (Ph.D.), isimlerinin başında “doktor” unvanını kullanabilirler, bu tıp doktoru oldukları anlamına gelmez,  ama bilimsel olarak tıp doktorluğu ile bilimsel doktora akademik bir çerçevede yukarıda açıklanan tarihsel nedenlerden dolayı denk unvanlar sayılır.

ABD’de tıp doktorluğu (M.D. unvanı) ve bilimsel doktora (Ph.D. unvanı) unvanlarının her ikisi de 4 yıllık lisans eğitimi (undergraduate) üzerine 4 yıl lisans üzeri eğitim süreci (graduate) tamamlanarak toplam 8 yılda alınan unvanlardır.  Türkiye’de tıp doktorluğu 6 yıl eğitim süresinde alınabilir. Bu da uzman olmayan pratisyen doktorluk unvanıdır. Psikoloji ve diğer alanlardaki doktora ise 4 yıllık lisans eğitimi üzerine, 2 yıl “master” derecesi ve 4 yıl doktora ile toplam 10 yıla yakın bir sürece alınabilen bir unvandır. Doktora ve Master süreci kombine edilerek bazen süre kısaltılabilse de, Türkiye’de ve bazı Avrupa ülkelerinde tıp doktorluğu (M.D.)  unvanı, bilimsel doktoradan (Ph.D.) daha kısa sürede alınabilen bir unvandır ve bunun da nedenleri ve haklılığı tartışmaya açıktır.  ABD’de tıp doktorluğu ve bilimsel doktora tamamen aynı sürede alınabilen unvanlardır ve tam olarak denk sayılır. Psikiyatri uzmanı olabilmek için ABD’de toplam 8 yıl üzerine, Türkiye’de 6 yıl üzerine,  4 yıl mezuniyet sonrası asistanlık eğitimi almak gerekir.  Dikkat çekmek gerekir ki,  genel bir erişkin psikiyatristinin yetişmesi için yaklaşık 6+4=10 yıl eğitim gerekirken, bir konuda ileri derecede uzmanlaşarak Ph.D. unvanı almak isteyen psikologun da yaklaşık olarak 4+2+4=10 yıl eğitim alması gerekir. Demek ki, söz konusu alan  ister psikiyatri ister psikoloji olsun, ciddi şekilde kalifiye olabilmek için hekim ve psikologun dirsek çürütmesi gereken süre ve ödemesi gereken bedel yaklaşık olarak aynıdır.

KARIŞAN KAFALAR İNCİNEN DUYGULAR

Türkiye’de, ABD’de ve muhtemelen dünyanın geriye kalanında, psikiyatrist ve psikologun becerileri konusunda halk arasında yaygın bir kafa karışıklığı vardır. Örneğin Türkiye’de popüler kültürün gücüyle çok geniş kitlelere ulaşabilen, Gülse Birsel, Birol Güven, Yılmaz Erdoğan gibi üretken ve popüler senaristler dahi bu ayrımı biliyor gibi görünmemekte ve yıllardır yazdıkları metinlerde sürekli olarak psikolog ve psikiyatristi yanlış kullanmakta, çizdikleri karakterler ve hayal ettikleri mizansenlerde oyuncularına yanlış roller yazarak toplumun zaten karışık olan kafasını daha da karıştırmaktadırlar. Bu karışıklığın önemli sakıncaları vardır.  Hastalar akıl sağlığı ile ilgili konularda “ilk” başvurmaları gereken adresi şaşırarak zaman kaybedebilmekte ve zarar görebilmektedir. Diğer yandan, hastaların, psikiyatristlerin sadece “ilaç” yazan, psikologların ise sadece “dert dinleyen, iç dökülen” uzmanlar olduğu gibi gerçekle ilgisi olmayan mesleki rollere inanmaları gibi karışıklıklardan yine en çok hastalar zarar görmektedir. Oysa psikiyatristler ve psikologlar  akıl sağlığını ilgilendiren konuların büyük bir kısmında ortak çalışmaya mecbur iki meslek grubudur. Ancak hastaların bu iki meslek grubunu hangi sırayla kullanacak olmalarını bilmemeleri, bu karışıklıktan istifade etmek isteyen mesleğini kötüye kullanan nadir örneklerle birleşince ortaya çıkan  sadece hastaların mağduriyeti ile sınırlı kalmamaktadır. Bu iki meslek grubu kolaylıkla birbirlerine karşı polarize olabilmekte, kimi zaman duygusal, kimi zaman akademik nedenlerle tetiklenen mesleki kimlik reaksiyonu gösterebilmektedirler.

AKIL SAĞLIĞINA KAÇ DEĞİŞİK AÇIDAN BAKILABİLİR?

Psikiyatristin ve psikoloğun becerilerinin akıl sağlığının hangi farklı köşelerinde durduğunu iyi açıklamak için, insan beyninin işlevlerinin kabaca kaç ayrı kameradan görülebileceğini herkesin anlayabileceği bir dille açıklamak gerekir. İnsan beyni, biyolojik bir “parçadır”, karaciğer ve kalp gibi, hücrelerden, bu hücrelerin oluşturduğu doku sistemlerinden oluşur ve nihayet bu doku sistemlerinin uyumlu bir biçimde çalışması ile “akıl” denilen sanal yazılımın işlevlerini yerine getirmesini  sağlar.  O halde insan beyninin bir “biyolojik perspektifi” olmalıdır ve vardır, ve de tüm diğer perspektifler biyolojik olan bu sistemin üzerine yükselebileceği için biyolojik perspektif en önemli perspektiftir.  Bu perspektif, psikiyatristin dışındaki hekimler tarafından “hastalık” olarak isimlendirilen perspektife uyacaktır. Bu perspektifi gören kameranın yakaladığı verileri en iyi bir hekim yorumlayabilir, çünkü hekim insan biyolojisi ve organ sistemlerinin bütünsel olarak senkron işleyişi hakkında en çok ayrıntıyı bildiği varsayılan uzmandır [11], [12].

Tıbbın tüm diğer branşlarında bu kadar açıklama yeterliyken, psikiyatride iş bu kadarla bitmemektedir. Çünkü psikiyatrinin uğraştığı organın biyolojik kısmında, diğer deyişle, hücrelerinde olup bitenin, son işlevlerin ortaya çıkmasına nasıl yol açtığı  halen tam olarak açıklanamamaktadır. Bir örnek vermek gerekirse, dört odalı basit bir pompa olarak işlev gören kalbin kapakçıklarından biri olan mitral kapakçığında daralma olan hastanın göğsüne stetoskobu dayayan hekim, mitral odakta üfürüm duyduğunda bu üfürümü neden duyduğu konusunda bir neden-sonuç ilişkisini şüpheye yer bırakmayacak şekilde kurabilirken,  ağır bir psikotik atak geçiren sanrıları olan ve hallusinasyonlar gören bir kişiyi muayene eden psikiyatrist, bu durumun net olarak nasıl gerçekleştiği konusunda bir neden-sonuç ilişkisini halen kapakçık-üfürüm ilişkisi gibi  kuramamaktadır. Çünkü henüz bilimsel bilgi bu bağlantının net kurulmasını açıklayacak seviyede değildir. Nedensellikte olan bu kesintiye, akıl-beyin süreksizliği denir. Bu süreksizlik kavramı psikiyatri branşının doğum nedenidir. Lakin insan bedeninde iki adet dahiliyecisi olan tek majör organ beyindir, bu süreksizliğin bir ucuyla “nöroloji”, diğer ucuyla “psikiyatri” ilgilenmektedir. Demek ki psikiyatri, biyolojik uçtan görülebilenin ötesini de bilimsel olarak çalışmakla görevlendirilmiş tıbbın en ayrıksı ve özgün branşıdır.

Psikiyatri beyne bir organ olarak bakarken, hastalık/biyolojik perspektifin dışındaki başka perspektiflere de kaçınılmaz olarak ihtiyaç duyar. İnsanların beyinlerini inceleyerek, beynin işlevsel çıktıları anlaşılamıyorsa eğer, o halde beynin işlevsel çıktılarının incelenmesi için başka bakış açılarına ve diğer konseptleri görebilen bağımsız başka kameralar yardımıyla veri toplaması gerekir [13].  O kameralardan en önemlisi beynin/bireyin “davranışlarını” görür.  Kişilerin eylemlerinin tümü, konuşmalar da dahil olmak üzere,  beynin işlevsel çıktılarıdır, ve bu çıktıların oluşum nedenleri beynin içinde henüz direk nedensellik zinciri kurularak bulunamadığına göre, kişilerin eylemlerine odaklanacak, onları inceleyecek başka bir “bağımsız” psikiyatrik veri toplama, teşhis ve müdahele alanına ihtiyaç vardır. Davranışlar bireylerin icra ettikleri eylemlerin tümüdür ve teorik olarak beynin çıktılarının kümülatif bir bileşkesidir. Çok karmaşık bir neden-sonuç zinciri sonucunda olabileceği için psikiyatri pratiğinde davranışların organik kökenlerinden yola çıkarak açıklamalar yapmak çok nadir durumların dışında mümkün değildir. O nedenle psikiyatrideki bir çok sorunun tedavisinde kişilerin davranışlarının değiştirilmesi direk olarak hedef alınır [11], [14].

BİR DAVRANIŞÇI OLARAK PSİKOLOG AKIL SAĞLIĞI HİZMETLERİNİN NERESİNDE DURUYOR? : SEYİR HALİNDE BİR ARABA ÖRNEĞİ ve ALGORİTMİK BENZERLİK

Bir arabanın seyri sırasında ortaya çıkan bir problem hakkında yorum yapacak olan mühendis, sadece arabanın motor kapağını açarak tatmin edici bir sonuca varamayabilir. Arabanın sürücüsü, arabanın markası ve özellikleri, dahası arabanın fabrikadan çıktığı günden itibaren sürüldüğü yollar konusunda bilgi sahibi olmalıdır çünkü arabanın bugünkü seyri haline çıkan sorunların  nedenleri arabanın trafiğe çıktığı günden itibaren, sürüldüğü yollardan kaynaklanan hasarlara, arabanın markasına, arabanın ne tip bir araba olduğuna, arabanın nasıl sürücüler tarafından sürüldüğüne bağlı olabilir. Demek ki, bir arabanın seyir halindeki sorunlarının sağlıklı bir tespiti ancak bütün bu açıların ayrı ayrı ve sırayla değerlendirilmesi ile mümkün olabilir. Öyle ki, aslen motordan kaynaklanan bir sorun, seyir halinde sürücünün de hata yapmasına neden olabileceği gibi, yoldan kaynaklanan bir sorun da motordaki bir hasara yol açabilir. Motor ve yol direk olarak soruna iştirak etmiyor olabilir, o durumda, sorun sadece sürüş tekniğinden ya da acemilikten kaynaklanıyor olabilir. Bütün bu bağımsız bakış açılarının ayrı ayrı kendi içinden değerlendirilme işlemi tamamlanmadan ana sorunun ya da sorunların doğru teşhisi ve tedavisi mümkün olamaz. O halde seyir halinde örneğin sağa çeken bir arabadaki belirlenmiş bu sorunun incelenmesi sırasında, önce o arabanın motorunda, lastiklerinde, kaportasında bir sorun olmadığını bir mühendisin etraflıca incelemesi gerekir; bütün bunlardan kaynaklanmadığının tespiti haline sürücünün sürüşü ile ilgili olup olmadığına, ya da arabanın gittiği yollardan kaynaklanıp kaynaklanmadığına sıra gelebilir. İlk aşama tamamlanmadan diğer aşamaya geçilemez, çünkü ilk aşamadaki sorunlar neden-sonuç yolağının tüm diğer aşamalarını etkileyebilen sorunlardır ve en başından dışlanmalıdır.  “Seyir halindeki araba” ve “mühendis” metaforunun hasta ve hekim ilişkilerine algoritmik açıdan benzetmek istersek, arabanın donanım kısmının uzmanı olan mühendis yerine hastanın donanım kısmının uzmanı olan hekim geçecek, sürücünün becerilerinin değerlendirecek sürüş tekniği uzmanının yerine, hastanın davranışlarının uzmanı olan davranış uzmanı psikolog geçecektir [15].

DOĞRU TEŞHİS VE TEDAVİ İÇİN İŞLEM SIRASI : ÖNCE PSİKİYATRİST, SONRA PSİKOLOG

Akıl sağlığı problemlerinde teşhis ve tedavi sürecinin orkestrasyonu bir hekim olan psikiyatrist tarafından yürütülür. Psikiyatrist, insan bedeninin ve beynini biyolojik olarak çalışmış bir “donanım mühendisi” olduğu için, her türlü akıl sağlığı probleminde önce tespit edilebilir  biyolojik nedenlerin dışlanması gerektiği için, teşhis için ilk algoritmik adrestir. Ancak teşhis süreci tamamlandıktan sonra, biyolojik nedenlerin  -insan bedenininin bütününden ve biyolojik donanımından kaynaklanan nedenlerin- ortadaki soruna olan katkısı doğru tespit edildikten sonra, kişi, davranış uzmanlarının davranış müdahelelerine uygun bir aşamaya gelecektir. Bu aşamada insan davranışını çalışmış ve bu konuda gerekli eğitimleri ve kalifikasyonları almış klinisyen psikologlar hastanın tedavisinin devamı için vazgeçilmezdir. Psikiyatristlerin büyük bir kısmı davranış konusunda temel eğitimleri almış uzmanlar olsalar dahi, günümüzde davranış bilimleri ve davranış psikoterapisi çok incelikleri ve yandalları olan özel bir uzmanlık alanıdır ve empirik psikoterapinin çatısını oluşturur. Özel eğitim almamış genel psikiyatri uzmanları komplike davranış tedavisi yapabilecek becerilere genel olarak sahip değildir. O nedenle psikiyatrist teshişte nasıl ilk adres ise, teşhisin ortaya çıkardığı direk biyolojik nedenlerden kaynaklanmayan bütün davranışsal fenomenler için ilk adres alanında uzman psikoterapistlerdir (Klinik Psikologlar veya bu konuda özel eğitim almış Psikiyatristler/Psikoterapistler)

İnsan akıl ağlığı problemlerinin teşhis ve tedavisinde, biyolojik bir algoritmanın tıp kökenli psikiyatristin gözüyle yürütülmediği bir süreç nasıl çok sağlıksızsa,psikologların/davranış uzmanlarının içinde yer almadığı bir akıl sağlığı sağaltım modelinden bahsetmek modern psikiyatride tarif edilmiş problemlerin büyük bir kısmı için söz konusu değildir.

PSİKİYATRİST VE PSİKOLOG İLİŞKİSİ : İKİ ÜLKEDEN İKİ PERSPEKTİF

Her iki meslek grubunun ilişkileri farklı ülkelerde farklı süreçlerden geçmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde önde gelen akademik tıbbi merkezlerin bir kısmında psikiyatri,  psikoloji ve davranış bilimleri departmanları aynı çatı altında birleşmiştir. Örnek vermek gerekirse, Mayo Clinic Tıp Fakültesi ve Clevelanc Clinic Tıp Fakültesi bünyesindeki departmanların ismi “Psikiyatri ve Psikoloji Departmanı”, Johns Hopkins Tıp Fakültesi’nde, Baylor Tıp Fakültesi’nde “Psikiyatri ve Davranış Bilimleri” şeklinde, UCLA Tıp Fakültesinde ise “Psikiyatri ve Biyodavranış Bilimleri” şeklinde  isimleştirilmiştir[16], [17], [18], [19], [20]. Bu departmanların bölüm başkan ve yardımcıları, psikiyatrist veya Ph.D. seviyesinde psikologlar arasından seçilebilmektedir. Örneğin 2010-2012 yılları arasında, Johns Hopkins Çocuk Psikiyatrisi Bölümün başkanlığını Ph.D. unvanlı bir psikolog üstlenmiştir[21], [22]. Klinik yönetici genellikle hekim kökenli uzmanlar arasında seçilmekle birlikte, akademik ortamlarda, hasta tartışmalarında ve multidisipliner vizitlerde,  Ph.D. (doktora) seviyesindeki uzman psikologlar ile dal uzmanı psikiyatristler eş söz hakkına sahiptir. Mesleki roller ve sınırlar bellidir, hekim kökenli doktorların veya Ph.D. kökenli doktorların akademik uygulama aşamasında birbirinin sınırlarına girmesine izin verilmemektedir.  Türkiye Cumhuriyeti’nde psikologlar ve psikiyatristlerin ilişkisi biraz daha sürtünmeli bir yoldan geçmektedir ve iki mesleğin birbirine karşı  polarize olmasına yol açabilmektedir. Bunun nedenleri şüphesiz çoktur, ama yeniden vurgulanmalıdır ki, alanında yetişmiş kalifiye olmuş psikologlar, akıl sağlığının vazgeçilmez elemanlarıdır, ve dahası, günümüzde psikiyatrinin çok fazla akademik üst uzmanlık alanları vardır, özel psikoterapötik modaliteler de bunlar arasında yer alır ,  özel eğitim almadıysa genel psikiyatri eğitimi tek başına uzman psikoterapist ya da davranış terapisti olmak için günümüzde artık yeterli değildir ve psikiyatristlerin doğru hasta tedavisi için ister psikiyatri, ister psikoloji kökenli olsun,  bu yetişmiş uzmanlarla sürekli beraber çalışmaya ihtiyaçları vardır. Türkiye’de iki meslek grubunun birbirine karşı soğuk durmasına yol açan süreçler yaşanmış olabilir, ancak unutulmamalıdır ki ;  her ne kadar konu hastalar olduğunda hekim kökenli uzmanların bu sürecin doğal yöneticisi ve lideri olmaları gerekliliği savunulacaksa da, multidisipliner bir yaklaşımda psikiyatristler ya da psikologlar eğitim süreleri dikkate alındığı sürece birbirine üstünlük sağlamaya çalışan bir yaklaşım içine girmemelidir,  bu şekildeki yaklaşımlar mesleklerarası kamplaşmaya yol açarak en önce gözetilmesi gereken hasta tedavisini sıkıntıya sokabilmekte,dahası toplumun bu kavramları doğru anlamasına engel olmaktadır.

MULTİDİSİPLİNER YAKLAŞIM : PSİKİYATRİST VE PSİKOLOG

Günümüz akademik dünyasında binlerce akademik alan vardır, ve akademik alanlar arası sınırların belirsiz hale gelmesi, farklı mesleki kökenlerden gelen akademisyenlerin aynı akademik alanın yaklaşan iki ucunda biraraya gelmesi çok yaygındır. Bilimsel araştırma laboratuvarlarında, tıp kökenli olmayan bir farmakolog ile tıp kökenli psikiyatrist, ya da bir ortopedist ile bir medikal tasarımcı aynı konuda , aynı departman altında aynı hedef doğrultusunda çalışabilmektedir. Multidisipliner yaklaşım modern bilimin ve tıbbın ilerleyişinin yazılı olmayan bir doktrinidir ve kimin hangi konuda çalışabileceği konusu meslek grubu güdümlü yüzeysel ve işlevsel olmayan bir sınıflamadan çok kalifikasyona ve işleve bağlı bir sınıflama ile değerlendirilir. Bilimin ve tıbbın geldiği bu noktada oldukça önemsiz görünen nedenlerin tetiklediği mesleksel kimlik reaksiyonlarına direnmek iki meslek grubunun kendi içinden başlatılması gereken bir çaba ile mümkün olabilir. Türkiye’de iki meslek grubunun akademik olarak “barışması” mahkeme salonlarındaki yasa maddelerinin kazandığı zaferlerle değil, önce hastaların sağlığının düşünüldüğü, akademik bir olgunluk ile öğütülmüş bir ortak gayenin benimsenmesi ile mümkün olabilir.

ÇÖZÜME DOĞRU HAMLELER : EĞİTİM SÜRECİNİN HEDEFLENMESİ

Her iki meslek grubu, değişik kökenlerden gelmektedir. Temel Psikoloji eğitimi sırasında klinik ortama maruziyetleri çok kısıtlı olan psikoloji öğrencileri hasta-klinisyen ilişkisinin temellerini ve bu ilişkinin neresinde durdukları konusunda kafa karışıklığı yaşayabilmektedirler. Aynı şekilde tıp öğrencileri, psikoloji öğrencileri ve diğer akıl sağlığı personeli ile hiçbir teması olmadan tıp fakültesinde psikiyatri stajını tamamlamaktadırlar ve akıl sağlığında multidisipliner bir yaklaşımın vazgeçilmez olduğu gerçeğini zamanında öğrenemeyebilmekte ve  sadece biyolojik olan bir yaklaşımı çok erken evreden benimseyerek psikiyatride davranış konseptinin ve psikoterapinin yeri ve tedavide kullanımını yeterince kavramayabilmektedirler. Bu iki meslek grubu öğrencilik yıllarından birbiri ile ortak eğitim alabilecekleri ortamlarda kaynaştırılmalı ve birbirini küçümsemeyen, “ilaç yazıcı”, “dert dinleyici” gibi yüzeysel ve indirgeyici klişe tariflerle tanımalarının önüne geçilebilen bir ortak akademik kültürün temelleri öğrencilik yıllarından atılmalıdır. Bu yolda geçtiğimiz aylarda atılan adımlardan birisi kurucusu olduğum asistan girişimi olarak kar amacı taşımayan aktivitelerini sürdüren TürkPsikiyatri Portalının  sponsor olduğu ve organize ettiği Kampüs Kahvesi organizasyonudur [23]. Bu toplantıda Türkiye’nin değişik yerlerinde psikiyatriye ilgili tıp öğrencileri , klinisyen psikolog moderatör ve psikiyatristlerle aynı ortamda buluşturulmuştur. TürkPsikiyatri portalı yine yakın zamanda sitenin şemsiyesi altında psikoloji portalını açarak, moderatörleri arasında klinisyen bir psikologu da katmıştır[24], [25].Bu ve benzer girişimleri Psikolog ve Psikiyatristler Dernegi, Türk Psikiyatri Derneği ve Türk Psikologlar Derneği  gibi temel mesleki dernekler bünyesinde yapmak da mümkündür.

Bir diğer önemli konu ise, bazı psikologlar, klinik beceriler için ek formel eğitim almadan (Master, Doktora) sadece dört yıllık fen-edebiyat fakültesi lisans eğitimini temel alarak, klinisyenlik aşamasına erkenden atlamaya gayret edebilmekte ve etik olmayan durumların içine girerek, hasta sağlığını tehdit edebilecek durumlara yol açmakla kalmayıp aynı zamanda mesleğin hem toplumla hem de psikiyatristlerle olan ilişkisinin sağlıksız halde kalmasına yol açan eylemlerde bulunabilmektedir [26].  Bu gibi örnekleri psikologlar kendi mesleki topluluğu içinde izole etmeli ve bu örneklerin kendilerini temsil eder durumda görünmelerine izin vermemelidir. Aynı şekilde, psikologlara karşı, eğitimleri ve kalifikasyonlarının niteliğine bakmaksızın  doğal bir üstünlükleri olduğunu düşünen psikiyatri uzmanlarının düşüncelerinin psikiyatristlerin ortak düşüncesini yansıttığının düşünülmesine izin verilmemelidir. Hatırlanmalıdır ki, psikolog ya da psikiyatrist hasta için vardır, hastaya yardım çerçevesinde kimsenin kimseye manevi bir üstünlüğü olamaz, ancak kalifikasyon ve beceri temelli bir iş bölümü olabilir. Kalifikasyon kavramı da, meslek örgütlerininin sınırlarını aşması gereken bir kavramdır, bir kişinin bugün hastaya sunabildiği klinik becerileri hangi meslek örgütüne üye olduğundan bağımsız bir değer olarak algılanmalıdır.