BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ZAYIFLAMA İLAÇLARI PSİKOLOJİMİZİ NASIL ETKİLİYOR?

ZAYIFLIK toplumda neredeyse hepimize empoze edilen çok önemli bir olgu haline gelmiş durumda. Modern toplumlarda ince bedene sahip olmak kabul görmektedir. İsteyerek diyet yapanların çoğunluğu daha çekici olma amacındadır. Kültür, özellikle kadınların önüne “ideal bir beden şekli” koyar. İdeal beden ölçüleri, “başarı”, “güzellik”, “saygınlık” gibi anlamlar kazanır.

            İsteyerek diyet yapanların bir diğer grubu mankenler, dansçılar, balerinler, sporcular, jokeyler gibi iş yaşamlarında rekabetin önemli olduğu kişilerdir ve yeme bozuklukları geliştirme riskleri yüksektir. Bazı kadınların profesyonel ve sosyal taleplerle başa çıkamayıp, çatışma yaşadıkları ve bedensel uğraşlara yönelerek diyet yaptıkları varsayılmaktadır.

DEPRESYON OBEZİTEYE NEDEN OLUR MU?

 Kişilerin depresyona bağlı olarak kilo alabilecekleri bilinen bir durumdur. Kişilerin üzüntü, stres, sıkıntı ve yalnızlık gibi durumlarda rahatlamak ve bu sıkıntılarını azaltmak için fazla yemek yeme alışkanlığına başlamaları kilo almaları için en uygun ortamı hazırlamaktadır. Bu durum aşırı ve kontrolsüz şekilde besin alımına sebep olmaktadır. Kişilerin sıkıntılarından kurtulmak için sanki tek dostmuş gibi yemeğe sarılmaları bir bakıma obezite hastalığına yakalanmaları için attıkları ilk adım vazifesi olmaktadır.

Depresyona giren kişilerin; çikolata, kuruyemiş ve şekerleme tüketmeleri obeziteyi tetikleyen etkenler arasındadır. Bir süre sonra bu yeme alışkanlığı bir bağımlılık oluşturması sebebiyle daha hızlı kilo alımına neden olmaktadır. Özellikle çikolata gibi yiyeceklerde bulunan maddeler nedeniyle beyinde mutluluk hormonları salgılanır ve kişiler bu sayede kendilerini daha rahat ve huzurlu hissederler. Duyguların farkında olmak ve onları hissetmeye izin vermek önemlidir. Negatif duyguları hissetmek gayet normaldir.  Kendimizi iyi hissetmediğimiz zamanlar, aklımızdan geçen işlevsel olmayan düşüncelerimizi fark ederek olumsuz duygularımızı değiştirebiliriz. Kişilerin depresyondan kurtulmaları, stres yönetimi sağlamaları ve spor yapmaları onların kilo almalarını engelleyecektir. Sizleri mutlu hissettirecek diğer alanlara yönelmeniz sizlere zayıflama konusunda yardımcı olacaktır. Duygusal yeme alışkanlıklarınızdan kurtulmak, hem de neyi, nasıl yediğinizi öğrenmek için günlük tutabilirsiniz. Yapılan araştırmalarda; günlük beslenmesini ve ruh halini kaydetmeyi alışkanlık haline getiren bireylerin, ideal kilolarına inme ve koruma açısından daha başarılı oldukları görülmüş. Böyle bir günlüğe, ana ve ara öğünler, açlık derecesi, yemek yenilen yerler ve zamanlar, kimlerle yenildiği, yenilen yemeklerin miktar ve çeşidi, yemek sırasında kişinin neler hissettiği gibi ayrıntıların eklenmesi gerekiyor. Ayrıca depresyondayken zayıflamak için zayıflama ilacı kullanımına başvurmak zayıflamak açısından pek yararlı değildir. Zayıflama hedefine ulaşabilmek için doktor, diyetisyen ve psikiyatrist psikoterapist ekibinden yardım almak başarı oranını arttıracaktır.

ÇOCUKLAR DA ZAYIFLAMA İLACI KULLANILABİLİR Mİ?

 Çocukluk çağında görülen obezite vakalarında temel tedavi, yaşam tarzı değişikliği olup, ilaç tedavisi tartışmalı bir konudur. Erişkin yaşta obezite tedavisinde kullanılan ilaçların, çocukluk yaş grubunda güvenilirliği ile ilgili uzun süreli takip çalışmaları yoktur. Ancak ergenlik döneminde ve sonrasında; yaşam tarzı değişikliğine rağmen kilo verilemiyor ve obeziteye bağlı ciddi tehlikeler oluşuyorsa bazı ilaçların uzman doktor kontrolü altında kullanılması gerekebiliyor. Çocuklarda İnsülin direncinin, diyet ve egzersiz ile kontrol altına alınamadığı durumlarda insülin duyarlılığını artıran ilaçların kullanılması gerekebiliyor. Ancak çocuğun obezite tedavisinin başarılı sonuçlar verebilmesi için beslenme şeklini ve fiziksel aktiviteyi bir davranış biçimi haline getirmesi gerekiyor.

 ZAYIFLAMA ÜRÜNLERİ BAĞIMLILIK YAPAR MI?

Zayıflama ürünlerinin içinde bulunan maddeler kişide doğrudan madde bağımlılığına yol açmaz. Örneğin kafein gibi maddelerin neden olduğu bağımlılık organik değil, psikolojiktir. Dolayısıyla, “Zayıflama ürünlerinin içinde bulunan kafein kişide organik bir bağımlılığa yol açar” düşüncesi yanlıştır. Ancak sorunları çözmede ilaca başvurma söz konusu olduğunda aspirin ve zayıflama ilacının birbirinden çok farkı olduğu söylenemez. Bu yolda kullanılan her ilaç, kişide psikolojik bağımlılığa yol açabilir. Bu bağımlılık kişinin karşılaştığı zorlukları çözmesinde maddelerden yararlanma eğilimini artırarak, kişide madde bağımlılığı konusunda yatkınlığa yol açabilir.

ZAYIFLAMADAKİ BAŞARISIZLIK ÖZGÜVENİ SARSIYOR

İnsanlar her şeyin kolaylaştığı bu dönemde sorunlarını hızlı bir şekilde sonuçlandırmayı tercih ediyorlar. Hız ve sonuç odaklı olma modern dünyanın bir gerçeği haline gelmiş durumda. Arzulanan bir durumu uğraşarak ve sabrederek gerçekleştirme düşüncesi giderek terk ediliyor. Sabretme yetisi azaldıkça, insan emek vererek kalıcı kilo verme yerine vücuttan su attıran bir ilaçla geçici zayıflamayı tercih eder hale geliyor. Oysa vücuttan atılan su geri alınıyor ve kişinin eski kilosuna dönmesi ile hayal kırıklığı yaşaması kesinleşiyor. Bu durum hem kişinin özgüvenini yıkıyor hem de kişiyi çaresizlik ve yalnızlık duygusu içinde gittikçe artan bir mucize bekleyişine itiyor.

Son yıllarda çok sayıda kişi koruyucu ya da tedavi edici amaçlarla çeşitli bitki ve bitkisel ürünleri kullanmaktadır. Shakespeare’in Romeo ve Jüliet’inde Jüliet’i derin uykuya (komaya) sokan sıvı büyük bir olasılıkla bitkisel bir zehir idi. Günümüzde de sağlık çalışanları ile tüketiciler arasında bitkilerle tedavi konusundaki iletişim ve bilgilendirme eksiklikleri ölüme kadar varabilecek olaylar zincirini tetikleyebilmektedir. Çünkü bitkiler şifa amacıyla yaygın olarak kullanılmakla birlikte profesyonel sağlık dünyasında yok sayılıp göz ardı edilmekte; dolayısıyla potansiyel zararları da bilimsel ortamlarda yeterli tartışılmamaktadır. Medyada yer alan eksik bilgilendirmeler, doğal olan herşeyin zararsız olduğu” şeklinde yaygın bir inanışa yol açmaktadır. Oysa ki “doğal olan her şey yararlıdır” düşüncesi yanlıştır.

                Bir bitkide çok çeşitli bileşenler olup, henüz tanımlanmamış başka bir bileşeni istenmeyen durumlara neden olabilir. Bazı zayıflama çaylarında adları açıklanan bitkilerin yanı sıra bildirilmeyen büyük miktarlarda diüretiklere (idrar söktürücü), laksatiflere rastlanmaktadır. Bu çaylardaki bazı bileşenlerin tansiyon yükseltici ya da Na, K, plazma renin ve aldosteron düzeylerini düşürücü etkileri ölüme yol açabilir

Depresyon için kullanılan binbirdelik otu (Hypericum perforatum, St.John’s wort, sarı kantaron) “herbal Prozac” olarak da satılmakta olup monoamino oksidaz ( MAO) enzimini inhibe edebileceği gibi kullanan kişilerde, serotonin, dopamin, norepinefrin düzeylerinde artışa da yol açabilir. Bu nedenle reçete edilen antidepresanlarla birlikte kullanılmamaları gerekir. Literatürde bu otun gastrointestinal rahatsızlıklar, halsizlik, konfüzyon, baş dönmesi, ağız kuruluğu, saç dökülmesi, manik bozukluk, hiperaktivite, irritasyon, allerji, ışığa duyarlılık gibi istenmeyen olaylara neden olabildiği bildirilmektedir. Bedensel ve cinsel performansı artırmak amacıyla kullanılan Ginseng, uykusuzluk, baş ağrısı, bulantı yapabilir

Çoğu internet üzerinden denetimsiz bir şekilde satılan bu ürünlerin içine sildenafil ve sibutramin gibi maddeler katılmaktadır. Bu bileşiklerden sibutramin çoğu ülkede artık yasaklanmış bir maddedir. Bu maddenin kalp ritminde bozulma, ani kalp durması, tansiyon yükselmesi, beyin fonksiyonlarında bozulma, unutkanlık, psikolojik bozukluklar, beyin kanaması, felç, karaciğer bozukluğu ve barsak harabiyeti gibi geri dönüşsüz yan etkilere neden olduğu artık kesin olarak bilinmektedir. Yukarıdaki değerlendirmelerden de açıkça anlaşılacağı gibi ülkemizde gıda takviyesi, besin desteği gibi adlar altında serbestçe satılan bitkisel ürünlerin birçoğu kalite ve etkinlik açısından güvenilir değildir. Özellikle çaresiz kalan hasta ve yakınları, kaybedecekleri bir şey kalmadığı düşüncesiyle her çareyi deneyebiliyor ve güvenli olup olmadıklarını değerlendirmeden bitkisel ürünlerin peşinden koşuyorlar. Bu yola başvuran çoğu hasta, bitkisel ilaçları veya bu yolla yapılan tedavileri hekimlerinden gizleyerek uyguluyorlar.

Bitkilerin içerdiği yüzlerce çeşit bileşene bağlı olarak beklenmedik yan etkiler gelişebilir. Bunun yanı sıra bazıları toksisite gösterebilir ya da alınan diğer ilaçlarla etkileşime girerek kişinin rahatsızlığının artmasına neden olabilirler. Bitkilerle tedavide görülebilecek yan etkilerin sağlık çalışanları ve tüketiciler tarafından bilinmesi gerekmektedir. Bu nedenle bu konudaki bilimsel çalışmalar arttırılmalı ve gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 (242) 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ANOREKSİA-BULUMİA (YEMEME-KUSMA)

             YEME BOZUKLUKLARI “0″ BEDENİ YAKALARKEN…

            Yeme Bozuklukları anoreksiya nervoza , bulimiya nervoza ve son yıllarda tanımlanan tıkınırcasına yeme bozukluğu gibi psikiyatrik hastalıkların içinde yer aldığı bir tanı grubudur. Bu hastalıklar ruhsal kaynaklıdır ve bedensel belirtiler ön planda gibi görünse de ciddi ruhsal sorunlarla birliktedir.Tüm psikiyatrik hastalıklar içinde en ölümcül olanlarıdır. Özellikle anoreksiya nervozalı hastalar daha fazla risk altındadır. İyi örgütlenmiş yeme bozukluğu kliniklerinin olduğu ülkelerde bile, anoreksiya nervozalı  hastaların yaklaşık % 10’u  bu hastalıktan dolayı ölmektedir.

            Anoreksiya nervoza için en riskli yaşlar 14 -15 yaşlarıdır. Genelde ergenlik döneminde başladığı bildirilir ancak çok ender de olsa 9 yaşında ve menopoz sonrası kadınlarda başladığı bildiren çalışmalar vardır. Bulimiya nervoza için ise tipik başlangıç 18-19 yaş arasıdır.          

            ANOREKSİYA NERVOZA temel belirtileri;  zayıf bir bedene sahip olma arzusu, kilo almaktan aşırı korku, beden imgesinde bozukluk ve adet kesilmesidir.  Hasta kilo kaybetme amacıyla özel davranış biçimleri geliştirir. Hastaların yaklaşık yarısı bütün yiyecek alımını ileri derecede azaltarak kilo kaybeder. Bazıları yoğun egzersiz yapar. Hastaların diğer yarısı sıkı diyet uygular, ara sıra kontrol kaybederek tıkınırcasına yemek yer ve ardından bu yediklerini kusarak çıkarır. Hastalar aldıkları besinlerin kilo yapıcı etkisini azaltmak için laksatif (ishal yapıcı) , diüretik (su atıcı) gibi ilaçlara da baş vurabilirler. Sonuçta hasta, sağlığını tehdit edecek ölçüde zayıflamıştır.

            BULİMİYA NERVOZA aşırı yeme atakları  ve ardından gelen kusmaların ön planda olduğu bir yeme bozuklukları tablosudur. Hasta yine zayıf bir beden sahip olmak istediği için anoreksiya nervozadaki gibi yediklerini dışarı atmak, kalori yapıcı etkilerini gidermek için çeşitli yollara başvurur. Ancak bu tabloda farklı olarak hasta hafif kilolu ya da normal beden ağırlığındadır. 
            Genç kızlarda anoreksiya nervozanın binde bir, bulimiya nervozanın  yüzde bir  olduğu bildirilmektedir. Erkeklerde seyrektir. Klinik örneklerde erkek kadın oranı,1/10 dur.

            YEME BOZUKLUKLARININ NEDENLERİ NELERDİR?

           Hastaların aileleri onların önüne yüksek standartlar koymuşlardır. Onlar da her zaman doğru olanı yapmaya çalışmışlar ve mükemmel bir çocuk olmaya güdülenmişlerdir. Aileler, çocuklarının bağımsızlık kazanma isteklerine karşı güçlü bir direnç göstermişlerdir. Çocuklarına karşı aşırı koruyucu ve düşkündürler. Son derece katı ve sorunların çözümünde başarısızdırlar. Çocuklar, bağımsız bir yetişkin olmakta güçlük çekmişlerdir. Aileleri aşırı koruyucu oldukları için, etkili değildirler ve yetersizlik duyguları içindedirler. Anorektiklerde tek bir kişilik olmadığı görülse de, onlar genelde aşırı itaatkar, duygusal açıdan tutuk ve bağımlıdırlar.

            Anoreksiya nervozanın başlangıç yaşı göz önüne alınırsa hastalığı ergenlik değişimleri ve bu değişimlere uyum sağlamaktaki yetersizlikle açıklamak uygun gelebilir. Yine bu hastalıkların belirgin bir şekilde kadınlarda daha çok görülmesi hastalığın gelişiminde kadınlık psikolojisinin önemini vurgulamaktadır. Sosyal değişimler de özellikle bulimiya nervozanın gelişiminde rol oynamaktadır.

            Bu bozuklukların gelişimi için güncel açıklamalar çok yönlüdür, diyet yapma davranışının yeme bozukluklarının gelişimine yol açan ortak uyarıcı olduğu vurgulanmaktadır. Modern toplumlarda ince bedene sahip olmak kabul görmektedir. İsteyerek diyet yapanların çoğunluğu daha çekici olma amacındadır. Çevre ve kültür de bu hastalığın gelişiminde önemli bir rol oynar. Kültür, kadınların önüne “ideal bir beden şekli” koyar. İdeal beden ölçüleri, “başarı”, “güzellik”, “saygınlık” gibi anlamlar kazanır. Oysa kadının beden ağırlığı, sağlık ve beslenme koşulları geliştikçe artmaktadır. Dolayısıyla ideal beden şekli ile kadınların gerçek görünümü arasında ciddi bir çatışma başlar

            İsteyerek diyet yapanların bir diğer grubu mankenler, dansçılar, balerinler, sporcular, jokeyler gibi iş yaşamlarında rekabetin önemli olduğu kişilerdir ve yeme bozuklukları geliştirme riskleri yüksektir. Bazı kadınların profesyonel ve sosyal taleplerle başa çıkamayıp, çatışma yaşadıkları ve bedensel uğraşlara yönelerek diyet yaptıkları varsayılmaktadır.

            BİR ANOREKSİYA NERVOZA HASTASI NASIL DİKKATİ ÇEKER?

            Hastalar karbonhidrat ve yağ içeren gıdalar başta olmak üzere gıda alımını tamamen azaltır. Aşırı hareketli olabilir veya egzersiz yaparlar. Çoğunluğu gıda ile zihinsel düzeyde uğraşır, yemek tarifleri toplar, aileleri için özel yemekler yapar. Karbonhidratlı yiyecekleri saklar, cepte, çantada taşıyabilir. Kilo almadığına inanmak için aynaya uzun uzun bakar. Bazıları kendini tamamen şişman algılarken bazıları zayıf olduğunu, ancak karın, baldır, kalça gibi bazı bölgelerin şişman olduğunu kabul eder. Zayıflıklarının tehlikeli boyuta geldiğinin farkına varmaz. Kendilerinin etkisiz olduğunu hisseder, kilo kaybetme etkileyici bir başarı demektir ve öz saygıları ile kontrol duygusunu güçlendirir. Kendilik değerleri zayıflıklarına bağlıdır. Tedavi talebi azdır. Sıklıkla cinsel uyum kötüdür. Çoğu anorektik ergenin psikososyal cinsel gelişimi gecikmiştir ve erişkinlerde hastalığın başlaması ile cinselliğe ilgi çok azalmıştır.

            BİR BULİMİYA NERVOZA HASTASI NASIL FARK EDİLİR?


            Bulimiya nervoza genellikle bir yıl ya da daha uzun süreli diyet yaptıktan sonra gelişir. Diyet yaparak kilo kaybedilir veya başarılı olunamaz, ancak kilo kaybı, asla anoreksiya nervoza tanısı koyduracak nitelikte değildir. Yemeyi kısıtlama,tıkınma atağına yol açabilir, bunlar da karında rahatsızlık hissi, kendini kusturma veya sosyal çevrenin baskısı ile sonlanır. Tıkınma atağını sıklıkla suçluluk duygusu, depresyon ve kendini eleştirme takip eder. Bazı hastalar kilo kontrolü için  müshil kullanır ve tıkınma,uzun süre aç kalma ardışık olarak yinelenir.Az sayıda hasta  su atıcı ilaçlar  kullanır. Tıkınma sırasında yenilen gıda yüksek kalorili ve hızlı yemeyi kolaylaştıracak yapıdadır. Hastalarda kilo dalgalanmaları sıktır. Tıkınma atağı ortalama 1 saattir. Bazı hastaların el sırtında kusmanın yol açtığı nedbeler vardır. İştah azaltmak için uyarıcı madde kötüye kullanımı olabilir. Çoğu hasta düzenli yemek yemez, normal bir yemek sonunda doygunluk hissetmekte zorluk çeker. Genellikle evde, tek başına yemeği tercih ederler. Çoğunluğu normal ağırlık aralığının üst sınırında veya hafif kilolu olmalarına rağmen, ideal kilo olarak normal ağırlık aralığının alt sınırını tercih eder. Hastaların, yaklaşık % 10 u belirgin şişmandır. Çoğu hasta için tıkınma  nöbeti gerilim ve sıkıntıyı hafiflettiği için ödüllenmiş davranış olabilir. Sık olarak karmaşık, kişiler arası sorunlu ilişkiler, dürtüsel davranışlar ve yüksek düzeyde kaygılı davranışlar sergilerler. Kendilik kavramları zayıftır ve mizaç bozuklukları görülme sıklığı yüksektir. Madde ve alkol kötüye kullanımı sıktır.  Hastaların dörtte birinde  gıda, giysi ve mücevher  çalma sorunu görülür.

            Bu hastalıklar vücuttaki pek çok organı ve bu organların işleyişini olumsuz biçimde etkiler. Bu nedenle de çeşitli tıbbi sorunlar ortaya çıkar:

  • Kalp ve damar sistemi: Tansiyon düşüklüğü, nabız sayısının azalması, kalp ritm bozuklukları, kalp kasının erimesi, elektrolit bozuklukları nedeniyle ani kalp durmaları en önde gelenlerindendir.
  • Sindirim sistemi: Kusmalara bağlı yemek borusu hasarları, hatta yırtılmaları, şişkinlik, kabızlık, müshil kullanımına bağlı barsak bozuklukları
  • Hormonal değişiklikler: Adet düzensizlikleri ve adetlerin kesilmesi
  • Kemikler : Kemik erimesi (osteoporoz), kemiklerde çabuk kırılmalar
  • Dişler : Diş minelerinde erime, çürükler
  • Kansızlık ve vücudun savunma hücrelerinin azalması

            TEDAVİSİ

            Tedavi psikiyatri uzmanının öncülüğünde, hastanın durumuna göre dahiliye, kadın-doğum, diyetisyen gibi diğer tıbbi dallar ile işbirliğine geçilerek yapılmalıdır. Tek bir tedavi yaklaşımından çok bir çok yaklaşımın bir araya gelişi ile hastaya yardımcı olmak uygun olur. Psikoterapi vazgeçilmezdir, aile ile işbirliği ve ailenin tedaviye doğru katılımı önemlidir. Tedavideki ilk hedef genellikle tedavi talebi az olan hastanın tedavi iş birliği yapmasını  sağlamaktır.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 242 316 98 99 

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ANOREKSİA HASTASI MISINIZ?

Kırılgan kızların, erkeklerin beden merkezli dünyasında kayboluşlarının hikâyesi anoreksiya nervosa. Kilo almaktan ölümüne korkmak, sonra da gerçekten ölmek.

Eğer kendinizin veya bir yakınınızın Anoreksiya Nervosa hastalığına yakalanmış olabileceğinden kuşkulanıyorsanız, hemen bir hekime başvurmalısınız. Ancak bu hastalığın belirtilerini çok somut birkaç soruyla kendi kendinize saptamanız da mümkün.

Aşağıdaki testi yapmanız yeterli:

  • Yediğiniz miktarı kontrol etmekte zorlanıyor musunuz?
  • Tok olduğunuz zaman kendinizi hasta olarak görüyor musunuz?
  • Yakın bir zamanda kilo kaybettiniz mi (son üç ayda 6-6.5 kilo)?
  • Çok zayıf olduğunuz söylendiği halde kendinizin şişman olduğuna inanıyor musunuz?
  • Yemek yemenin hayatınıza tamamen hakim olduğuna inanıyor musunuz?

Her evet bir puan. Anoreksiya nervosa tanısı için 2 puan yeterlidir.

Tombul, sevimli bir öğrenci kız ya da tüy kadar hafif bir demir lady! Sarkacın iki ucunda gidip gelen hayatların, ağırlıklara endekslenmiş yaşamların tutsakları olarak yaşadılar ve öldüler. Bir çeşit Foucault Sarkacı gibi mi acaba? Eco’nun dediği gibi, “…çünkü insan isterse, her zaman, her yerde, her şeyle her şey arasında bağıntılar bulur; dünya ansızın, her şeyin her şeye yollama yaptığı, her şeyin her şeyi açıkladığı bir akrabalıklar ağına dönüşür…”
Geçtiğimiz hafta lüks bir zayıflama kliniğinde 19 yaşında 1,5 ayda 15 kilo birden verince kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Dila; 90 kiloluk gövdesini taşımak istemiyor, güzel gözlerine, harika gülüşüne rağmen sevmiyordu bedenini. Ve yaz tatilini, yaşıtlarıyla gezip eğlenmek, flört etmek yerine gönüllü olarak bir işkence kampında geçirmeyi tercih etmişti. Henüz o kadar gençti ki bu gönüllü işkenceyi adlandırmaktan bile acizdi. Benzer bir duyguyu 30 yıldan uzun bir süre yaşamış olan Leyla Akçağlılar ile konuşmuş olsa sonuç farklı olur muydu acaba?..

CEZAM AÇLIK OLDU • Leyla Akçağlılar, birkaç ay önce verdiği bir röportajda anoreksiya canavarını tanıyanlara çok tanıdık gelecek öyküsünün başlangıcını şöyle anlatmıştı: “Paris’teyken dönemin mankeni Twiggy çok zayıftı. Genç kızlar onun kadar ince olmak istiyordu. Ben de bu eğilimden çok etkilendim. Yememek için kendimi tuttum. Türkiye’deyken ailem tüm yaşamımı kontrol ediyordu. Çok düşkün olduğum babam çok dominanttır. Hiçbir şeye kendim karar veremiyor, yalnız yapamıyordum. Paris’e tek başıma okumaya gidince, hiç olmazsa bedenimi kontrol edebilme şansım oldu. Kendimi cezalandırmak istercesine vücudumdan acısını çıkarmaya çalıştım.”

TEHLİKELİ OYUNCAK BARBIE • Sussex Üniversitesi’nden Helga Dittmar, Developmental Psychology dergisinde yayınlanan çalışmasında; Barbie bebeklerin aşırı zayıf vücutlarıyla örnek teşkil ettikleri kız çocukların kendi vücutlarından hoşnutsuzluk duymalarına neden olduğunu belirtiyor. “Bu hoşnutsuzluk, çocuğun çok erken bir yaşta vücuduyla didişmesine ve anoreksiya ya da bulumia nervosa gibi yeme bozukluklarına neden olabiliyor” diyen Dittmar, dünyada her yüz bin kadından ancak bir tanesinin Barbie’lerle empoze edilen vücut formuna bürünebileceğini de ekliyor. Yani, Barbie’yi mutlak güzellik olarak kavrayan her 100 bin kız çocuğunun 99 bin 999’u hayatlarını vücutlarından memnun olmadan sürdürmek zorunda kalıyor.
Aktüel psikoloji Editörü Maruf Beçene Anoreksiya Nervoza ve Çağdaş İnsanın Beden Algısı başlıklı yazısında şöyle bir tespit yapıyor: “Anoreksiya modern insanın tüketim alışkanlığıyla ilişkilendirilebilecek bir hastalıktır. Temel ihtiyaçların çok rahat giderilebildiği ve beslenme sorununun olmadığı bir ailede kişi psikolojik olarak bir sorun alanı oluşturma gereksinimi duyabilir. Burada sorun olarak muhatap alınabileceği ve ilişki kurabileceği en yakın nesne kendi bedenidir. Bu tür vakaların çoğunda toplumsal kabul ile fiziksel görünüm eşdeğer görülür. Kitle iletişim araçları vasıtasıyla ideal beden ölçüleri yaşamsal bir hedef olarak kişinin önünde durur. Bu hedefe yaklaşıldığında bu defa oluşturulan ideal bedeni kaybetmemek için farkında olmadan yemek yeme davranışını reddetme devam eder.”

HASTALIĞIN ADI 17. YÜZYILDAN • Anoreksiya, kendisini “bozuk, ucube” gören kadının kendi bedenine uyguladığı şiddetin bir göstergesi olarak 1600’lü yıllardan beri bilinirdi. Önceleri “Holy Anoreksiya” yani “Kutsal Anoreksiya” olarak adlandırıldı. O döneme ait vakaların daha çok dinî yayınlarda izleri sürülürken, bu durum, koyu sofuluk, çilecilik, din uğruna dünya zevklerinden vazgeçme anlamında ve özenildiği görülüyor. Bir tıbbi vaka olarak ilk kayıt ise 1689 yılında Londra’dan. Richard Morton 18 yaşında hastalanan, bütün gıdaları ve ilaçları reddederek 3 ay sonra ölen hastası ile tıbbi literatüre geçen “nervous consumption” adı verdiği ilk vakayı yayınlamış.
Fransız feminist Simone De Beauvoir’nın “Erkekleri memnun etmeyi hayatlarının birincil hedefi olarak gören kadınlar, kendilerini deforme olmuş, bozulmuş görmekten çok rahatsız olurlar” sözünü hatırlamamak mümkün değil.

BÜYÜMEKTEN KORKUYORUM • “Ben belki de ‘büyümek’ istemiyorum, çocuk kalmak istiyorum, çocuk gibi sevilmek…” Türkiye’de bu konuda birkaç yıl önce yapılmış klinik bir araştırmaya gönüllü katılmış anoreksiya nervosalı hasta grubundan bir kadının sözleri bunlar. Tanımlanan kadın kalıplarına uyamayan ve uyamayacağını anlayan kadının çocuk kalmayı tercih etmesini çok güzel özetliyor. 2003-2004 yıllarında Dr. Funda Keçeli’nin yürüttüğü araştırmada yeme bozukluğu olan 34 hasta, normal denek grubuyla karşılaştırmalı bir çalışmada yer almış. Yaşları 18-36 arasında değişen gruba ve Funda Keçeli’ye ülkemizde bu konuda yapılan tek bilimsel araştırmanın sonuçlarını bize aktardıkları için teşekkür ediyoruz…

CANAVARLAR YALNIZ GEZMEZ • Anoreksiyanın bir de kardeşi var: Blumia nervosa. Kontrolsüz, aşırı, hızlı, tıkınırcasına yeme ve hemen ardından yediklerini kusarak çıkarma. Bir hastalıktan ziyade manidar bir metafor gibi durmuyor mu? Binyıllardır kendisine biçilen rollere, sosyal statülere, ikincilliğe razı olan kadına bu kez büyüklüğü hakkında da yeni bir emir geliyor. Bir karışlık bir yer gösterip “Uzayda bundan fazla yer kaplamanız yasaklanmıştır sayın bayan” deniyor. İşinize gelirse. Bize uygun görülen büyüklüğün üstüne çıkmamıza neden olacak birşeyler yediğimizde hemen çıkarmamız gerekiyor. “Zehirleniyoruz” çünkü. Ben demiyorum bunu. Feminizm de demiyor! Modern psikiyatri ve psikanalizin önemli temsilcilerinden Otto Fenichel “maddesiz zehirlenme” adıyla anıyor Blumia Nervosa’yı.

TANRILAR KURBAN İSTER • Şimdi gelelim bize örnek gösterilen kadınları yaratanlara ve kullananlara. Modacı Hakan Yıldırım “Top modeller zayıf ama sağlıklı” diyor kendisine ‘sıfır beden’ sorulduğunda. “Sıfır beden kavramı tamamen uydurma bir kavram. Sıfır beden diyerek sanırım 34 bedenden bahsediliyor. 34 beden olan biri sağlık beslenerek bu kiloda kalıyor olabilir. Dünyaya baktığımızda top modeller 34 veya 36 beden. Sağlıklı görünüyorlar, ciltleri çok güzel. Hastalıklı bir görüntüye sahip değiller. Çünkü dengeli ve sağlıklı besleniyorlar… Ben de defilelerimde 34-36 beden mankenlerle çalışmayı tercih ediyorum. Kıyafetler onların üzerinde daha güzel duruyor.”
Manken denen “canlı”nın en az 1.75 boyunda olması gerektiği bilgisini ve bu boyda bir insanın 34 bedene sığmak için kaç kilo olması gerektiği hesabını biz yapadururken Hakan Yıldırım’a cevabı dürüst ve cesur bir dişi versin, biz girmeyelim araya… 28 yaşında, Konya’da yaşayan Dişikarga rumuzlu itiraf.com yazarından aktarıyoruz: “Boyum 1.78. Ağır anoreksiya teşhisi ile hastaneye kaldırıldığımda 41 kiloydum. Genelde de ‘blumia’ yani ‘kusma hastalığı’ sonrasında ‘anoreksiya’ya yakalanırsınız. Hızla kilo verdiğiniz halde hâlâ çok kilolu olduğunuzu düşünürsünüz. Saçlarınız dökülür, âdetiniz düzensizleşir, gözlerinizin altı çöker, diş eti problemleriniz başlar. Polis kontrollerinde ‘eroin kullanan kişi’ zannedilir, bu şekilde damga yersiniz. Hatta bazen nezarete alındığınız bile olur! Cildiniz bozulur. Her şey midenizi bulandırır. Yatağın altına depoladığınız ve yemediğiniz yiyecekleri gören anneniz üzüntüden ağlama krizleri geçirir. Asla bir doktora görünmek istemezsiniz çünkü sizi şişmanlatacağını düşünürsünüz. En önemlisi de, hasta olduğunuzu kabul etmezsiniz. Böbrek yetmezliği ve mide kanamalarına yol açan hastalığınız sizi zayıflattığı için bu da size nimet gibi gelir. Sürekli mide ağrısı çekersiniz. Her sabah kusarsınız. Ta ki bir gün bayılıp hastaneye kaldırıldığınızda gerçek kafanıza dank eder. Ölmek üzeresinizdir! Ben bunları yaşadım. Şu anda 50 kiloyum…”

GÜZELLİK GÖRECELİDİR • Amerikan Sağlık dergisi Health Magazine’in 2002 yılında yayınladığı bir araştırmaya göre; televizyondaki kadın karakterlerin yüzde 32’si normalin altında bir kiloya sahipken, bu karakterleri izleyen Amerikan seyircisinin sadece yüzde 5’lik bir bölümünün kilo sorunu yokmuş. Amerika’da kadın güzelliği üzerine bir kitap hazırlayan psikolog Stephen Huey, on milyonlarca sağlıklı kadının, yarışmalar kanalıyla empoze edilen “hastalıklı ideal ölçü” yüzünden kendini kilolu ve çirkin görmeye başladığını söylüyor.

GÜZELLİK YARIŞ(TIR)MALARI • Johns Hopkins Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre 1970 yılından beri ABD’de güzellik kraliçesi seçilen kızların yarısından fazlasının BKE (Beden Kitle Endeksi) 18,5’in altında. Yani Dünya Sağlık Örgütü’nün kriterlerine göre bu kızlar açlık sınırının altında. Normal ölçü ise 20-25 arası.
Geçtiğimiz yıl ülkemizde düzenlenen bir güzellik yarışmanın katılımcılarından birinin bir köşe yazarına gönderdiği ve yarışmasının hazırlık kampını anlattığı mektup ise bizdeki durumu ortaya koyuyor: “Size Miss Turkey hakkında bazı şeyler yazmak istiyorum. Güzellerden biriyim. Adımı veremem, çünkü yarışmaya girmeden önce bazı sözleşmeler imzaladık. …Neler çektiğimizi bir Allah bilir, bir de biz… Aç kaldık. Son 3 gün hariç -ki geriye 15 gün kalıyor- aramızda anoreksiya sınırına gelen, 1.76 boy 47 kiloya kadar düşen kızlar vardı. Son güne kadar 45’e düştüler. O kadar aç kaldık ki, koreografiler aklımıza girmiyor, başımız dönüyordu. Aç olduğumuzu söyleyince kamp görevlileri tarafından azarlanıyor, hakaretlere maruz kalıyorduk. Protein, vitamin hiç bir şey yiyemiyorduk. Dişlerimiz kanamaya başladı. O kadar kötü muamele gördük ki, her gün ağlıyorduk.”
Psikiyatrist Kemal Sayar’dan alıntılayarak bitirelim: “Kırılgan kızlar ya terk edişin soylu dağında bir münzevi olur, ya da hayata bir yerinden katılır ve içlerinde zaman zaman nöbetler halinde dışarı vuran bir sızıyla yaşamayı sürdürürler. ‘Yaşamıyor gibi yaşamak’ sanatının ustasıdır onlar. Mağlupların bilgeliği vardır. Dünyanın mağlupları, dünyayı yerleşmeye değer bir yer olarak görmeyenlerdir…”

BİR DE ERKEK TANIK • Kurbanlarının yüzde 90’ını genç kızlar ve kadınlar oluşturuyor dedik ama, özellikle eşcinsel ya da bedeniyle önde olan genç erkeklerin de mustarip olduğu bu derdi “Uludağ sözlük”teki bir entry’de Chatin mahlaslı bir arkadaşımızdan öğreniyoruz: “Hayatın ırzına geçmektir aslında. Evet lan tecrübeliyim ki olay budur. Sadece kendinin değil yakınındakilerin de hayatının ırzına geçmektir aslında. Domates salatalıkla geçen hayat. Hastaneler, tedaviler, tedaviyi reddedişler. En komik yanlarından biri artık yalan bir hayat biçimi olur. Herşey ama herşey için bir yalan vardır. Yalan için bile! Sanıldığı üzere sadece kızlarda olmaz bu erkeklerde de olur. Aslında bir yeme bozukluğundan öte bir fobi. Belki de bir obsesyon olur erkişide. Er’i gider, kişi’si kalır. Bir aralar normal olduğun kilolar dahi artık normal gelmez ve bir uyku bir depresyon alır seni götürür uzaklara. Ama hep yalnızlık var sonunda, yalnızlık ömür boyu… Ve girdap gibi içine alır seni, artık dosların coca cola zero ve sigara dır. Ötesinde kendin bile dost değilsindir. Ve gittikçe kendinden uzaklaşırsın. Seni sen yapanlardan da. En boktan tarafı ise kendindeki anormalliği görmemek, normal sanılan bir haklılık hissetmedir. Ve inat etmektir yanlışta. Yanlış olduğunu herkesin söylemesine rağmen…”

ANOREKSİYA NERVOSA NEDİR

Kişinin, normal vücut ağırlığını, minimum düzeyde de olsa koruyup sürdürmeyi reddetmesi olarak tanımlanan Anoreksiya Nervosa, vücut şekli ve büyüklüğünü algılayışta ciddi bir hoşnutsuzluk ve kilo almayla ilgili oluşmuş yoğun bir korkunun toplamıdır” diye tanımlanıyor. Genellikle Blumia nervosa’nın, yani kontrolsüz yeme ve bilinçli kusma nöbetlerinden oluşan hastalığın da eşlik ettiği anoreksiya vakalarının ortaya çıkış yaşı yüzde 90 vakada ergenlik dönemindeki kadınlarda görülüyor. Ergen erkeklerde ve yetişkin kadın ya da erkeklerde pek nadir ortaya çıkan bir hastalık…

“Kilo vermek için beslenme alışkanlığının aşırı bir biçimde denetlenmesine yol açan psikopatalojik davranış bozukluğu” olarak da tanımlanan Anoreksiya Nervosa’nın ortaya çıkması değilse bile yaygınlaşması ve özellikle kilo konusundaki medya ve kozmetik dünyası telkinleri, erkek bakış açısı ile karşılıklı bir etkileşim halinde ortaya çıkıyor.

ANOREKSİYA HASTASI OLAN ÜNLÜLER:

  • Nicole Richie: Geçtiğimiz aylarda doğum yapan Nicole Richie, birkaç hafta içinde o hastalıklı zayıf görüntüsüne geri döndü.
  • Ana Carolina Reston: Brezilyalı top model. 21 yaşında hayata gözlerini yumduğunda, sadece 39 kiloydu
  • Karen Carpenter: Daha çekici görünmek için su diyetine başlayıp 17 kilo veren şarkıcı, öldüğünde 38 kiloydu.
  • Mary-Kate Olsen: Dünyanın en ünlü ikizlerinden biri olan Olsen, hâlâ hastalığıyla mücadele ediyor.
  • Ve aralarında Prenses Diana, Keira Knightley, Kate Bosworth, Nicky Hilton, Lindsay Lohan, Jenna Jameson’ın da olduğu, öyküleri bilinen veya bilinmeyen on binlerce genç kadın…

KAYNAK: www.taraf.com.tr

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

YEMEME HASTALIĞI (ANOREKSİA NERVOSA)

Anoreksiya nervoza bir yeme bozukluğudur. Anoreksiyalı insanların yoğun bir kilo alma korkusu vardır. Yediklerini aşırı kısıtlarlar ve tehlikeli düzeyde zayıflayabilirler.

Anoreksiya hem bedeni hem de zihni etkiler. Diyet yapmakla başlayıp, sonradan kontrolden çıkabilir. Sürekli gıda, diyet ve kiloyu düşünmeye başlarsınız. Çarpık bir beden imgeniz vardır. Herkes çok zayıf olduğunuzu söyler, fakat siz aynaya baktığınızda şişman birini görürsünüz.

Anoreksi genellikle gençlik çağında başlar. Kadınlarda erkeklerden daha sık görülür. Erken teşhis ve tedavi çok daha etkili olur. Fakat başında tedavi edilmezse, yaşam boyu sürecek bir problem haline gelir. Tedavi edilmemiş anoreksi ölüm derecesinde açlığa ve osteoporoz (kemik erimesi), böbrek hasarı ve kalp rahatsızlıkları gibi hastalıklara yol açabilir. Bazı insanlar bu problemlerden ölür.

Siz veya tanıdığınız birinde anoreksiya varsa, hemen yardım alın. Bu problem ne kadar uzun sürerse, başa çıkması o kadar güçleşir. Tedaviyle, anoreksiyalı bir kişi kendini daha iyi hisseder ve sağlıklı beden ağırlığına kavuşur.

Anoreksiyaya ne sebep olur?

Yeme bozuklukları, uzmanların tam olarak nedenini saptayamadığı karmaşık rahatsızlıklardır. Buna, aile geçmişi, sosyal faktörler ve kişilik özellikler sebep olabilir. Anoreksiyaya aşağıdaki şartlarda daha meyilli olunabilir:

  •          Ailenizde anoreksiya veya bulimiya nervoza gibi yeme bozukluğu olanlar var
  •          Bale, mankenlik veya jimnastik gibi bedeninizi sürekli kontrol altında tutmanızı gerektiren bir iş veya spor yapıyorsunuz.
  •          Her zaman mükemmel olmaya çalışan, asla yeterince iyi hissetmeyen veya çok fazla endişe duyan birisiniz.
  •          Boşanma, taşınma, okul değiştirme, sevdiğiniz birini kaybetme gibi stres dolu yaşamsal olaylarla uğraşıyorsunuz.

Anoreksiya’da Belirtiler nelerdir?

Anoreksiyalı kişiler çoğunlukla bir problemleri olduğunu şiddetle reddederler. Yaptıklarını görmez veya buna inanmazlar. Yardım almalarını sağlamak çoğunlukla sevdiklerine kalır. Eğer durumundan şüphelendiğiniz biri varsa, bazı belirtilere bakabilirsiniz.

Anoreksiyalı kişiler:

  •          Normal veya sağlıklıdan daha zayıftır
  •          Kilo almaktan çok korkarlar
  •          Normal kiloda kalmayı reddederler
  •          Çok zayıf bile olsalar kilolu olduklarını düşünürler

Hayatlarını kilo vermeye odaklarlar:

  •          Yemek, kilo ve diyet saplantıları vardır
  •          Yiyecekleri miktarı aşırı sınırlarlar
  •          Hasta bile olsalar çok fazla egzersiz yaparlar
  •          Kilo alımını engellemek için kusarlar, laksatif kullanırlar veya idrar söktürücü kullanırlar

Anoreksiyaya meyilli olanların kişilik özellikleri:

  •          Düşük özsaygı
  •          Öfke, üzüntü veya korku gibi negatif duygularını anlatmada zorlanma
  •          Çatışmalarla başa çıkmada zorlanma
  •          Diğerlerini memnun etme ihtiyacı
  •          Mükemmeliyetçilik veya yaptığı her işte en iyi olma çabası
  •          Kontrollü olma ihtiyacı
  •          Dikkat çekme ihtiyacı
  •          Ebeveynle problemli ilişki (yine de görünüşte yakın bir ilişkileri vardır)
  •          Aileden ayrılmada veya bağımsız olmada zorlanma
  •          Ailenin yüksek beklentileri
  •          Büyümekle veya cinsel olarak gelişmekle (ergenlikteki bedensel değişimler dahil) ilgili korku veya ambivalans
  •          Daha bağımsız veya kendine yetmesi gerektiğine dair taleplerle mücadele etme
  •          Kimlik problemleri—kim olduğu ve hayatını nasıl yönlendirmesi gerektiğinden emin olamama

Ayrıca yeme bozuklukları olanlarda şunlar da görülebilir:

  •          Ruh hali bozuklukları, özellikle depresyon
  •          Yaşıtlarından daha çocukça hareketler
  •          Sinirlilik ya da sosyal etkileşim kurmada ki yetersizlik nedeniyle, diğer insanlarla geçinmede zorluk çekme
  •          Obsesif-kompülsif özellikler

Anoreksiya’da Teşhis:

Eğer doktorunuz yeme bozukluğunuz olduğunu düşünürse, kilonuzu boyunuza ve yaşınıza göre olması gerekenle karşılaştıracaktır. Yeterince beslenmemenin neden olabileceği belirtileri araştırmak için, kalbinizi, ciğerlerinizi, tansiyonunuzu, derinizi ve saçınızı da kontrol edecektir. Sizden bazı kan testleri ve röntgen çektirmenizi de isteyebilir.

Yeme bozukluklarında rol oynayabilecek anksiyete, depresyon gibi zihinsel rahatsızlıkları da araştırmak amacıyla, kendinizi nasıl hissettiğinize dair sorular da sorabilir.

Anoreksiya’da Tedavi:

Anoreksiyalı herkesin tedavi olması gerekir. Anoreksiya belirtilerinden ikisini bile gösterseniz, yardım isteyin. Erken teşhis ve tedavi anoreksiyayla baş etmeyi çok kolaylaştırır.

Tedavi sağlıklı kilonuza ulaşmanızı, kendinizi daha iyi hissetmenizi, daha iyi ve sağlıklı yeme alışkanlıkları edinmenizi sağlar. Anoreksiya hem fiziksel hem de duygusal bir problem olduğu için; doktor, diyetisyen ve bir ruhsal sağlık danışmanıyla yapılan tedavi daha olumlu cevap verir.

Eğer kilonuz aşırı düşükse, bir hastanede tedavi görmeniz gerekir.

Anoreksiyayla başa çıkmak uzun bir zaman alabilir, eski kötü alışkanlıklara dönmek ve gerilemeler yaşamak olasıdır. Probleminizi kendi başınıza çözmeye çalışmayın, muhakkak yardım alın.

Eğer çocuğunuzda anoreksiya olduğunu düşünüyorsanız:

  •          Onunla konuşun. Neden endişe duyduğunuzu anlatın. Umurunuzda olduğunu anlamasını sağlayın.
  •          Kendiniz ve çocuğunuz için bir doktor veya danışmandan randevu alın.

Eğer tanıdığınız birinde anoreksiya olduğunu düşünüyorsanız:

  •          Ebeveyn, öğretmen, danışman veya doktor gibi fark yaratabilecek birine bu durumdan bahsedin. Anoreksiyalı kişi yardıma ihtiyacı olmadığı konusunda inat edecektir, fakat yardıma ihtiyacı vardır. Ne kadar çabuk yardım alırsa, o kadar kısa sürede iyileşir.

Eğer fiziksel olarak yaşamınızı tehdit eden bir durumda değilseniz, tedaviniz muhtemelen şöyle olacaktır:

  •          Tıbbi tedavi: Eğer kötü beslenme ve aşırı açlık bedeninizi yıpratmaya başlamışsa, tıbbi tedavi öncelikli olmalıdır. Doktorunuz osteoporoz, kalp rahatsızlıkları veya depresyon gibi anoreksiyanın sebep olduğu tıbbi durumları tedavi edecektir. Siz iyileşmeye başladıkça, doktorunuz boyunuz ve kilonuzun oranını takip etmeye devam edecektir.
  •          Beslenme danışmanlığı: Diplomalı bir diyetisyen sağlıklı bir yolla kilo almanızı sağlayacaktır. Sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanacaksınız ve dengeli beslenmeyi daha iyi kavrayacaksınız.

İyileşme sürecinizin önemli bir bölümü şunlardan oluşacaktır:

  •          Yeme alışkanlıklarınızın kontrolünü elinize alma
  •          Duygusal açıdan kendinize bakmayı öğrenme
  •          Size yardım etmeye çalışan insanlara güvenme

Anoreksiyalı gençlerde, ailenin de tedaviye dahil olması yararlıdır. Aile terapisi anne babaların çocuklarına hem duygusal hem de fiziksel olarak destek vermelerine yardımcı olur. Ayrıca ebeveynlerin çocuklarına dengeli beslenme örneği olmalarına da destek olur. Kardeşler de birbirine destek olabilir. Aile, grup terapileri veya bireysel terapilerin hepsi etkilidir.

Eğer daha fazla yardıma ihtiyacınız varsa:

Kronik anoreksiya hastaneye yatma dahil uzun yıllar tedavi gerektirir. Genellikle psikolojik danışmanlık tedaviye dahildir. Bir danışman sizin yeni başa çıkma stratejileri planlamanıza ve stres yönetimini uygulamanıza ve nüksetmelerin önlenmesine yardımcı olacaktır. Danışman sizin yemek ve bedeniniz hakkında sağlıklı düşünmenize yardımcı olacaktır.

Acil bakıma ihtiyacınız varsa:

Aşırı derecede zayıf olmak, aşırı su kaybı (dehidrasyon), ölüm derecesinde açlık (starvasyon) ve elektrolit dengesizliğine sebep olur ve bunların hepsi yaşamsal tehdit oluşturur. Bu durumda acil tıbbi tedaviye ihtiyacınız var demektir. Bir hastanede ya da yeme bozuklukları merkezinde yapılan tedavi şunlardan oluşur:

  •          Starvasyon tedavisi: Dehidrasyon, elektrolit dengesizliği, kalp rahatsızlığı gibi sebep olduğu tıbbi problemler tedavi edilir. Eğer yemek yiyemeyecek durumdaysanız gıdanız sıvı formda verilir.
  •          Gıdasal rehabilitasyon: daha sağlıklı bir kiloya dikkatli bir şekilde ve aşama aşama ulaşmanıza, bedeninizin ne zaman aç ve ne zaman tok olduğunu anlamanıza ve sağlıklı beslenmeye başlamanıza yardımcı olunur.

Eğer kilonuz, sağlıklı kilonun % 25 altındaysa hastaneye yatmanız gerekir.

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

UYKU BOZUKLUKLARI

 

UYKUSUZLUK – PRİMER İNSOMNİA
En az bir ay süreyle, uykuya dalmakta ya da sürdürmede güçlük olması ya da dinlendirici bir uyku uyunmamasıdır
Uyku bozukluğu, klinik açıdan belirgin sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarada ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında bozulmaya neden olur
Sadece Narkolepsi, Solunumla ilgili uyku bozukluğu, Sirkadian Ritim Uyku Bozukluğu ya da Parasomnia sırasında ortaya çıkmamaktadır
Başka bir mental bozukluk yoktur
Madde kullanımına ağlı değildir

AŞIRI UYKU – PRİMER HİPERSOMNİA
Başlıca yakınma, hemen hergün, gündüz uyku epizodlarının olması ya da uyku epizodlarının uzaması ile kendini gösteren ve en az bir ay süren aşırı uykulu olma durumudur.
Uyku bozukluğu, klinik açıdan belirgin sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarada ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında bozulmaya neden olur
Uykusuzluk ile açıklanamaz. Sadece Narkolepsi, Solunumla ilgili uyku bozukluğu, Sirkadian Ritim Uyku Bozukluğu ya da Parasomnia sırasında ortaya çıkmamaktadır
Başka bir mental bozukluk yoktur
Madde kullanımına ağlı değildir

NARKOLEPSİ
A. En az üç ay süreyle hergün ortaya çıkankarşı konamaz dinlendirici ataklarının olması
B. Aşağidakilerden birinin ya da her ikisinin birlikte olması
1. Katalepsi ( Yoğun bir duyguya eşlik eden birden ortaya çıkan ve kısa süren bilateral kas tonusu kaybı epizodları)
2. Hipnopompik (uykudan uyanırken) ya da hipnogojik(uykuya dalarken) patolojik bir anlamtaşımayan varsanılar( hallüsinasyonlar) ya da uyku epizodlarının başında ya da sonunda uyku paralizisinin olması ile kendini gösteren, hızlı göz hareketleri uykusuna ilişkin ögelerin uyku ve uyanıklık arasındaki geçişe rtekrarlayıcı sızması
C. Madde ya da genel tıbbi durumun fizyolojik etkilerine bağlı değildir.

SOLUNUMLA İLİŞKİLİ UYKU BOZUKLUĞU
A. Obstriktif (tıkayıcı) ya da santral(merkezi) uyku apnesi sendromu ya da santral alveolar hipoventilasyon sendromu bağlı olduğu yargısına varılan aşırı uykulu olma durumuna ya da insomniaya (uykusuzluğa) yol açan uyku bozukluğu
B. Mental bzoukluk,madde ve genel tıbbi durum yoktur.

SİRKADİAN RİTİM UYKU BOZUKLUĞU
Gecikmeli Uyku Evresi: İstenen daha erken bir saate uykuya dalamama ve uyanamama ile belirli olmak üzere uykuya dalma ve uyanma saatlerinin sürekli bir biçimde geç olması
Jet Lag Tipi: Birden çok zaman diliminin geçilmesine bağlı uyanıklık ya da uykulu olma
Değişen Mesai Saatleri Tipi: Değişen çalışma koşulları
Belirlenmemiş Tip.

KABUS BOZUKLUĞU
Genellikle sağkalım, güvenliğe ya da benlik saygısına tahdit içeren, uzun süreli ve korkutucu rüyaları ayrıntıları ile hatırlayarak tekrar takrar uyanma. Uyku döneminin ikinci yarısında olur
Konfüzyon ((şaşkınlık) yoktur
Etkinliklerde bozulmaya neden olur

UYKUDA KORKU BOZUKLUĞU
Asıl uyku döneminin ilk üçtebirinde ortaya çıkan ve yersiz bir korku içinde çığlık atmaya başlayan, yineleyen, birden uykudan uyanma dönemleri.
Her dönemde yoğun bir korku, taşikardia8kalp atım hızında artma), hızlı solunum ve terleme
Rahatlatma çabalarına tepkisiz kalma
Rüya anımsanmaz ve geçirilen döneme dair geçmişi hatırlayamama( amnezi) vardır
Etkinliklerde azalmaya neden olur.

UYURGEZER BOZUKLUĞU
Uykunun ilk üçte birinde ortaya çıkar.
Boş ve gözünü diker bakar, tepkisiz kalır ve büyük zorlukla uyandırılır.
O dönemi anımsamaz
Etkinliklerde bozulmaya neden olur.

2. UYKU BOZUKLUKLARI VE UYKU HİJYENİ

Uyku sorunlarıyla genel olarak sık karşılaşılır ve şiddetli ya da uzun süreli olduğunda yaşamı olumsuz yönde etkiler. Uyku bozuklukları fiziksel ve psikolojik nedenler dikkate alındığında ikiye ayrılır. Öncelikle bu ayrımın yapılması ve eğer uzman yardımı alınacaksa ilgili alanlar belirlendikten sonra tedaviye geçilmesi uygun olur. Uyku bozukluklarının fiziksel nedenlerinin tedavisinde kulak burun boğaz uzmanları, göğüs hastalıkları uzmanları ve nörologlar rol alırken, psikolojik etkenlerin araştırılmasında ve tedavisinde psikiyatristler rol alır. Fiziksel sorunu olmayanlarda, duygusal açıdan aşırı baskı hissedildiği zamanlarda uyku sorunları daha sık ortaya çıkar. Sıkıntı, gün içinde yaşanan olayların zihinde devamlı canlanması ve yoğun heyecanlar uykuyu belirgin düzeyde etkileyebilir. Uyku sorunları; uykuya dalmayla, uykuyu sürdürmeyle ve uykunun derinliğiyle ilişkili olabilir. Uykuya dalamayanlar uykudan önce uzun bir süreyi uyumaya çalışarak geçirir. Uykuyu sürdüremeyenler gecenin üçünde uyanır ve uyuyamaz. Uyku derinliği iyi olmayanlar ise gece sık sık uyanır ve sabah kalktığında sanki bütün geceyi uyanık geçirmiş gibi hissederler. Uyku bozukluklarına sıklıkla yorgunluk eşlik eder ve uzun sürdüğünde kişide ciddi düzeyde baskı yaratarak psikiyatrik rahatsızlıklara (depresyon, panik bozukluk gibi) neden olabilir.
Kadınlarda uykusuzluğa daha sık rastlanırken, erkelerde solunum yolu tıkanıklıklarına bağlı uyku sorunları daha sıktır. Yaşlandıkça uyku sorunları artar, uyku süresi kısalır, sık sık uyanma gözlenir. Uyku düzenini kontrol altına alma ve devamlı bir şekilde dengeli bir uyku düzeni oluşturma fiziksel ve psikolojik hastalıklarla baş etmede, sağlığı korumada çok önemlidir. Herkesin dinlenmeye ihtiyacı vardır.

En sık uykusuzluk nedeni günlük yaşantıda her zamankine göre değişiklikler olmasıdır. Örneğin seyahat etme, çalışma saatlerinde değişiklik, yeme, egzersiz, eğlence gibi davranışlarda her zamankine göre aksamalar ve kişiler arası ilişki sorunları, uykuyu bozabilir.

Uykusuzluğa neden olan ve en sık karşılaşılan etkenler aşağıda sıralanmıştır. Uyku bozuklukları; geçici, kısa süreli ve uzun süreli olarak da üçe ayrılır;

GEÇICI SÜREYLE – BIRKAÇ GÜN SÜREN:
Kısa süreli hastalıklar,
sosyal olayların yarattığı baskı,
jet lag,
çalışma saatlerindeki değişiklikler.

KISA SÜREYLE – BIRKAÇ HAFTA SÜREN:
Bir yakının ölümü,
baskı hissetme,
ilaçlar.

UZUN SÜRELI UYKUSUZLUK:
Süreğen fiziksel hastalıklar
depresyon,
süreğen kaygı,
uzamış yas,
alışkanlıklar (çay, kahve içmek gibi),
alkol.

BIRINCIL UYKU BOZUKLUKLARI:
Uykuda uzun süreli solunum durması
Huzursuz bacak sendromu
Narkolepsi

Fiziksel bir nedenin olmadığı geçici ve kısa süreli uyku bozulmalarında aşağıda sıralanan maddelere dikkat etmekle sorun kolaylıkla çözülür. Ama uyku bozukluğu uzun süredir devam ediyor ve aşağıdaki önerilere dikkat edildiği halde düzeltilemiyorsa devreye ilaç tedavisi ve psikoterapi girmeli, bir uzmandan yardım istenmelidir. Uykunun düzeltilmesi için ilaç kullanılsa bile aşağıdaki öneriler de dikkate alınarak iyi bir uyku alışkanlığı kazanılmalıdır. Eğer ilaç kullanılırken iyi bir uyku ritmi ve kalitesi yakalanabilirse, ilaç bırakıldıktan sonra uyku kalitesi ve ritmi iyi bir biçimde devam edebilecektir. Ama yalnızca ilaçla uykunun düzeltilmeye çalışılması ve temelde yatan başka etkenler varsa bunlara eğilinilmemesi geçici bir iyilik verecektir.
İyi bir uykuya sahip olmak için yapılması gereken, uykunun hijyenine dikkat etmek ve kaliteli uykuyu sağlamaya çalışmaktır. Uykunun kalitesini korumak için aşağıdaki önerileri dikkate almanız size yardımcı olur.

ŞUNLARI UYGULAMAYA DİKKAT EDİN:
1. Her gün yatağa aynı saatte yatın. Çok yorgun olsanız bile normal saatinizde yatmaya çalışın. Eğer çok erken yatarsanız bir sonraki gece zor uyuyabilirsiniz. Genel olarak bir uyku ritmi yaklamanız ve uykuvaktinizin geceye denk gelmesi iyi olacaktır.
2. Gece farklı bir saatte yatmış olsanız da her gün yataktan aynı saatte kalkın. Buna hafta sonları da dikkat edin çünkü yatış ve kalkış saatleri uyku ritminin korunmasında çok önemlidir.
3. Her gün düzenli egzersiz yapın, tercihen sabahları. Düzenli egzersiz dinlendirici uykuyu geliştirir. Jimnastik ve aerobik egzersizleri buna dahildir. Egzersizle kas gerginlikleri ortadan kalkar, kan dolaşımı düzenlenir ve kişi dinlendirici bir uyku uyuyabilir.
4. Düzenli olarak doğa ve güneş ışığına çıkın, özellikle sabah güneşini görün. Güneş ışığı uyku-uyanıklık ritminizi düzenleyecektir. Işık, insanın kendisini zinde ve iyi hissetmesini de sağlar.
5. Yatak odanızın ısısını rahat edeceğiniz şeklide ayarlayın.
6. Uyurken yatak odanızın sessiz olmasını sağlayın.
7. Uykuyu kolaylaştırmak için yatak odanızın karanlık olmasına dikkat edin. Sabah güneşinin odanızda hissedilmesi kolay ve dinç uyanmanızı sağlar. Geceleri uzun sürelerle çok ışıklı ortamlarda kalmayın.
8. Yatağınızı yalnız uyku ve cinsel ilişki için kullanın.
9. İlaçlarınızı önerilen şekilde alın. Önerilen uyku ilaçlarını yatmadan bir saat önce almak çoğunlukla yardımcı olacaktır. Böylece ilaçların uyku getirme etkileri siz yatarken ortaya çıkar. Veya kalkma vaktinden 10 saat önce alarak gün içindeki uykululuk etkilerinden kaçınmaya çalışın.
10. Uykuya gitmeden hemen önce gevşeme egzersizleri yapın (Kas gevşetme, nefes egzersizleri, hoşunuza giden hayaller, masaj, ılık banyo vb.)
11. Ayak ve ellerinizi sıcak tutun. Gerekirse yatakta sıcak tutacak çorap ve/veya eldiven giyin.

ŞUNLARDAN KAÇININ:
1. Yatağa gitmeden hemen önce egzersiz yapmayın.
2. Yatağa gitmeden hemen önce rekabete dayanan oyunlar oynamayın, heyecanlı bir program seyretmek veya sevdiğiniz biriyle önemli bir tartışma yapmak gibi uyarıcı davranışlarla meşgul olmayın.
3. Akşamları kafeinli gıdalar (kahve, fazlaca çay, çikolata, enerji içecekleri vb.) almayı bırakın. Bunların yerine süt, ayran, meyve suyu, ıhlamur, adaçayı gibi içecekleri deneyin.
4. Yataktayken kitap-gazete okumayın veya televizyon seyretmeyin. Bunları yapmak isterseniz başka bir yeri kullanın ve uykunuz gelince tekrar yatağınıza yatın.
5. Uykuya yardımcı olması için alkol almayın. Alkol uykuya dalmayı kolaylaştırır ama uykunun kalitesini bozar, gecenin ilerleyen saatlerinde uyanmaya sebep olur.
6. Yatağa aşırı aç veya tok olarak gitmeyin.
7. Başka birinin uyku ilaçlarını kesinlikle almayın. Buradaki gibi düzenlemelerle uykunuzu düzeltemezseniz mutlaka bir psikiyatriste başvurunuz.
8. Eczaneden reçetesiz temin edilebilen uyku ilaçlarını doktorun bilgisi olmadan almayın. Yanlış ilaç kullanımı bu ilaçlara karşı hızla tolerans gelişmesine yol açabilir. Bu ilaçlar yaşlı hastalarda ciddi yan etkilere sebep olabilir.
9. Gündüz vakti uzun sürelerle kestirmeyin.
10. Kendinizi uyumaya zorlamayın. Bu yalnızca sizin zihninizi ve bedeninizi daha fazla uyarmaya yarar. Yatakta 20-30 dakikadan daha fazla uyuyamadan yatarsanız, kalkın, başka bir odaya gidin (veya yatak odanızın başka bir yerine), sessiz bir şeyle uğraşın (ör: heyecan oluşturmayan bir yazı okuma veya program seyretme) veya rahatlatan etkinliklerde (ılık duş, yavaş bir müzik gibi) bulunun, uykunuzun geldiğini hissettiğinizde yeniden yatağa dönün. Bunu gece boyunca ne kadar gerekirse o kadar yapın.
11. Uzun süre uykusuz kalmayın. Akşam yemeğinizi erken yemeye çalışın.
12. Yatağınızın fazla sert veya fazla yumuşak olmamasına dikkat edin.
Eğer uyku kalitenizi aşağıdaki yöntemlerle arttıramıyorsanız ve uykusuzluğunuz uzun süredir devam ediyorsa mutlaka bir psikiyatriste başvurunuz.

İYİ UYKULAR…

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

UYUM BOZUKLUKLARI

Stresli yaşam olaylarına tepki olarak duygusal veya davranışsal semptomlar gelişebilir. İlgili semptom ve davranışlar stres etkeninin başlangıcından itibaren üç ay içinde ortaya çıkar ve klinik olarak;

(1) Stres etkeniyle karşı karşıya kalındığında beklenenin üstünde belirgin sıkıntı ve,
(2) Sosyal, mesleki veya eğitimle ilgili işlevsellikte önemli bozulma belirlenirse, uyum bozukluğu tanısı konmalıdır.

Uyum bozukluğu tıbbi ve cerrahi sorunları nedeniyle hastaneye yatırılan hastalara en sık konan psikiyatrik tanılardan biridir. Bu bozukluk herhangi bir yaşta ortaya çıkabilirse de en sık ergenlerde tanı konur.

Kadınların erkeklere oranı yaklaşık 2’ye 1’dir. Bekâr kadınların genellikle daha fazla risk altında olduğu ileri sürülür. Her iki cinsiyetteki ergenlerde, en sık başlatıcı stres tipleri okul sorunları, evlatlıktan ret, anne babanın boşanması ve madde kötüye kullanımıdır. Erişkinlerde en sık başlatıcı stresler; evlilik sorunları, boşanma, yeni bir ortama taşınma ve mali sorunlardır.

Stres etkeni devam ederse, bozukluk kronikleşebilir. Komplike olmayan yasta, geçici sosyal ve mesleki işlev bozukluğu sıklıkla görülmesine rağmen, kişinin işlev bozukluğu sevilen birisinin kaybına karşı gelişen tepkide beklenen sınırları içinde kalır ve bu nedenle uyum bozukluğu olarak değerlendirilmez.

Posttravmatik Stres Bozukluğu; semptomlar normal insanın dayanabileceğinin ötesinde psikolojik olarak travmatize eden olay veya olaylar sonrası gelişir. Yani, bu tip bir sendrom oluşturan stres etkenlerinin bunu normal bir insanda yapması beklenir. Stres etkenleri tecavüz veya saldırı gibi grup halindeyken yaşanır veya grup içinde (askeri birlik) maruz kalınabilir.

Uyum bozukluğunun prognozu genellikle uygun tedavi ile iyidir. Çoğu hastalar önceki işlev düzeylerine 3 ay içinde dönerler. Ergenlerin iyileşmesi için genellikle erişkinlerden daha uzun zaman alır.

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU

RUHSAL TRAVMANIN ETKILERI VE ÇARELERI

Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) korkutucu olaylardan sonra görülür ve yıllarca sürebilir. TSSB kişiyi ve ailesini, kişinin işgücünü olumsuz etkiler.

İnsan hayatında sıkıntı ve üzüntü yaratan pek çok olay olur, ancak bunların tümü ruhsal travma yaratmaz.

Olay: korku, dehşet veya çaresizlik hissi yaratmışsa,

Olayda:kişinin kendisinin veya yakınının ölüm veya yaralanma tehlikesi varsa RUHSAL TRAVMA olarak adlandırılır.

Araştırmalar her iki kişiden birinin bu tür olaylarla hayatında en az bir kere karşılaştığını gösteriyor.

HANGI OLAYLAR RUHSAL TRAVMAYA YOL AÇAR?

 DOGRUDAN YASANABILECEK ÖRSELEYICI OLAYLAR :

  • askeri çatışma ve savaşlar,
  • savaş tutsağı olma
  • saldırıya uğrama(cinsel saldırı,bedensel saldırı,saldırılıp soyunma)
  • kaçırılma
  • işkence görme
  • terörist saldırı
  • patlamalar
  • doğal afetler (deprem, sel, yangın)
  • kazalar (trafik,iş)
  • aile içi şiddet
  • çocuklukta yaşanan taciz
  • ciddi-ölümcül hastalıklara yakalanma
  • beklenmedik ölümler

TANIK OLUNABILECEK ÖRSELEYICI OLAYLAR :

  • Sadırıya uğradığı ya da kaza geçirdiğiiçin, savaş ya da deprem, su baskını gibi doğa olayında ölen ya da yaralanan birini görme
  • Beklenmedik bir biçimde, bir ölü görme ya da vücut bölümlerini görme

AILESINDEN BIRININ YA DA BIR YAKININ BAŞINA GELDIĞI ÖĞRENILEN ÖRSELEYICI OLAYLAR:

  • Saldırıya uğradığını görme
  • Büyük bir kaza geçirdiğini öğrenme
  • Ağır yaralandığını öğrenme
  • Birden, beklenmedik biçimde öldüğünü öğrenme
  • Ölümcül bir hastalığı olduğunu öğrenme

Örseleyici olay, insanların yol açtığı bir olaysa (İşkence, cinsel saldırı gibi), bu bozukluk daha ağır olur ve daha uzun sürer.

RUHSAL TRAVMALARDAN SONRA GÖRÜLEN SORUNLAR

Ruhsal travmalardan sonra en sık görülen iki hastalık: depresyon ve travma sonrası stres hastalığı. Depresyon dışında çeşitli anksiyete (bunaltı) bozuklukları, aşırı alkol veya madde kullanımı da görülebilir.

Depresyonun en sık görülen belirtileri

v  isteksizlik,

v  halsizlik,

v  hayattan zevk alamama,

v  uyku ve iştah bozukluğu

TSSB belirtileri:

v  uykusuzluk,

v  kabuslar,

v  olayla ilgili anıların rahatsız edici biçimde sık sık hatırlanması,

v  sürekli olarak olayın tekrarlanacağı korkusu ve bu nedenle diken üstünde hissetme,

v  kolay irkilme,

v  çabuk sinirlenme,

v  gelecekle ilgili plan yapamama,

v  yabancılaşma (başkaları beni veya yaşadıklarımı anlamıyor hissi),

v  olayı hatırlatan durumlarda huzursuz olma ve bu durumlardan kaçınma görülür

Bu belirtiler çoğu kişide travmayı izleyen günlerde görülür ve genellikle birkaç hafta içinde kendiliğinden düzelir, ancak bazı kişilerde aylarca, hatta yıllarca sürebilir. Şu anda 80 yaşın üstünde olan 2. dünya savaşı gazilerinde hala bu hastalığın izlerini taşıyanlar vardır. Belirtiler bazen travmatik olay olup bittikten aylarca sonra başlayabilir.

Birinci dünya savaşından sonra tanınmaya başlayan bu hastalık, özellikle Vietnam’dan dönen Amerikalı askerlerde görülen travmatik stres belirtilerinin ayrıntılı biçimde araştırılması ve birçok kitaba, filme konu olması nedeniyle tüm dünyada daha iyi bilinir hale gelmiştir.

KİMLERDE DAHA SIK GÖRÜLÜR?

v  Toplumda ruhsal travma yaşayan pek çok kişi olmasına rağmen ancak bir kısmı (örneğin depremi yaşayanlarda %20’si) TSSB’na yakalanır.

v  Kadınlarda erkeklerden 2-3 kat, geçmişte ruhsal travma yaşayanlar, başka ruhsal veya bedensel hastalığı olanlar ve travmayı daha şiddetli yaşayanlar daha fazla risk altında

v  Ruhsal travma ne kadar şiddetli yaşanmış ise ruhsal etkiler de o kadar fazla ve uzun süreli olur. Örneğin depremde enkaz altında kalanlar kalmayanlara göre, yakınını kaybedenler kaybetmeyenlere göre, evi hasar görenler görmeyenlere göre daha fazla ruhsal sorun yaşarlar.

v  Travma sırasında yaşanan korkunun derecesi de önemlidir: örneğin deprem anında çok fazla korktuklarını, hiçbir şey düşünemeyip donup kaldıklarını söyleyenler arasında TSSB oranları daha yüksektir.

v  Kaçınma ya da unutmaya çalışma travmanın etkilerini azaltmıyor

v  Travma sonrasında kişinin olayın etkileriyle başa çıkmak için kullandığı yöntemlerin de sonuçları etkileyebileceği düşünülüyor.

v  Olay olmamış gibi davranan, unutmaya çalışanlarda hastalığın iyileşmesi daha fazla gecikirken,

v  Sorunlar için yardım arayan, sorunlarını başkalarıyla paylaşan, hakkını arayan kişiler daha çabuk iyileşiyor.

v  Sosyal destek de travma sonrasında iyileşmeye olumlu etkide bulunuyor

v  Travmalardan sonraki ilk günlerde olayı yaşayan kişilerin çoğu ruhsal olarak etkilenebilir, korktuğunu, kabuslar gördüğünü, ancak bu belirtilerin birçok kişide günler veya haftalar içinde geçebilir.

v  Etkilenen her 5-6 kişiden birinde belirtilerin düzelmesi çok daha uzun sürebiliyor, bazen ise yıllarca devam edebiliyor.“Zaman herşeyin ilacıdır” sözü herkes için geçerli değil.

  • Ruhsal travmayla karşılaşma şansı herkes için eşit değildir.Suç oranının yüksek olduğu yerlerde yaşayanlar, başka ruhsal hastalığı veya alkol-madde bağımlılığı olanlar, askerler, polisler, itfaiye personeli olanlar korkutucu olaylarla daha sık karşılaşırlar.

BELIRTILER:

YENIDEN YAŞAMA (HATIRLAMA):

Travma yaşayan kişide olaydan sonra olayla ilgili anıların zihnine gelmesi sık görülür.

Olayla ilgili görüntüler (örneğin ceset görüntüleri), sesler (yardım isteyenlerin haykırışları) onları düşünmek istemediğinde veya aklına getirecek bir durum olmadığı halde bile kişinin zihnine gelebilir.

Bu anıların canlanması kişiyi genellikle çok rahatsız eder ve iç sıkıntısı, çarpıntı, terleme, titreme, nefes alamama gibi bunaltı belirtilerine yol açar.

Bazen de kişi olayı gerçekten yaşıyor gibi olur. Gerçekte bir sarsıntı olmadığı halde yer sallanıyor gibi hissetme, uyanıkken travma anıyla ilgili hayaller görme buna örnektir. Kişi bu durumu öylesine gerçekçi yaşar ki, ona uygun davranabilir: örneğin gördüğü hayallerle konuşabilir, bir tehlike olmadığı halde kaçmaya çalışabilir.   

KAÇINMA:

Kişi olayı hatırlatan yer, durum, konuşma, hatta duygu ve düşüncelerden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışır.

Olayı hatırlamak büyük bir sıkıntı, acı ve korku hissine yol açtığı için kişi olayı hatırlatan yerlere gitmez, bu konulardan bahsetmez veya konuşulan yerlerden uzak durur. Enkaz altında kalmış bazı kişiler evin enkazının bulunduğu yeri, hatta o şehri ziyaret edemeyebilir, olaydan bahsedemeyebilir.

Travma yaşamış kişilerde bazen olayın ayrıntılarını unutma durumu görülebilir. Genellikle olayın en sıkıntı verici bölümleri unutulur veya çok güçlükle hatırlanır. Bu durum “olayı düşünmek istememek”ten farklıdır ve kişi hatırlamak istediği halde hatırlayamaz.

Ruhsal travmalardan sonra insanlardan uzaklaşma, gelecek beklentisinin kalmaması gibi belirtiler de görülebilir. “Benim yaşadıklarımı kimse anlayamaz” tarzında düşünme sık görülür. Kişiler olayı yaşamamış kişilerden duygusal olarak uzak hissedebilirler, duygularında körelme olur, sevinç ve üzüntü hissedemeyebilirler. Bazen kendilerine yardım etmeye çalışanlara öfke duyabilirler, bazı kişiler sadece aynı travmayı yaşamış kişilerle görüşüp, diğerleriyle ilişkiyi kesebilirler.

 Gelecekle ilgili plan yapılamadığı için sadece o günü yaşama, aktivitelerde azalma görülebilir.

AŞIRI UYARILMA:

Ruhsal travmadan etkilenmiş kişiler kendilerini diken üstünde, sürekli tetikte hissedebilirler. Her an o olay tekrar olacakmış gibi gelebilir. Davranışlarını bu ihtimali düşünerek şekillendirirler, bu konuda aşırı tedbirli davranırlar. Örneğin istemeden de olsa girdikleri binanın çatlağı var mı, kapısından kolay kaçılabilir mi diye kontrol ederler. Yolda yürürken üstüne devrilmesinden korkup direklere yaklaşmazlar.

Tehlikeler konusunda abartılı tedbirler alabilirler.Aşırı uyarılmanın diğer göstergeleri ani ses ve hareketlerde irkilme veya yerinden sıçramadır. Kapı çarpması, yüksek sesle konuşma, birinin aniden odaya girmesi gibi beklenmedik durumlar kişinin yerinden sıçramasına ve uzunca sürebilen bunaltı belirtilerine (çarpıntı, terleme, titreme, nefes daralması) yol açar.

Özellikle uykuya dalmakta güçlük sık görülür. Travmayla ilgili korkular nedeniyle uykuya dalmak saatler sürebilir, normalde uyandırmayacak seslerle kişi kolayca uyanabilir.

TEDAVI

Travma sonrası stres hastalığının tedavisinde hem ilaçların hem de psikolojik tedavilerin etkili olduğu gösterilmiştir.

Travmanın etkilerinin giderilmesi için herkesin ihtiyacına göre farklı tedavi yaklaşımları planlanmalıdır:

Rahatsızlığın tedavisinin olduğunun bilinmemesi ve kişilerin travmayı hatırlamak istememesi yardım almayı geciktiriyor.

Travmadan az etkilenmiş, hayatını eskisi gibi sürdürebilen kişilere => bilgilendirme

Travmadan daha çok etkilenmiş, ciddi belirtiler yaşayan, ancak işini gücünü sürdürebilenlere => danışmanlık veya kısa psikolojik tedavi yaklaşımları

Hayatı ciddi derecede etkilenmiş, ağır belirtileri olanlara => yoğun psikolojik tedaviler, ilaç tedavileri veya hastaneye yatış.

            PSIKOTERAPILER

Psikolojik tedaviler arasında etkili olduğu gösterilen tedavi türü ise Kognitif davranışçı terapidir. Bu tedavide kişinin belirtilerinin sürmesine neden olan hatalı düşüncelerinin sağlıklı düşüncelerle değiştirilmesi amaçlanır. Ayrıca korku nedeniyle kaçındığı durumların üstüne gitmesi sağlanarak bu durumlarda yaşadığı korkunun azaltılması sağlanır. Psikolojik tedaviler bu konuda eğitim ve deneyimi olan psikiyatr ve klinik psikologlar tarafından uygulanır.

Travma Sonrası Stres Hastalığı, kişiye ve ailesine büyük sıkıntı veren, ancak tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır. Travmalardan etkilenmiş birçok kişi:

İyileşme önündeki en temel engeller olan:

·         yardım aramaya çekinme,

·         umutsuzluk,

·         olayı hatırlamaktan kaçınma

·         insanlara güvenini kaybetme …
aynı zamanda hastalığın da temel belirtileridir.

Bu sorunların farkına varıp, yardım aramak sorunların çözümünü kolaylaştıracaktır.Lütfen kendinizde veya yakınlarınızda travma ile ilgili ruhsal sorunlar gözlüyor iseniz, bu konuda danışmanlık ve bilgi alabileceğiniz merkezlere başvurunuz.

  • TRAVMANIN ETKILERINI TANIYIN
  • YARDIM ARAMAKTAN KAÇINMAYIN
  • RUHSAL TRAVMANIN ETKILERIYLE BAŞA ÇIKABILIRSINIZ
  • TRAVMA SONRASI STRES BELIRTILERI TEDAVI EDILEBILIR
  • TRAVMA SONRASI STRES HASTALIĞI UZUN YILLAR SÜREBILEN VE CIDDI IŞGÜCÜ KAYBINA YOL AÇABILEN BIR HASTALIKTIR.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 242 316 98 99

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ŞİZOFRENİDE KARŞILAŞILAN SALDIRGANLIKLA BAŞ ETME

Saldırganlık psikiyatrik rahatsızlıklarda ve şizofrenide zaman zaman karşılaşılan ve bazen baş edilmesi güç bir durumdur. Saldırganlığın biyolojik ve yaşamsal sebepleri vardır ve bunlar sıklıkla iç içe geçmiştir. Bazı konulara dikkat edildiğinde engellenebilir ya da kişiye ve çevresine çok fazla yıkıcı etkisi görülmeden üstesinden gelinebilir. Saldırganlığın yoğunlaştığı kriz dönemlerinin başarıyla aşılması, bu dönemlerin ardından hasta ve çevresindekilerin sağlığı ve aralarındaki ilişkilerin niteliği açısından önemlidir.

Şizofreni hastalarının; belirtilerinin yoğunlaştığı dönemlerde, şizofreniyle birlikte uyuşturucu madde kullanımları varsa, hastaların daha önceden de saldırganlıkları olmuşsa, çevresel şartlar ve destek sistemleri iyi değilse, hastalar için baskı oluşturacak yeni yaşam olayları varsa, hastanın zarar vermede kullanabileceği araçlara (silah, bıçak gibi) ulaşımı çok kolaysa saldırganlık davranışları gösterme olasılıkları artar. Şizofrenlerdeki saldırganlıkta halüsinasyonların, hezeyanların ve depresyonun da rolü vardır.

Saldırganlığı önlemede hastanın yanındaki kişilerin bilgili olmaları ve nasıl davranacaklarını bilmeleri önemlidir. İlk dikkat edilmesi gereken nokta hastanın ve hasta yakınlarının güvenliğinin sağlanması ve korunmasıdır. Bunun sağlanması öncelikle hasta yakınlarının görevidir, çünkü hasta ağırlaştığı dönemlerde kendisinin ve çevresinin durumunu yeterince değerlendiremeyebilir. Hasta yakınları sakinleştirici bir ortam hazırlamalı ve iletişimi dikkatle sürdürmelidir. Ortamın tehlike yaratacak unsurlardan, kesici ve yaralayıcı aletlerden arındırılması gerekir. İletişim kurarken hasta yakınları neyi, neden yaptıklarını açık bir dille anlatmalı, bu sırada hastanın iyiliğini gözettiklerini ve iyi niyetli olduklarını sık sık tekrar etmelidirler. Sözel iletişimde ve davranışlarda hastada şüphe yaratılmamalıdırlar.

Yaşanan ortamda kurallar ne kadar net olursa hasta kendisini o kadar rahat hissedecektir. Davranışlar tehdit yaratmamalı, uzun süreli göz kontağından kaçınılmalı, ses tonuna dikkat edilmeli, açık bir dil kullanılmalı, hastayla aynı düzeyde durulmalı, hastayla aradaki mesafeye dikkat edilmeli, hastanın rahatsız olacağı hissediliyorsa ona dokunmaktan kaçınılmalıdır. Hasta yakınları iyi birer gözlemci olmalı ve hastanın neler yaptığını onu çok huzursuz etmeden takip etmelidir.

İkinci önemli husus hasta yakınlarının tedaviyi üstlenen doktorlarla ve sağlık merkezleriyle iyi bir iletişim içinde olmasıdır. Hastanın genel ilaç tedavisi yakından takip edilmeli ve saldırganlık gibi zor baş edilen durumlarda gerekirse ilaçlardan destek alınmalıdır. Düzenli bir ilaç tedavisi, şizofreni belirtileriyle birlikte saldırganlığı büyük oranda azaltır. Günümüzde saldırganlığın azaltılmasında kullanılabilecek birçok ilaç vardır. Bazen saldırganlığın ayaktan tedavisi güç olabilmektedir. Hastanın tedavisini üstlenen yataklı bir kurum varsa burasıyla bağlantıya geçilip gerekirse hastanın tedavisinin klinikte sürdürülmesi iyi olur. Eğer hastanın gerçekliği değerlendirme yetisi bozulmuşsa hasta yakınları hastayı ikna etmede ve sakinleştirmede çok zorluk çekebilirler. Böyle durumlarda da mutlaka hastaneye başvurulmalıdır.

Yukarıda anlatılanları özetlersek; öncelikle hasta yakınları saldırganlıkla baş etmede bilgili olmalı, ne yapabileceklerini önceden öğrenmelidirler. Saldırganlığın ve yaratacağı sorunların yaşanmaması için çevresel önlemler alınmalı ve dikkatli olunmalıdır. Olumsuz olayların ilişkileri bozması engellenmelidir. İlaç tedavisinin sürekliliği sağlanmalı, saldırganlık döneminde gerekirse bir psikiyatristle iletişime geçilmeli, o önerirse doz artırımına ya da ek ilaçlara başvurulmalıdır. Son çare olarak hastanın kliniğe yatırılabileceği de akıldan çıkarılmamalıdır.

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ŞİZOFRENİNİN SINIFLANDIRILMASINDA GÜNCEL YAKLAŞIMLAR

GÜNCEL YAKLAŞIMLAR

Geniş uygulama alanı bulan sınıflamaların yanında araştırmacılar şizofreninin tanımlanmasında ve sınıflanmasında daha işlevsel ve açıklayıcı olabilecek modeller tanımlamaya çalışmaktadırlar. Crow, negatif belirtilerin bulunup bulunmamasını klinik yaklaşımdaki en önemli ayraç olarak kabul etmiştir. Şizofreni sınıflamasında iki tip sendrom önermiş, bunun da fizyopatoloji ve etyoloji çalışmalarında yararlı olacağını ileri sürmüştür. “Tip I sendromu”; varsanı ve sanrı gibi pozitif belirtilerin bulunması, sendromun hastalığın akut döneminde ortaya çıkması, antipsikotik ilaç tedavisine iyi yanıt vermesi ve bilişsel yozlaşmanın görülmemesini gibi özelliklere sahiptir. “Tip II sendromu”; özellikle duygulanımsal düzleşme, konuşma yoksulluğu, gayret/istenç/irade eksikliği gibi negatif belirtilerden oluşmaktadır. Bu belirtiler sinsi başlar, prognozu kötüdür ve ilaç tedavisine yeterli yanıt vermez.

Carpenter, şizofreninin “ fizyopatolojik olarak heterojen bir bozukluk” olduğu savından yola çıkıp her psikopatoloji alanının ayrı bir fizyopatolojik sürecin göstergesi olduğunu varsaymıştır. Şizofrenide negatif belirtilerin birincil ve ikincil, geçici ve kalıcı şeklinde ayrılması gerektiğini ve şizofrenideki heterojenliğin bu şekilde azaltılabileceğini belirtmiştir. Carpenter, birincil ve sürekli negatif belirtileri defisit/eksiklik belirtileri olarak adlandırmayı önermiştir.

Liddle’da belirtilerin üç farklı sendromda toplandığını saptamıştır.

1- Psikomotor yoksulluk: Konuşma yoksulluğu, duygulanımın düzleşmesi, hareketlerdeki kendiliğindenliğin azalması

2- Dağılmışlık: düşüncenin yapısındaki bozukluklar, uygunsuz duygulanım

3- Gerçeğin çarpıtılması/ Gerçeği değerlendirme yetisinde bozulma: çeşitli sanrı ve varsanılar.

Bu sendromların tek bir hastalıkta ortaya çıkan farklı patolojik süreçleri temsil ettikleri öne sürülmüştür. Şizofrenideki heterojenliği, birbirinden ayrılabilen birkaç patolojik sürecin varlığıyla açıklamıştır.

Son yıllarda faktör çözümleyici yöntemleri kullanmış bazı çalışmalardan elde edilen veriler, dikotomik sendrom yaklaşımından ziyade çoklu/en az üçlü sendrom yaklaşımını destekler niteliktedir. Çünkü Negatif Belirti Değerlendirme Ölçeği’ndeki negatif belirtiler ve benzerleri kendi içlerinde daha tutarlı bir grup oluştururken, aynı şeyleri pozitif belirtiler için söylemek güçtür. Pozitif belirtilerin iki veya üç gruba ayrılması önerilmektedir. Bu yapılanma içinde ilk boyutu varsanı ve sanrı grubu oluşturmaktadır. Garip davranış ve yapısal düşünce bozukluğu (uygunsuz duygulanım, konuşma içeriğinin fakirliği) gibi maddeler birbirinden bağımsız iki ayrı boyutu meydana getirebilmektedir.

Görüldüğü gibi şizofreninin tanımlanması ve sınıflanmasındaki yaklaşım farklılıkları devam etmektedir. Ama ilk tanımlandığı yıllardan günümüze kadar çok büyük ilerlemeler olmuştur. DSM ve ICD ile gelen yenilikler ve bazı alanlardaki fikir birlikleri hastalık üzerinde yapılan araştırmaları ve sonuçları daha netleştirmiştir. Önümüzdeki yıllarda yeni görüntüleme tekniklerinin, biyokimya ve moleküler biyoloji alanlarındaki gelişmelerin hastalığın fizyopatolojisinin açıklanmasına yapacağı katkılarla tanımına da yenilikler getireceği kesindir.

BY: admin

Psikiyatri Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ŞİZOFRENİNİN ALTTİPLERİ

Paranoid Şizofreni: Dünyanın çoğu bölgesinde en sık görülen şizofreni türüdür. Klinik tabloda egemen olan belirtiler şunlardır:

Görece değişmez nitelikte, sıklıkla paranoid türden sanrılar ile,

Bu sanrılara eşlik eden algı bozuklukları, özellikle işitme varsanılarının olması.

Duygulanım, istenç ve konuşma bozuklukları ve katatonik belirtilerin çok belirgin olmaması.

En sık görülen paranoid belirtilere aşağıdaki örnekler verilebilir:

(a) kötülük görme, alınma, özel görev, bedensel kıskançlık ve üstün kimlik sanrıları,

(b) hastayı tehdit eden veya ona emirler veren varsanı nitelikli sesler veya fısıltı, mırıldanma ve gülme biçiminde işitme varsanıları,

(c) koku ve tat varsanıları, cinsel ve bedensel duyu varsanıları bulanabilir fakat bunlar seyrek olarak belirgindir.

Hebefrenik Şizofreni: Duygulanımda değişikliklerin belirgin olduğu, dağınık ve hızla gelip giden sanrı ve varsanıların bulunduğu bir şizofreni türüdür. Davranış önceden kestirilemeyen nitelikte ve sorumsuzdur. Duygudurum sığ ve uygunsuzdur. Gülümsemeler, kıkırdamalar, manyerizm, şaklabanlıklar, hipokondriyak yakınmalar ve aynı sözleri tekrar tekrar söyleme sık görülür. Düşünce dağınık, konuşma amaçsız ve tutarsızdır. Hastada yalnız kalma eğilimi vardır. Davranış amaçsız ve duygudan yoksundur.

Katatonik Şizofreni: Klinik durumda asıl belirti ve baskın özellik belirgin psikomotor bozukluklardır. Bu belirtiler hiperkineziden stupora veya otomatik boyun eğişten negativizme dek aşırı uçlara doğru değişim gösterebilir. Hastada ortaya çıkan bazı tutum veya duruşlar uzun süre değişmeden kalabilir. Bu durumun çarpıcı bir özelliği de şiddet içeren eksitasyon nöbetleridir. Katatonik durum, canlı görme varsanıları içeren rüyaya benzer (oneiroid) durumlarla birlikte görülebilir.

Belirtilerin şizofreni tanısı için genel ölçütlere uyması gerekir. Şizofreninin herhangi bir türünde geçici ve sınırlı katatonik belirtiler görülebilir. Katatonik şizofreni tanısı için aşağıdaki davranışlardan en az birisini klinik duruma egemen olması gerekir:

(a) stupor veya mutizm.

(b) Eksitasyon (dış uyaranların etkisinden bağımsız ve anlamsız görülen motor etkinlik),

(c) Durum alış (istemli olarak uygunsuz ve tuhaf duruşlara girme ve bunları sürdürme),

(d) Negativizm (hastayı hareket ettirmek için verilmiş tüm komutlara açık ve anlamsız direnç gösterme veya aksi yönde hareket etme),

(e) Katı duruş (rijidete; hareket ettirme çabalarına karşı katı bir duruşun sürdürülmesi),

(f) Balmumu esnekliği (el, ayak ve bedene dıştan verilen pozisyonun muhafaza edilmesi),

(g) Komut otomatizması (otomatik boyun eğiş), sözcük ve cümlelerde amaçsız yinelemeler (perseverasyon).

Davranışlarında katatonik belirtiler görülen ve iletişim kurulamayan hastalarda başka belirtilerin varlığı görülene dek şizofreni tanısında ihtiyatlı davranmak gerekir. Bunun yanı sıra katatonik belirtilerin şizofreni için tek başına tanısal değerinin olmadığının unutulmamalıdır. Katatonik belirtiler beyin hastalığı, metabolik bozukluklar, alkol ve maddeye bağlı olarak oluşabileceği gibi duygulanım bozukluklarında da görülebilir.

Ayrışmamış Şizofreni:

Burada;

(a) bozukluk belirtileri şizofreni için tanı ölçütlerine uyduğu halde;

(b) paranoid, hebefrenik, katatonik ve kalıntı şizofreni alt tip ölçütlerine veya post-şizofrenik depresyon ölçütlerine uymazsa bu tanı konur.

Post-Şizofrenik Depresyon: Bu tanı yalnızca aşağıdaki durumların varlığında kullanılmalıdır:

(a) Hasta geçen oniki ay içinde şizofreni tanısı için gerekli ölçütlere uyan bir hastalık geçirmiştir;

(b) Bazı şizofrenik belirtiler sürmektedir ve ;

(c) Belirgin ve rahatsız edici depresif belirtiler en az iki haftadır vardır;

Eğer hastada artık hiç şizofrenik belirti yoksa depresif nöbet tanısı konur. Eğer şizofrenik belirtiler hala renkli ve belirgin ise uygun şizofreni tipinin tanısı da konulmalıdır.

Kalıntı Şizofreni: Şizofrenik bozukluğunu gelişiminde kronik bir devre olup erken evreden başlayan belirgin bir ilerleme söz konusudur. Belirtilerin şizofreni ölçütlerine uyduğu bir veya daha fazla epizod görülmüştür. Uzun bir dönemde negatif belirtiler baskındır. Negatif belirtilerin geriye dönüşsüz olması şart değildir.
Güvenilir bir tanı için aşağıdakiler bulunmalıdır:

(a) belirgin negatif şizofrenik belirtiler; psikomotor yavaşlama, durgunluk, duygulanımda küntleşme, edilgenlik, girişkenlikte yitim, konuşmanın içerik ve niceliğinde azalma, yüz ifadesi, göz ilişkisi ve ses değişikliklerinin, hareketlerle olan sözsüz iletişimin azalması, kendine bakımda ve sosyal becerilerde düşme,

(b) Geçmişte en az bir psikotik nöbetin kesin varlığı,

(c) Sanrı ve varsanı gibi renkli belirtilerin yoğunluk ve sıklığının en alt düzeye inip, bunların yerini negatif şizofrenik sendromun aldığı en az bir yıl süren bir dönemin varlığı,

(d) Negatif bozuklukları yeterince açıklayacak bunama ve başka organik beyin hastalığının, kronik depresyonun olmayışı.

Basit Şizofreni: Sık görülmeyen bir bozukluktur. Garip davranışlar, toplumsal ilişkilerde ve diğer becerilerde bozulma sinsi ve ilerleyici bir biçimde ortaya çıkar. Sanrı ve varsanılar bulunmaz ve hasta hebefrenik, paranoid ve katatonik alttiplerde olduğundan daha az psikotiktir. Önceden açık psikotik belirtilerin bulunduğu bir dönem olmaksızın, rezidüel şizofreninin tipik “negatif belirtileri” gelişir. Toplumsal çekilmenin artması ile hasta işini kaybedebilir ve yalnızca kendisi ile uğraşan, boş ve amaçsız bir kişi haline gelebilir.