BY: admin

Blog Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ÖĞRENME STİLİNİZ VE KİŞİLİĞİNİZ

Öğrenme stilleri kişinin kendisi ile alakalıdır. Kişinin öğrenme yöntemi aynı zamanda kişiliğini oluşturur.

Üç öğrenme stilini taşıyan kişi sayısı % 70-80yalnız görsel veyaişitsel yada kinestetikler %20. Asıl sorun buradadır. Bu guruptaki kişiler aynı zamanda farklı stillerde olan kişilerin ifadelerini yorumlamakta güçlük çekmekte ve iletişim kopmaktadır.

Hepimiz her algı kanalını kullanırız, fakat ağırlıklı olarak birini kullanırız. Hangi algımızı ağırlıklı kullandığımız duygusal hayatımızı derinden etkiler. Genellikle insanlar normal durumlarda ilk ve ikinci kanallarını kullanırlar. Ancak stres durumlarında ilk kanallarını kullanırlar. İkinci ve üçüncü kanalları bilinç dışı kalır.

GÖRSELLER görüntü belleği, İŞİTSELLER ses belleği,KİNESTETİKLER ise kas belleği kullanırlar.

GÖRSELLER için gözden uzak olan gönülden de uzak olabilir, görüntü çabucak kaybolabilir ama ses ışıktan daha yavaş olduğu için İŞİTSELLER duygularının frekansına görsellerden daha yakındır. Bu nedenle arkadaşlıklar kolay kolay ölmez. Bir söz, bir şarkı hafızalardan yıllarca silinmez. Aşk acısı çeken işitsel arkadaşı­nız, ayrılığın üzerinden uzun zaman geçtiğinde bile size hala sevgilisiyle yaptıkları konuşmaları değişik yorumlarla tekrar tekrar anlatıyordur.

ALT DUYULARIMIZ

Hafızamızdaki deneyimleri ayrıntılarıyla belirlememize yararlar. Deneyime özel anlam yüklerler. Herhangi bir duyudan tamamen farklıdır ve deneyimlere farklı anlamlar yüklememizi sağlarlar.

Bilinçli olarak alt duyular değiştirilerek deneyimler değiştirilebilir. Deneyimleriniz arasındaki farkı belirleyebilirsiniz. Benzer duyguların alt duyularında ortak özellikler belirir. Olumsuz deneyimlerinizi geçmişte yaşandığı için değiştiremezsiniz ancak onun alt duyularını olumlu deneyimlerde bulunan özelliklerle değiştirebilirsiniz. Ya da çarpıtarak bilinçaltınızı karıştırabilirsiniz.

AĞIRLIKLI ÖĞRENME VE DÜŞÜNME STİLİNİZİ BİLİYOR MUSUNUZ? 

1. Bir toplantıda sizi çok etkileyen biriyle tanıştınız. Onu düşündüğünüzde, önce:

a. Yüzünü, giyimini kuşamını hatırlarım.

b. Bana söylediği sözleri hatırlarım.

e. Elimi sıkarken avuçlarının sıcaklığını hatırlarım.

2. Size birisi, adres tarifi yaparken hangi yolla yapmasını tercih edersiniz?

a.  Bir kağıda gideceğim yolu çizmesini isterim.

b. Bildiğim binaları ve yerleri referans olarak kullanarak bana gideceğim yolu anlatmasını isterim.

c. Gerekli bilgileri aldıktan sonra gideceğim yeri sezgilerimle kolaylıkla bulurum. Yön duyguma güvenirim.

3.  Bir karar verirken, önce;

a. Olası sonuçlan zihnimde canlandırırım.

b. Zihnimde, seçimlerim arasında tartışma yaparım.

c.  İçimden gelen dürtüye göre karar veririm.

4.  Eşiniz uzun bir iş gezisinde ve size bir koli gönderiyor.

a. İçinden bana yazdığı uzun bir aşk mektubu ve bir fotoğraf çıkmasını tercih ederim.

b. Kendi sesiyle doldurduğu, romantik bir müziğin fon oluşturduğu, bana sevgisini dile getiren bir kaset göndermesini tercih ederim.

c. Üzerine kendi parfümünü ya da tıraş losyonunu döktüğü, yumuşacık bir kalp şeklinde minik bir yastık göndermesini tercih ederim.

5.  Bir matematik problemi çözerken;

a.  Rakamlar gözümün önünde canlanır.

b.  Rakamları zihnimde sayarım.

c.  Parmaklarımı kullanmak yanıtı bulmamı kolaylaştırır.

6. Hangisi sizin en çok güvendiğiniz yeteneğinizdir?

a. Bir kez gördüğüm yüzü kolay kolay unutmam.

b. Bir şarkıyı birkaç dinleyişten sonra söyleyebilirim.

c. İlk kez tattığım bir yiyeceğin içindeki malzemeleri ve baharatları kolaylıkla sıralayabilirim.

7. Hoşlanmadığım bir insanın;

a. Yüzünü görmekten rahatsız olurum.

b. Sesini duymaktan rahatsız olurum.

c. Yakınımda olmasından rahatsız olurum.

8. Yeni bir araba alırken, benim için;

a. Önce görüntüsü önemlidir.

b. Önce ne kadar hız yaptığı ve motorun sesi önemlidir.

c. Önce içinin rahatlığı ve oturduğum koltuğun yumuşaklığı önemlidir.

9. Sevişirken;

a. Görmek beni heyecanlandırır.

b. Çıkarılan sesler beni heyecanlandırır.

c. Hissettiklerim beni heyecanlandırır.

10.  Bir tatil yöresi seçmek için;

a. Yöreyle ilgili broşürleri görmek isterim.

b. Daha önce giden dostlarımın söyledikleri benim için referanstır.

c. Kumların yumuşaklığını, denizin tuz kokusunu burnumda hissedeceğimi bilmek benim için yeterlidir.

11.   Bir insana anında vurulsaydınız bu duyguyu ve aşkı nasıl tanımlardınız?

a. İlk görüşte aşık oldum. İlk bakışta aşk bu olsa gerek. Dünyam aydınlandı. Her şey daha güzel görünüyor. Bir ışık gibi girdi hayatıma. Pırıl pırıl bir dünya hayal ediyorum onunla. Aşk yaşamın tüm renklerini içinde barındıran bir gökkuşağıdır.

b. Frekanslarımız aynı. Kalbim küt küt atıyor. İçim cıvıl cıvıl. Kalbimin sesini dinliyorum. Ruhum bana onun doğru kişi olduğunu fısıldıyor. Aşk yaşamın kahkahasıdır.

c. İçimin eridiğini hissettim. Hayatımdaki boşluk tamamlanmış gibi. Yaşamdan tat almaya başladım. Onun kokusunu ciğerlerimde duyuyorum. Aşk, iki ruhun birbiri içinde erimesidir.

12. Kendimi endişeli ve stresli hissettiğimde, önce:

a. Dünya gözüme daha karanlık görünür.

b. Normal sesler bile beni rahatsız etmeye başlar,

c.  İçimde daralma hissederim.

13. Bir insanı işe alırken,

a. CV’sinde yazılanlar ve görünüşü beni etkiler.

b. Başkalarının onunla ilgili söyledikleri ve frekanslının tutup tutmadığı beni etkiler.

c. İçimin ona ısınması ve olumlu duyguların oluşması beni etkiler.

14. Bir iş için eşit yetenekte üç kişi müracaat ediyor. Hangisine Öncelik tanırdınız?

a. Güzel/yakışıklı, düzgün görünümlü ve mesafeli kişi.

b.  Sıradan görünümlü ama si/inle uyumlu çalışacağını düşündüğünüz kişi.

c. Tarzıyla alışageldik olmayan ama sizde güven ve rahatlık hissi uyandıran kişi.

15.Şimdi benim turizm acentesinde çalışan biri olduğumu düşünün, sizin de tatil planı yapan müşteri. Size kalabileceğiniz üç otel önereceğini.Hangisini seçerdiniz?.

a. Beş yıldızlı bir otel. Harika manzaralı. Bahçesi büyüleyici bir tropikal düzenleme içinde. Yeni dekore edilmiş odalar ve odanızda istediğiniz kanalı ve videoyu izleyebileceğiniz büyük ekran televizyon. Her yönüyle estetik bir atmosfer. Akşam yemeklerinde ise gökyüzünde parlayan tüm yıldızlar size göz kırpıyor. Rengarenk bir doğa içinde rengarenk bir tatile hazır olun.

b. Sabahlan kuş cıvıltıları ve dalgaların sesi ile uyanacağınız bir otel. Sakin ve dinlendirici bir atmosfer. Günlük yaşamın tüm gürültüsünden uzak. Otelin hemen ardındaki dağdan akan şelalenin sesinin eşliğinde kumsalda yürürken yunusların çağrısına merhaba diyebilirsiniz. İsterseniz sohbet, isterseniz dans edebileceğiniz tarzda müzik yapan orkestra eşliğinde akşam yemeğinizi yerken yunusların sizi yine çağrıldığını duyabilirsiniz.

c. Kendinizi evinizde olduğu kadar rahat hissedebileceğiniz, her türlü donanıma sahip bir otel. Odanızda akşamları yatmadan önce içinde rahatlayacağınız jakuzi, davetkar bir şekilde sizi kucaklamaya hazır. Yemeklere gelince; bugüne kadar tattıklarımın ötesinde bir lezzet, demeye hazır olun. Salatanızın otelin botanik bahçesinden, balığınızın günlük denizden geldiği harikulade bir ziyafet eşliğinde gündüzlerinizin zinde, gecelerinizin yumuşacık ortamı içinde yeniden doğmaya hazır olun.

DEĞERLENDİRME

A fazla ise GÖRSEL

B  fazla ise İŞİTSEL

C fazla ise DOKUNSAL

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

   Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

facebook.com/antalyaterapipsikiyatri

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 (242) 316 98 99

BY: admin

Blog Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

HAYATINIZIN İÇİNDEKİ ZOR KİŞİLİKLERLE BAŞ EDEBİLİR MİSİNİZ?

            “Anlımda gelin beni kulanın mı yazıyor.? Karşıma kim çıktıysa beni maddi manevi kullanıyor. Neden bu hep benim başıma geliyor? Adeta sorunlu insanları mıknatıs gibi çekiyorum ben…”

            Hayatımızda benzer patolojik ilişki tarzlarını olumsuz yanlarını fark edene kadar yaşamaya devam ederiz. Kişiliğimizi oluşturan temelleri doğduğumuz andan itibaren oluşturmaya başlamışızdır.  

            İnsan etkileşiminin başlıca üç ilkesi vardır.

  • Karşımızdaki insanlar, ancak bizim hoş gördüğümüz davranışları sürekli yaparlar.

            Sözgelimi, obsesif-kompulsif bir kişi, etkileştiği herkesi kendi istediği gibi davranmaya zorlar, onlar üzerinde bir denetim kurmaya çalışır. Aşırı kontrolcü ve mükemmeliyetçidir. Başlangıçta böyle bir yaklaşım sergiler, büyük bir dirençle karşılaşırsa bu yaklaşımını bırakır. Ancak, belirli bir kişi üzerinde bu dayatmalarının işe yarar olduğunu görürse, o kişiyle ilişkisinde bu yaklaşımını sürdürür.

            Dolayısıyla, sözgelimi eşiniz ya da ana babanız, sizin yaşamınızı çekip çeviriyorsa,

bu ilkeyi anımsayın ve siz, onlara, öyle davranmayı öğrettiğiniz için size öyle davranıyor olduklarını bilin.

            Bunu, siz onlara nasıl öğrettiniz? İstediklerini elde etmelerini sağlayarak….davranışlarını ödüllendirdiniz ve güçlendirdiniz.

            Sözgelimi, bir anne, yemeğe gelmesi için çocuğunu çağırıyor ve çocuk oynadığı oyunu bırakmıyorsa, o andan başlayarak ne yaptığına büyük özen göstermelidir. Birçok kez çağırmak zorunda kalıyorsa, sesi yükselene ve kızana dek ona aldırmasını öğretmiş olduğu içindir. Çocuk, geçmiş yaşantılarından, annesi sesini yükseltene ve kızana dek bir 10 dakika daha kazanarak oynamayı sürdürebileceğini öğrenmiştir.

            Davranışlarımızın büyük bir çoğunluğu öğrenilmiş davranışlardır. Çevresini denetim altında tutmayı öğrenmiş olan kişiler bu davranışlarını nereden öğrenmişlerdir?

            Birlikte yaşadıkları ya da çalıştıkları ve üzerlerinde egemenlik kurdukları kişilerden

  • Önce biz değişmedikçe başkaları değişmeyecektir.

            İnsanlar bize kötü davranıyor olabilirler; çünkü biz onların kötü davranmasına izin veriyoruzdur. Dolayısıyla, onların bize karşı olan davranışlarını değiştirebilmeleri için, önce biz, kendimiz değişmeliyiz.

  • Nelerin değiştirilmesi gerekir?.

            Yanıtı, aşırı edilgenliğin değiştirilmesidir. Ancak bunu nasıl yapacağız? Kendimizi doğru ortaya koyarak…

            Haklarınızı öfkelenmeden savunduğunuz zaman, kendinizi doğru ortaya koymuş olursunuz. Haklarınızı büyük bir öfke içinde savunduğunuz zaman, saldırganlaşmış olursunuz. Bir şiddet uygulaması karşısında olunmadığı sürece, saldırgan bir tutumun savunulabilir hiçbir yanı yoktur. Genellikle ilişkinin daha da kötüleşmesine yol açar.

            Kendini ortaya koyma, zor kişiliklerle baş etmede kullanabileceğiniz başlıca yöntemdir. Her zaman işe yarar mı? Hiçbir yöntem her zaman işe yaramaz. Ancak, kendinizi daha doğru ortaya koyabilir ve saldırganlıktan uzak durabilirseniz, isteklerinize kavuşma olasılığınız daha yüksek olur.

            Bizim başkalarından bütün isteğimiz bizimle işbirliği yapmaları, bize saygı ve sevgi göstermeleridir. .

  • Birincisi, biri sizin için iyi bir şey yaparsa, sizde ona iyi bir şey yapın. Böylece, size gösterdiği davranışı ödüllendirmiş olacak ve yeniden öyle davranışta bulunma olasılığını artırmış olacaksınız.
  • İkincisi,biri size karşı kötü bir davranışta bulunursa ve kötü davranışta bulunduğunun ayrımında değilse, bu davranışının üzerinde düşünmesini sağlamanız gerekir.

Neyin hoşunuza gitmediğini ve nasıl davranış beklediğinizi açıkça söylemelisiniz. Yeniden, istemediğiniz bir biçimde davranırsa, yeniden bu davranışının üzerinde düşmesini sağlamanız gerekir. Öfkelenmeyin… Sabırlı ve anlayışlı davranarak, sevgi dolu bir tutum sergilemiş olursunuz.

            Ancak üçüncü bir kez aynı kötü davranışla karşılaşacak olursanız ne yapmanız gerekir? Ne yaparsınız yapın ancak sözel yakınmalarınızı artık yinelemeyin. Karşınızdaki kişinin yeterince olgun olmadığını ve yaptıklarının üzerinde düşünmek istemediğini anlayın. Durmaksızın yakınmayı sürdürmeniz, önemsenmemeniz sonucunu doğuracaktır. Sözlerin yerine artık eylemlerin geçmesi zamanı gelmiştir.

          Başkaları, size, üçüncü bir kez kötü davranışta bulunursa ve yaptıklarının üzerinde düşünmesini istemeniz bir yarar getirmişse, sizin de onu eşit ölçüde kızdıracak bir davranışta bulunmanız gerekir. Bu duygularınızı denetim altında tutmadıkça kendinizi doğru ortaya koyamazsınız.

            Sözgelimi,  size çekip çevirmek isteyen birine öfkelenecek olursanız, ona da öfkelenme hakkı vermiş olursunuz. Kaçınılmaz sonuç bir çatışma içine girmek olacaktır. Gizliden gizliye suçluluk duyuyor ya da karşınızdaki kişiye acıyorsanız, değiştirmesini istediğiniz davranış karşısında çok direnemezsiniz. Benzer biçimde, bir dışlanma korkusu yaşıyorsanız sıkı durmakta güçlük çekersiniz. Öfke duyma, suçluluk duyma, acıma ve dışlanma korkusu duygularını denetim altında tutmak daha kolay olabilir, ancak sert davranılma ya da parasal bir kötülük görme korkularıyla benzer biçimde baş etmek öyle kolay olmayabilir. Onun için sert davranışlarda bulunacak gibi olan insanlardan uzak durmaya çalışmanız, parasal yatırımlardan uzak durabilmek içinse kendinizi parasal olarak güvence altına almanız gerekir.

            OBSESİF-KOMPULSİF (mükemmelliyetçi) biriyle baş ederken kendinizi bir ‘’savaş’’a hazırlayın. Karşı koymaya başlamadan önce çok beklemeyin, yoksa size komutlar yağdırma alışkanlığı geliştirirler. Bu gibi kişileri bir ya da iki kez uyardıktan ve gösterdikleri davranışlar üzerinde yeniden size çekip çevirmeye çalışan insanlarla baş ederken gürültülü birtakım olaylar çıkabilir.

            PARANOİD (şüpheci )kıskanç bir eşle baş etmenin de birtakım yöntemleri vardır. Öncelikle, durmadan soru sorup duruyor olmasına katlanmak zorunda değilsiniz.

            Öyleyse, yalan söylemelerine, okuldan kaçmalarına, kavga dövüşlere katılmalarına, sigara içmelerine, olur olmaz karşı çıkmalarına izin verecek miyiz? Kuşkusuz vermeyeceğiz. Ancak her zaman, başlarına gelebilecekleri söyleyerek onları inandıramayabiliriz. O zaman, giriştikleri eylemlerin sonuçlarına katlanacaklardır.

            ANTİSOSYAL KİŞİLERLE baş etmeye çalışırken öfkelenmemeye özen göstermeniz gerekir. Çünkü öfke, öfkeyi doğdurur ve onlar bize, bizim onlara davranabileceğimizden çok daha kaba davranabilirler. Onlardan ne istediğimizi  bir ya da iki kez söylemeli, bu işe yaramazsa onlara karşı katı davranmalıyız. Buna ‘’KATI SEVGi’’ adı da verilir. Bu kişilerin, yaptıklarından ötürü zaman zaman kendilerinin rahatsızlık duymasına neden olmanız gerekir. Yine de değişmezlerse, ya onları olduğu gibi kabul etmeli ya da ilişkinizi koparmalısınız. İnsan ilişkisinin üç ilkesi burada da geçerlidir. Ancak hoş gördüğünüz davranışlarla karşı karşıya kalmayı sürdürsünüz. Siz, kendiniz değişmedikçe, karşınızdaki kişiyi değiştiremezsiniz. Sonuç alabilmeniz için aşırı hoşgörülü tutumunuzu bırakmanız gerekir.

            İnsanların birbirlerine saygı duymaları için, birbirlerinden biraz da olsa çekinmeleri gerekir. Çocuklarımızın da bize saygı göstermeleri için, bizden çekinmeleri gerekir. Bizden, öğretmenlerinden ve toplumun yetkelerinden korkup çekinmeleri gerekir, yoksa saygı göstermezler.

            Çiftlerden biri de, diğerinden çekinmezse aralarında bir sevgi bağı oluşamaz. Sevgi, saygıdan köken alır. Kendisinden çekinmediğiniz bir başkasını sevemezsiniz. İlişkide olduğunuz insandan çekinmezseniz, her ne istiyorsanız, onu yaparsınız. Düşüncesiz, davranışlarınızı engellemeye çalışmayan birini daha az düşünürsünüz. Onu bir sevgiliniz ya da bir yakınınız gibi değil, sizin bir ‘’hizmetkar’’ınız gibi algılamaya başlarsınız. Başkalarının sizi sevmelerini istiyorsanız, sizden korkmaları değil, ancak belirli bir ölçüde çekinmelerini sağlamanız gerekir.

            Benzer durum çocuklar içinde geçerlidir. Çocuklarınız sizden çekinmezlerse sizin söylediklerinizi yapmazlar. Çekinirlerse, kötü davranışlar sergilememeye çalışırlar. İyi davranışlar sergilerse, siz de onlara daha sevgi dolu yaklaşır ve onları ödüllendirirsiniz. Bütün bunlar, sevginizin koşullu olduğu anlamına gelmez, ancak sergiledikleri kötü davranışları düzeltmelerini sağlamanın yollarıdır.

           NARSİSİSTİK VE HİSTİONİK KİŞİLER, kendi önceliklerini hep önde tutmaya çalışırlar. İsteklerini gerçekleştirerek onlara sürekli bir ‘’iyilik’’ yapacak olursanız, artık bu iyiliğinizi uzun dönemde görmez olurlar. Bu yüzden, karşı koymayı göze almanız gerekir. Dışarıda yemek yiyecekseniz, bu kez sizin seçtiğiniz bir yere gidin. Hangi televizyon kanalının izleneceğine, bu kez siz karar verin. Böylece karşınızdaki kişiye, toplumsal etkileşimin karşılıklılığı kuralını öğretmiş olursunuz. Karşılıklılık ilkesi, bu insanlara çocukluk dönemlerinde öğretilmemiştir. Hep, ‘’Bana ver!’’ ya da ‘’Hepsi BENİM olsun!’’ demişler ve bu tutumlarına neredeyse hiçbir zaman karşı çıkılmamıştır. Geç de olsa, artık bunu öğrenmelerinin zamanı gelmiştir, çünkü vermeden alınamayacağını öğrenemezlerse, yeni girdiği ilişkilerinde başarısız olacaklarınız bilmeleri gerekir. Bir ilişki tek yönlü vermeye dayalı bir ilişki olursa, giderek çekilmez olmaya başlar ve bu ilişki, en sonunda, her iki yan için de anlamlı bir ilişki olmaktan çıkar.

           Bu ‘’çocuklar’’ karşısında artık iyi bir ‘’ana-baba’’ olmalı ve nasıl ‘’büyüyeceklerini’’ öğretmelisiniz. Hangi yaşta olurlarsa olsunlar, isterlerse 50 yaşının bile üzerinde olsunlar, bu kişiler hala duygusal birer çocuklardır. Onlara, başkalarını da düşünmeleri gereken birer erişkin gibi davranmaları gerektiğini öğretirseniz, engelleme eşiği yüksek, düşünceli birer erişkin olmalarını sağlayabilirsiniz. Ancak bütün bunları yaparken suçluluk duymamanız, onlara acımaya kalkmamanız ve dışlanma korkusu yaşamamanız gerekir. Bu gibi duygular, kararlı davranmanın önündeki en büyük engellerdir. Gerçekte onlara önemli bir insan becerisini öğretmeye çalışıyorsunuz, dolayısıyla acımaya kalkmanız gerekmez.

          Ayrıca, dışlanmayı siz incitici olarak algılamadıkça, incitici değildir. Onsuz yapamayacağınıza iyiden iyiye kendinizi inandırmışsanız, eliniz kolunuz bağlı kalır, dolayısıyla kötü davranılmayı hak etmiş olursunuz. Onun her istediğini yapmaya başlayınca önce dışlanmaya çalışılacaksınız. Buna katlanabilmeniz gerekir. Söylenerek, dırdırlanarak sizi denetim altına alamayacağını, sizi denetim altında tutamayacağını ona gösterin. Öte yandan, baş etmekte çok güçlük çekilen kimi zor kişilerin de psikoterapiye yönelmeleri gerekebilir.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 (242) 316 98 99

BY: admin

Blog Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

BENİ GERÇEKTEN DUYABİLİYOR MUSUN?

Kendinize ve ilişkinize biçtiğiniz hayallar ile hayatın dayattığı gerçekler arasındaki uçurum açıldıkça, o boşluğu keder doldurmaya başlar.

 Evliliğin en güç yanlarından birisi her gün birlikte yaşamayı becermektir. Siz erken kalkmayı seversiniz, eşiniz ise uykucudur. Siz dans etmekten hoşlanırsınız, eşiniz futbol maçı seyretmeyi tercih eder. Siz evde arkadaşlarınızla sakin bir yemek istersiniz, eşiniz onlarla kalabalık gürültülü bir restoranda buluşmak ister. Bütün bu farkların neden olduğu her gün benzer çatışmaların onlarcası yaşanır; çözmek için taviz vermek gereklidir.

 İyi günlerde eşinize bağlı ve birlikte mutlu olduğunuzu düşünürsünüz. Birbirinizin düşüncelerini okursunuz ve birbirinizin şakalarına gülersiniz. Kötü günlerde ise, eşinizle çorapların kirli çamaşır sepetine konulması gerektiğini, köpeğin içeride mi, dışarıda mı bakılması ya da yemekte ne istediğiniz gibi türlü konularda tartışırsınız.

FARKLILIKLAR SORUN OLMAYA BAŞLIYOR…

             Eşlerin, birbirlerinin farklı yanlarına gösterdikleri tepkiler genellikle zaman içerisinde değişir. Belki eskiden eşinizin her konuda fikir beyan etmesi ve arkadaşlarınıza karşı kendini savunması hoşunuza gidiyordu. O da, arkadaşlarınızla anlaşmasa bile onları eğlenceli buluyordu. Şimdi ise her konuda bir sürü laf etmesi ve arkadaşlarınızın tutucu olduğunu söylemesi sizi rahatsız ediyor. Eğer farklarınıza mizahla yaklaşabilir ve onları eleştirel olmadan kabul edebilirseniz, siz ve eşiniz tekrar birlikte vakit geçirmekten keyif alabilirsiniz.

Belki, ilişkinizin ilk başlarında, bu farklar ikinize de ilginç geliyordu ve karşı tarafın anlayışlılığı hoşunuza gidiyordu. Birbirinizi saygı ile dinliyor ve dikkatle cevaplıyordunuz. Birbirinizin şakalarına ve gözlemlerine gülüyordunuz. Şimdi, aradan birkaç yıl geçtikten sonra, konuşmuyor, onun yerine tartışıyorsunuz. Onun, şakalarını o kadar çok dinlediniz ki, çıldırabilirsiniz. Eşiniz  “benim aileme daha az gittik hep senin ailenle vakit geçiriyoruz, annem çocukları ne zamandır görmüyor!..” derken sizin artık bir aile olduğunuzu unutabiliyor. İşi hakkında yaptığınız şakaların hiç de komik olmadığını, aksine iğneleyici olduklarını söylüyor.

Evlendikten  birkaç yıl sonra, belki eşinizin  kendi hedefleri ile ilgilendiğini fark ettiniz. Oysa kadın için tek hedefinin eşi olması olasılığı oldukça fazla. Yanılıyor muyuz? Erkeklere göre kadınlar eşlerinin davranışlarını değiştirmeye kendilerini daha çok kaptırırlar.

           GERÇEKTE SORUNUNUZ BU MU?  TARTIŞTIĞINIZ KONU MU?

             Eğer, siz ve eşiniz  ilişkinizde başka sorunlar da yaşıyor ama bunları dile getiremiyorsanız, o zaman onun sıradan bazı davranışlarını da kusurlu bulabilirsiniz. Örneğin sevişme, isteğinizi ‘’ başım ağrıyor’’ diyerek geri çevirdiğinde kan beyninize sıçrar.  Ama, ‘’ seks hayatımızla ilgili konuşmamız gerekiyor’ demek yerine, makyaj malzemelerini banyoda bıraktığından şikayet eder veya onun üşümesinin umurunuzda olmadığını söyleyerek yatak odasının camını açarsanız. Böyle ufak tefek şeyler için kavga ederek, esas sorundan kaçarsınız. Birbirinizden sürekli rahatsız olarak yaşarsınız. Uzlaşma ile sonuçlanacak sağlıklı bir tartışmayı nasıl yapacağınızı bilmediğiniz için ‘’ büyük’’ sürtüşmeden her ne pahasına olursa olsun kaçınırsınız. Oysa, sağlıklı bir ilişki için yıkıcı değil yapıcı tartışmalar yapmak gerekir.

YAKINLIK…

Araştırmalara göre erkekler için,  ortak etkinliklerde bulunmak çok önemliymiş birlikte okumak, yürüyüşe çıkmak, yemeğe çıkmak. Kadınlar içinse en önemli etkinlik, karşılıklı konuşmakmış. Erkeklerin eşlerine günlerinin nasıl geçtiğini sorduklarında, eşlerinin söylediklerine ilgi gösterip, onları haklı bulduklarında ya da onlara konuyla ilgili sorular sorduklarında, kendi duyguları hakkında konuştuklarında ya da herhangi bir konuda özür dilediklerinde, eşlerinin o günkü doyumlarının arttığını gözlemlenmiş.

Çoğu kadın için merhamet konuşmakla eşanlamlıdır. Eşinize gününüzün nasıl geçtiği, çocuklar, iş veya komşunuzun başına gelenler gibi şeylerden söz ederken kendinizi ona yakın hissedersiniz. Eğer kocanız sizi dikkatle dinler ve kendi başından geçmiş benzer şeylerden de söz ederse mutluluktan uçarsınız. Yakınlık, kendinizi karşıdaki insana yakın ve bağlı hissetme,  duygu, düşünce ve fiziksel bir düşkünlük ile birlikte ilgi gösterimini paylaşmaktır. Eğer bir zorunluluk yaşıyorsanız, eşinizin sizi rahatlatmasını istersiniz. 

KADINLAR dünyadaki bütün insanlar içinde sadece kendilerini sevecek, değer verecek, saygı duyacak, kadın olmanın keyfini çıkarabilecekleri şekilde kendileriyle konuşacak, yanlarında duracak, onları rahatlatacak, cinsel açıdan tatmin edecek ve gergin zamanlarda yanlarında destek verecek erkeklerin hayatlarının merkezi olmasını umut ederler.

ERKEKLER genellikle ihtiyaçlarını karşılayacak, güçlerinden ve bedenlerinden zevk alacak, onları bilge liderler olarak görecek ve ihtiyaçlarını dile getirdiklerinde yardım etmeye istekli olacak kadınlar istediklerini söylemişlerdir. İyi yemek ve iyi seks istediklerinden de bahsetmişlerdir. “Benim için her şey olabilecek birini istiyorum. Birisinin bana ihtiyacı olduğunu, işe yaradığımı, sayıldığımı ve sevildiğimi hissetmek, evimin kralı olmak istiyorum”

UZLAŞMAK MI ZORLAMA STRATEJİLERİ Mİ?

Eleştirmek, ses tonunu yükseltmek, suçlamak, taleplerde bulunmak tehdit etmek, cezalandırmak ve suçluluk duygusuyla manipülasyon, eşinizin istediğiniz bir şeyi yapması için onu zorlama girişimleridir. Bu zorlama stratejilerinde aslında kötü niyet yoktur. Belki siz istediğiniz sonucu elde edersiniz ama, bedeli çok ağır olabilir.

Bu stratejiler, karşılıklı saygıya dayanan bir iş birliği yerine, eşiniz kontrolünüz altında tutmanızı sağlar. Bunlar, olumsuz stratejilerdir ve tercihleriniz yerine, istemediğiniz şeylere odaklanmanıza yol açabilirler. Eşiniz düşünceli bir ekip arkadaşı olmak istese de, aranızda olumsuz duygular yeşermesine neden olurlar. Zorlama stratejileri, sınır ihlali konusunda da savunma mekanizmalarımızın gelişmesine olanak tanır. Zehirli mesajlarda ise, ilişkinizin iyiye değil, kötüye gitmesine yol açarlar. Daha da önemlisi, eşinizin kaygılarını bir yana atmanıza zemin hazırlarlar.

İŞ HAYATININ GEREKLERİNİN OLUMSUZ YANSIMALARI…

E (erkek) ve K (kadın ) birbirlerini çok seven, çok yetenekli ve meslek sahibi bir çift, ama zorlama stratejilerinin kurbanı olmuşlardı. İkisinin de anne babaları boşanmıştı ve anne babalarının evliliklerinde başarılı olmadıklarının farkına varıp, onların yaşadıkları bunalımlı evlilik kalıplarını kırabilmek istiyorlardı. Erkek çok öfkeliydi. Her akşam yemekte eşi kendisine öğlen yemeğini kiminle birlikte yediğini soruyordu. Erkek eşinin sorularını hep kendisini kontrol altında tutabilmek için sorduğunu düşünüyordu. Önceleri sabırlı davrandı, ama  sonunda,’’Benim polise gereksinimim yok! Beni ne zannediyor? “ diye düşünmesine yol açtı. Eşinin iş yaşamını sorgulamaktan vazgeçmesi için bir takım zorlama stratejileri kullanmaya başladı:

  • TALEPLER Kiminle yemek yediğimi sormaktan vazgeç!’
  • SUÇLAMA Bana her gün bu sinir bozucu soruları sormakla sorun yaratıyorsun. Sana bu işten vazgeçmeni söylememe karşın bu davranışların ısrarla sürdürüyorsun.’
  • ELEŞTİRİ-Çok müdahalecisin!’
  • TEHDİT-Bu soruyu sormaktan vazgeçmezsen, sonunda bir ilişkiye gireceğim.’
  • CEZA – ‘Yarın işten sonra içmeye gidiyorum. Bana böyle davranırsan sonunda olacak buydu!’
  • BASKI-Konuşmayı kes! Bana bu soruyu sorma dedim sana!’
  • SUÇLULUK DUYGUSUYLA MANİPÜLASYON-Ben sana böyle bir soru soruyor muyum? Bana güvenmek zorundasın. Her dakika beni kontrol edemezsin!’

Bu zorlama stratejilerinden her biri kadın boyun eğmesine neden olabilirdi, ama içermesinin ya da direnç göstermenin bedeli yüksek olabilirdi. Kadın öğle yemekleri konusunda soru sormaktan vazgeçebilirdi ve böylelikle erkek istediğini elde etmiş olurdu. Kadın kaygılarını göz önünde bulundurmadığı için ilişkilerindeki güvensizlik ortadan kalkmaz, ama sadece bastırırdı.

HASSAS KONULARDA İŞLERİ YOLUNA KOYMA SOHBETLERİ

   Erkek sinirliydi, çünkü eşi her gece öyle yemeğini işyerindeki güzel kadınlardan biriyle yiyip yemediğini sorguluyordu. O da eleştirildiğimi düşünüp, sinirleniyor ve gecenin geri kalan kısmını gergin bir biçimde geçiriyorlardı. Şimdi bu tartışmalarını nasıl işleri yoluna koyma sohbetlerine çevirdiklerine ve buldukları ilginç çözüme:

Aşama 1 : duygularınıza kulak verin; ne hissediyorsunuz? 

Kadının, eşinin çalıştığı mimarlık bürosundaki kadınlarla olan ilişkisi hakkındaki rahatsızlık duyguları son bulmamıştı.

Aşama 2 : ikilemi tanımlayın.

K:Kadınca duygularım bana onun seni baştan çıkarmaya çalıştığını söylüyor. Bu yüzden de her gece öğle yemeğini kiminle yediğini soruyorum sana”

Aşama 3 :ricada bulunun

E:“Onunla yalnız yemeğe çıkmazsan sevinirim, ama bir grup yemeği elbette sorun değil. Buna hayır der misin?”

Aşama 4 :eşinizin kaygılarını anlamak için yanıtına kulak verin

E:“Tabi ki , aslında beni rahatsız eden , bana güven duymaman. Konrol etmen…Bu duygu hiç hoşuma gitmiyor

Aşama 5 :bulduğunuz çözümü uygulamaya koyun

E:“Birlikte çalışırken o kadar yoğunuz ki işyerinde ya da dışarıda alelacele yiyoruz, işyerindeki esas sorun oradaki havadan hoşlanmamam. Bazen farklı bir şirkete mi geçsem diye düşündüğüm oluyor, ama bu kadar iyi ekonomik şartlar sunan bir iş bulabilir miyim bilmiyorum”

K:”İş konusunda kararın ne olursa olsun, seni destekleyeceğimi unutma”

.  Freud işleri gerçek bir anlamda paylaşılmasının sağlıklı bir yaşam için çok gerekli olduğunu söylemiştir. Sağlıklı insanı, çalışabilen ve sevebilen insan olarak tanımlamıştır. Bu formülü, sağlıklı bir çift, üzerlerine düşen işleri yapabilen ve birbirlerini sevebilen bir çift olarak daha da genişletebiliriz.

Yasamak çok kısa değildir ve saygılı olmaya ayıracak zaman her an bulunabilir.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Blog Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

ALKOL VE MADDE BAĞIMLILIKLARINDAN KURTULMAK İÇİN ÖNCE BAKIŞ AÇINIZI DEĞİŞTİRİN

Günümüzde alkol madde kullanımın yaygınlığı arttıkça ve bağımlılığa özel tedavi merkezlerinin yetersizliği ve yüksek maliyeti ortaya çıktıkça, bu maddeleri kullanan kişiler ya da bağımlılılar için daha kısa tedavi yöntemleri arayışları başlamıştır. Kişinin değişime karar vermeden tedaviye başvurması ya da tedaviden yararlanması mümkün değildir. Birey öncelikle değişmeyi kabullenmelidir.

Alkol bağımlılarının, sorunlarıyla ilgili olarak kendi kendilerine ne söyledikleri, sorunlarını ele alma girişimlerinde yaşadıkları katlanılması güç duygular ve en önemlisi, böyle bir sorunları olduğu için, kendileriyle ilgili olarak kendi kendilerine ne söyledikleri, bu kişilerin, üzerinde durulması gereken başlıca yerleşik düşünceleridir. Bu kişilerin, düşüncelerinin, duygularının ve içme davranışlarının birbirleriyle yakından ilintili olduğunu görmeleri gerekir. Çarpık düşüncelerin ve sağlıksız duygularını değiştirerek, kendilerine zarar veren bu davranışlarını bırakabileceklerini öğrenebilirler.

        ALKOL BAĞIMLILARININ DÜŞÜNME BİÇİMLERİ:

  • “OTOMATİK DÜŞÜNCELER” kendiliğinden ortaya çıkar, bilinçdışıdır
  • Katı düşüncelerdir, esnek değildirler.
  • YA HEP ya da HİÇ ,siyah ya da beyaz düşüncelerdir
  • AŞIRI GENELLEŞTİRİLMİŞ ve MANTIKSIZ düşüncelerdir.
  • Sınanmamış ve mutlak düşüncelerdir.
  • YADSIMA : aşırı ölçülerde alkol kullanmak bir sorun değildir.’’
  • Duygusal sorunları çözmenin en iyi ve tek yolu alkol kullanmaktır.’’
  • “Dayanamam, katlanamam”,“aşırı düzeyde uyarılabilmenin, doyum sağlayabilmenin ve çoşku duyabilmenin tek yolu ancak alkol almaktır”.
  • Rahatsızlık duymaya gelememe kaygısı: “Her ne uğruna olursa olsun, bütün sağlıksız duygulardan kaçılması gerekir”.
  • Değişmek çok güç” düşüncelerinden kaynaklanan umutsuzluk,  çaresizlik ve değersizlikduyguları.
  • Bir bağımlı oldukları için kendi kendini ayıplama, suçlama düşünceleriyle utanç duyarlar.

BAĞIMLILARIN ALKOL ALMAYLA İLGİLİ, SIK KARŞILAŞILAN İŞLEVSEL OLMAYAN DÜŞÜNCELERİ

  • Arada bir denetimi ortadan kalksa da, alkol kullanmak hiçbir zaman benim için bir sorun olmamıştır. Nasıl içki içtiğimi düşünen diğer insanların bu kendi sorunları…”

Denetimini yitirme, var olan sorunun ilk belirtisi olabilir. İçki içmem başkaları için önemli bir sorun olursa, er geç benim içinde bir sorun olacaktır.

  •  ‘’ Gevşemek için içki içmem gerekiyor.’’

“İçki içmek istiyor olabilirim, ancak yalnızca içmek istediğim için içmek zorunda değilim.

  • ‘’İstediğimi elde edememeye gelemiyorum, buna katlanmak çok güç.’’

“Bundan hoşlanmayabilirim, ancak geçmişte katlandığım zamanlar oldu, şimdide katlanabilirim.”

  • ‘’Ancak coşkun ya da taşkın olduğum, ayağım yerden kesildiği zaman kendimi iyi ve rahat hissediyorum.’’

“ Alkol almadan toplumsal olarak kendini iyi hissetmeyi öğrenmek güç gelebilir, ancak bunu yapabilen çok sayıda insan var.”

  • ”İçki içmeyi sonlandırmak çok güç olabilir. Bütün arkadaşlarımı yitirebilirim, sıkılmaya başlayabilirim ve içki içmeden, kendimi hiç rahat hissetmeyebilirim.’’

“İçki içmeyi sonlandırmanın bir takım sonuçlarına katlanmak zorunda kalabilirim ve bunun için bir zaman ve çaba harcamam gerekebilir, ancak bunları yapmayacak olursam sonuçları çok daha kötü olur.”

  • ’İçki içmeyen insanlar, kösteklenmiş ve mutsuz insanlardır.’’

Bununla ilgili olarak elimde ne gibi kanıtlar var? İçki içemeyen insanlar gerçekten mutsuz, içenler ya da içebilenler gerçekten mutlu mu?”

  • ’Bir kez başlamak demek, artık onu durduramamak demektir.’’     

“ Yapılan bir yanlış, yeni bir öğrenme yaşantısı olarak görülebilir. Bu kesin bir başarısızlık demek değildir, nasıl bir yol izleyeceğini gösteren geçici bir aksama olabilir. Nasıl bir yol izleyeceğimi belirleyecek olan yine ben kendimim.”

Çoğu alkol bağımlısı, belirli bir takım duygusal ya da durumsal tetikleyici etkenler ortaya çıkınca, kendilerini ‘’ içmek zorunda ‘’ olarak görür. Bu zorundalığın altında, işlevsel olabilmek ya da yatışabilmek için içmeleri gerektiğiyle ilgili işlevsel olmayan düşünceler yatar.

İÇKİ İÇMEYİ BIRAKTIKTAN SONRA, YENİDEN İÇMEYE BAŞLAMAYA YOL AÇABİLEN İŞLEVSEL OLMAYAN DÜŞÜNCELER

  • “Hiç içmemek gerçekten çok güç… istediğimi elde edememeye gelemiyorum. ‘’

Hiç içmemek güç olabilir, ancak bugüne dek buna katlanabildim, buna katlanmayı sürdürebilirim. Her ne istiyorsam o olmak zorunda değil, ayrıca içki içmek istiyor olabilirim, ancak birlikte getireceği sorunları yaşamak istemediğimi biliyorum.

  • ‘’Yaşamımda daha çok coşku olsun istiyorum. Arkadaşlarımı görememekten çok sıkılıyorum, artık buna dayanamayacağım. Daha önceleri içki içtiğimiz yere giderek arkadaşlarımı göreceğim, ancak ben içki içmeyeceğim’

“Hiç kimse sıkıldığı için ölmemiştir. Yaşamımda daha çok coşku olmasını istiyor olabilirim, ancak yeniden içmeye başlayabilecek olma olasılığını göze almam gerekir. Sıkılmak istemiyorsam yapacak başka şeyler bulmam gerekecek.”

  • ‘’ Yazık bana !.. bir çok insan bunun üstesinden gelebiliyorken ben içkiyi bırakmak zorunda kaldım, bu benim değersizliğimi gösteriyor. Artık hiçbir şey benim için doğru olamaz, öyleyse bunun ne yararı var? Bir içki içmek benim yaşamımı nasıl daha kötüye götürebilir? ‘’

“Başka insanların yapabildiği bir şeyi yapamadığım için benim değersiz olduğumu gösteren ne gibi kanıtlar var?  Yüz metreyi de on saniyede koşamıyorum ama koşabilenler var. Bu, benim değersiz olduğumu mu gösterirİ? Şu an için her şey yolunda gitmiyor gibi gözükebilir, ancak bunun için yazıklanmam , yerinmem gerekmiyor. Böyle hissetmem yalnızca beni daha kötü hissettirir. İsteğim olan bir kadeh içki üzerinde düşünmem gerekir. En son içtiğim zamanı anımsıyor muyum? Yaşamımı daha iyileştirdim mi? Yoksa daha çok içmeme mi yol açtı? Başıma bir sürü sorun geldi, hangisini yeğlerim? “

  • ‘’ Bana böyle davranmazlar. Kimin söz sahibi olduğunu ben onlara göstereceğim. Onları yola getirmesini bilirim. Sarhoş olacağım ve onlar, bundan büyük üzüntü duyacaklar’’

Gerçekten bana böyle davrandıkları zaman onlardan hiç hoşlanmıyorum. Kendimi savunabilmeyi öğrenmenin yollarını bulmalıyım, onları cezalandırmak bir çözüm değil. Ayrıca sarhoş olarak gerçekte kimi cezalandırıyorum?

  • ‘’ Altüst oldum ve çok gerginim. Bir kadeh içmezsem çıldıracak gibi oluyorum. Aklımı oynatacağıma sarhoş olmayı isteyeceğimden eminin’’

Bir kadeh içki aklımı oynatmamı engelleyemez tam tersine beni daha aşağılara çeker. Altüst olmakla ya da gergin olmakla içmeden daha iyi başa çıkabilir. Ayrıca insanlar istediklerini elde edemedikleri için çıldırmazlar.

  •  ‘’Alt üst olmak korkunç bir duygu katlanılabilir değil…”

“Altüst olmak hiç hoşuma giden bir duygu değil, ancak buna her zaman katlanabilirim.”

  • ’ Yaşadığım duygular çok kötü sonuçlar doğurabilecek olan duygular. Yaşadığım bu duygulardan ötürü çıldırabilir ve hiçbir zaman iyileşemeyebilirim. “

“Ben istemedikçe yaşadığım güzel olmayan ve beni aşağı çeken duygular içki içmeme yol açamaz.”

  • ’Bana rahatsızlık veren bütün bu duygularla uğraşmak zorunda değilim. İçki içmeyi çoktan bıraktım.’’

İçki içilmediği için yaşam hep kolay ve rahat olacak diye bir kural mı var? Değişmek için kendimi zorladığım şu aşamada bir takım olumsuz duygular yaşayabilirim,bu son derece olağan…

  • ‘’ Her zaman bütün duygularımı denetim altında tutabilmeliyim’’

Bütün duygularımı denetim altında tutamayabilirim, ancak bana rahatsızlık verenleri ayırt edebilirsem, bunları yönetebilir ve değiştirebilirim.

Alkol bağımlısı kişiler,genellikle, içki içtikleri, yaşamda yeterince işlevsel olamadıkları ve güçlü duygularıyla başa çıkamadıkları için kendilerini aşağılama eğiliminde olurlar.

  • içki içme sorunumun üstesinden gelme konusunda çok istekliyim, ancak ben de her yönü ile yetkin( mükemmel) biri değilim.
  • ’benim yaptıklarımı yapan herkes kötü bir insandır ve kötü bir insan olarak kalacaktır.’’

Kötü bir takım davranışlarda bulunmak, kötü bir insan olmak değildir; yalnızca kötü davranışları olmuş olan, yanılmış bir insan olduğu anlamına gelir.

  • ’ bir insan olarak değerli olabilmek için herkes tarafından sevilmeli ve onaylanmalıyız. Artık içmiyorum ve insanları mutlu edebilmek için her zamankinden daha çok kendimi zorlamalıyım.

Kimin sevdiği ya da kimin sevmediğinden yola çıkarak bir insan değerlendiremez.

  • ‘’ yaşadığım alkol sorunu yüzünden büyük zarar görmüş, değersiz bir insanım.’’

Kişiliği zarar görmüş ve değersiz bir insan değilim, yalnızca yanlış yaptığımı biliyorum.

  • ‘’ kendimi kanıtlamak için ne yapmam gerekiyorsa yapacağım. onlara göstereceğim…’’

Değerimi kanıtlayamam, ancak davranışlarımı iyileştirebilirim.

Bu kişilerin, kendilerini aşağılamalarının önüne geçebilmek için ‘’KOŞULSUZ KENDİNİ KABUL’’ felsefesini benimsemeleri daha uygun olur.

MADDEDEN UZAK DURMA KARARININ GETİRDİĞİ GEÇİCİ YOKSUNLUK DÜŞÜNCELERİ

 ‘’içki içmeden durmaya dayanamam.’’

‘’ içki içmeden bir iş yapamam.’’

‘’alkole karşı koyabilecek denli güçlü değilim.’’

‘’içki içme istediğimi onlardan kaldırmaya dayanamam.’’

‘’ içki içmezsem, kendimi çok eksik hissedebilirim.’’

‘’yaşamın üstesinden gelmekte zorlanıyorum, dolayısıyla içki içmeye hakkım var.’’

‘’içki içmek zorundayım, yoksa yaşamımı sürdüremem.’’

‘’ içki içmek böylesine güzelken, bundan yoksun kalmamalıyım.’’

‘’ içki içmemek bana göre güç geliyorsa bundan neden yoksun kalayım.’’

Bağımlılık nasıl başlamış olursa olsun, bu örüntü bağımlılığın sürüp gitmesi için yeterlidir. Bağımlılıklarının bu denli kolay ortaya çıkmasının ve sürmesinin nedeni, hiçbir bilişsel ya da davranışsal yöntemin, duyulan kaygıyı, bu maddeler kadar hızlı ve çaba göstermeden ortadan kaldıramamasından kaynaklanır.

İçki içmenin diğer bir düşünsel temeli, yaşanan sorunlarından kaçınmak ya da kaçmaktır. Alkol, her zaman gevşetici etkileriyle bilinir. Beklenti de gerginliği ortadan kaldıracağı biçimindedir. Alkol alan kişiler, gerçekten bir ölçüde gevşerler, ancak bu kişiler, gevşemenin tek yolu olarak alkol almayı sürdürecek, gevşemenin daha güzel yollarını öğrenemezler.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Blog Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

MULTİPLE SKLEROZ (MS) HASTALARINDA GÖRÜLEN PSİKİYATRİK BOZUKLUKLAR

Multiple skleroz (MS) demyelinizan nörolojik hastalıklar içinde en sık görülenidir. MS Hastaların 2/3 ‘ünde atak ve iyileşmelerle seyreder. 1/3 ‘ünde ise ilerleyici bir seyir gösterir. Santral sinir sisteminde birden çok ve ayrı bölgenin tutulabilir. Genetik olarak yatkınlığı olan bireylerde immun (bağışıklık) sistem anormalliği gösteren bir hastalık olarak değerlendirilir. En sık 20-30 yaşlarında başlar. Kadınlarda erkeklere nazaran iki kat fazla görülür. Nedeni belli değildir. Genetik yatkınlık; Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika beyaz ırkında MS sıklığı en yüksek orandadır. Doğu Asyalılarda ise MS’ den koruyan bir genetik etkiden bahsedilmektedir. Virüsler, fiziksel travmalar (doğum, aşılama, cerrahi girişim, anestezi ve lomber ponksiyonda MS i ortaya çıkarabilen etmenlerdir) ve otoimmünite etyolojide rol alır.

BULGU VE BELİRTİLER

Görme bozuklukları, kol ve bacaklarda güçsüzlük, en sık görülen ve hemen hemen ilerlemiş tüm olgularda izlenen bir bulgudur. Konuşma, yürüyüş bozuklukları, titreme, dengesizlik.  İdrara kaçırma, erkeklerde libido kaybı, sertleşme kaybı sık görülür. Belirtilerin fıziksel mi psikojenik mi olduğu belirlenmelidir. His ve duysal bozukluklar; akut atak belirtileri tam olarak 6-8 haftada düzelir. İlerlemiş hastalıkta vibrasyon duyusu sıklıkla etkilenir. Hastalar kol bacak ve gövde ya da yüzde uyuşma ve sızlanmalar hissederler. Ağrı da sık görülen bir belirtidir.

Psikiyatrik olarak ise bu hastalarda depresyon, intihar, bipolar affektif (iki uçlu) bozukluk, öfori (aşırı neşe hali), patolojik ağlama ve gülme, anksiyete, belirtilerin abartılması ve psikoz, kişilik değişiklikleri şeklinde tablolar görülür. Çalışmalarda MS hastalarının yaklaşık 2/3 ‘ünde hepsi tedavi gerektirecek düzeyde olmasa da saptanabilen psikiyatrik bozukluklar olduğu görülmüş. Duygudurum, kişilik ve kognitif fonksiyonlardaki değişiklikler bu hastalardaki en kısıtlayıcı ve sıkıntı veren bulgulardır. Hastalar ve hasta yakınları bu durumla başa çıkmakta yetersiz kalırlar. Davranış değişiklikleri ortaya çıktığında bu durum kişinin hastalığına duygusal reaksiyonu veya kronik hastalığa uyum sağlayamama olarak algılanır.

MS hastalarında geçici duygudurum değişiklikleri, irritabilite ve anksiyete (kaygı) sık görülür. Hastaların yaklaşık 2/3′ sinde bu semptomların bazıları ilk bir yıl içinde gözlenir. Bu hastalarında yaklaşık 1/3 ‘ünde bulgular major depresif bozukluk kriterlerini karşılayacak düzeye gelir. Duygudurum bozuklukları genellikle alevlenme döneminde veya kronik ilerleyici gidiş varlığında görülür.

Erken ortaya çıkan psikiyatrik bulgular MS’ un tanı koydurucu fıziksel belirtilerinden daha belirgin olup bu bulguların varlığını gölgeleyebilir. MS hastalarının %17’ sinin nöroloji hekiminden önce psikiyatristler tarafından görüldüğü saptanmış. MS’lu hastaların %54’ünde nörolojik belirtilerin ortaya çıkmasından önce en az bir major depresyon atağı gözlenmiş.

PSİKİYATRİK TANI SINIFLAMASINA GÖRE (DSM IV) MS’DE GÖRÜLEN PSİKİYATRİK SORUNLAR

  • %46 Major Depresif Bozukluk
  • %6 Bipolaf Affektif (iki uçlu) Bozukluk
  • %20Duygudurum bozuklukları
  • % 1O Distimik Bozukluk
  • %29 Anksiyete Bozukluğu
  • %10ObsesifKompulsif (Takıntı)Bozukluk
  • %4Yaygın Anksiyete (kaygı)Bozukluğu
  • %3 Panik Bozukluğu
  • %1BasitFobiler(Agorafobi ve sosyal fobi)               
  • %12 Yineleyici Major Depresif Ataklar
  • %2 Somatoform Bozukluk          
  • %6 Alkol kötüye kullanımı

                                                   MS’ DA DEPRESYON

    MS’li hastalarda depresyon oranı normal popülasyondan, değişik medikal ve nörolojik hastalıklardan daha sık görülür. Diğer kronik hastalıklara göre 3 kat daha fazla görülür. Depresyon hastalık süreci sırasında ya da başlangıç bulgusu olarak ortaya çıkabileceği gibi uygulanan tedavilerin yan etkisi olarak gelişebilir.

Günümüzde bu hastalarda izlenen depresyonun hastalığın hem psikolojik hem de organik etkenlerinin bileşiminden kaynaklanabileceği kabul görmektedir.

BELİRTİLER

Depresyon kadın hastalarda daha sık görülür. MS ‘da depresyon orta şiddettedir. Kızgınlık, irrİtabilite, endişe ve huzursuzluk belirtileri baskındır. Daha düşük oranda konsantrasyonda zayıflama, bedeniyle aşırı ilgilenme, kendini suçlama, sosyal geri çekilme, kendini olumsuz değerlendirme ve ilgi kaybı izlenir.

MS’ da yorgunluk sıcaklık artışı ile alevlenir, genellikle uyku ile hafifler ve depresyonda olduğu kadar uzun süreli olmayıp birkaç saat içinde geçebilir. Günlük rutin işleriyle başa çıkacak enerjiyi bulamadıklarından yakınırlar.

MS hayatın en aktif ve işlevsel olduğu, yaşam amaçlarının ve etkinliklerinin dorukta olduğu genç yaşlarda ortaya çıkan kronik ve ilerleyici bir hastalıktır. Hastalığın yıkım şeklinde algılanması ve ortaya çıkan yeti yitimleri psikolojik tepkilere yol açacaktır.

MS’ un hastalar ve hasta yakınlarının yaşamlarında belirgin etkisi vardır. MS hastaların günlük aktivitelerini, aile ilişkilerini, iş ve sosyal yaşamlarını, duygusal durumlarını ve yaşam kalitelerini olumsuz yönde etkilemektedir. Benzer sorunlar bu hastaların yakınlarında da görülür. Hastalığın getirdiği bu psikososyal yükün hastalığın yol açtığı engellenmenin şiddetiyle belirgin olarak ilişkili olduğu gösterilmiştir. Hastalığın ilk yıllarında anksiyetenin daha sık olduğu, ilerleyen dönemlerde ise hastalığın getirdiği engellenmeye bağlı olarak depresyonun ön plana çıktığı gözlenmektedir. Depresyon MS hastalarında yaşam kalitesinin daha da bozulmasına yol açmaktadır.

MS ‘li hastalarda iyi bir psikiyatrik değerlendirmenin yapılması, depresyon ve anksiyetenin tanınarak tedavi edilmesi bu hastalarda intihar riskini azaltabiIir, yaşam kalitesini olumlu yönde etkileyebilir.

MS İLE DEPRESYON VE ANKSİYETE İLİŞKİSİ

MS’da yüksek oranda görülen psikiyatrik sorunlardan biri de anksiyetedir. Tek başına görülebileceği gibi depresyonla birlikte de görülebilir. Anksiyetenin genel olarak nedenleri arasında, içgörüsü olan hastaların kendilerindeki bilişsel, mental ve fonksiyonel kayıpları fark etmeleri, çevreden gelen uyaranların yeterli değerlendirilememesi, olayların üstesinden gelememe, sosyal kayıplar, yalnız kalma, depresyon yada demansa eşlik eden fıziksel hastalıklara bağlı sıkıntılar yer alabilir. Stres ve depresyon immunolojik bozukluğa katkıda bulunarak MS’ in prognozunu olumsuz bir şekilde etkileyebilir.

Hastalarda emosyonel durumlarının dışavurumunu kontrol edemedikleri zaman hiperaktivite, aşırı neşe, rahatlık, basınçlı konuşma izlenebilir.

MS’DE YORGUNLUK

      Sık görülen bir belirtidir .%75-90 MS’li hasta bitkinliği olduğunu, %50-60 hasta ise bunun en kötü şikayetleri olduğunu tanımlamıştır. Bu kalıcı yorgunluk olarak gözlenebilir. Ve fiziksel aktivite ya da mental egzersize bağlı kolay yorulma olur. Yorgunluk yaşa bağlı değildir. Çünkü otuz yaş altı ve elli yaş üstünde aynı sıklıkta bildirilmiştir. Ayrıca fiziksel yetersizliği de bağlı değildir. Çünkü erken MS de %50 den fazla olguda bildirilmiştir. Bitkinlik açık bir şekilde hastaların yaşam kalitesini düşürmekte ve çalışmamanın da major sebebini oluşturmaktadır. MS’de ki anormal bitkinlik seviyelerinin altında yatan mekanizmalar tam olarak anlaşılamamıştır. Bitkinliğin primer sebebi santral sinir sistemi ile ilgili olabilir.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Blog Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

KONTROL SİZDE Mİ?

Kendilerine ilişkilerine öfkeli, genellikle umutsuz, yaşadıkları hayattan bıkmış kişiler… Kendilerini ve çevrelerindeki insanları değiştirecek bir çeşit büyünün hayalini kuruyorlar. Diğer kişilerin arazilerine izinsiz girmek, bazı sonuçları beraberinde getirir. ‘’Girmek yasaktır’’ levhaları genellikle eğer birisi sınırı aşacak olursa, onun cezalandırılacağı tehdidini taşır. Eğer bir yönde yürüyorsak, bunun olacağını ve bir başka yöne yürüyorsak, başka bir şeyin meydana geleceğini bilmemiz gerekir.

Sağlıklı ve dengeli bir hayat biçimi için kesin sınırlar çizmek gereklidir. Sınırlar, sorumluluk alanınızı belirleyen kişisel çizgilerdir. Diğer bir deyişle, sınırlar kim olduğu muzu ve kim olacağımızı tanımlar.

         İLİŞKİLER

            İnzivaya çekilmiş bir insan değilseniz, ilişkileri engellemek imkansızdır. Onlarla devamlı olarak iç içeyiz çünkü onlar hayatımızı ve güvenliğimiz üzerine kurduğumuz yapının kendisidir. İlişkinin sözlük anlamı, bir bağlantı- bağlı veya ilgili olma durumudur. Fakat bir ilişkiyi anlama ve geliştirmede önemli olan o bağın kurulma yoludur. İlk ilişkimiz doğal olarak annemizle kurduğumuz ilişkidir. Bu genellikle iyi bir duygudur. Annemiz bize bakar, sevgi ve huzur verir ve bu deneyim gelecekteki ilişkimizin temelini oluşturur. Temel güven duygumuz gelişir, şanslıysak ve her şey yolunda gitmişse dünya bizim için güvenli bir yerdir. Aşama aşama geliştikçe, babamızla ve diğer yakın akrabalarımızla, komşularımızla, öğretmenlerimizle ve yetkili kişilerle farklı, bazen de benliğimiz için tehlikeli ilişkiler başlar. Dünyamızı genişletiriz, hayal kırıklıkları ,kırgınlıklar, üzüntüler yaşayabiliriz.

DUYGULAR

İncinmiş duygular yüzünden başkasına hoş görülmeyecek davranışlarda bulunan ya da acı çeken insanları kaç kez görmüşüzdür? Ve insanlar yıllar boyu neler hissettiklerini gözardı etmeye çalışarak depresyona girebilirler.

Duygular  ne gözardı edilmeli, ne de onların emrine girilmelidir.  Duygularımıza ‘’sahip olmayı’’ ve onların farkında olmayı öğrenmeliyiz. Onlar bizi genelde iyilikler yapmaya yönlendirebilir. Duygular yüreğinizden gelir ve size ilişkilerinizin durumunu bildirir. İşlerin iyi gidip gitmediğini, sorun olup olmadığını size söyler. Kendinizi huzurlu ve sevecen hissediyorsanız, işler muhtemelen iyi gitmektedir. Eğer öfke duyarsanız, çözüm bekleyen bir sorununuz var demektir. Ancak önemli olan duygularınızın sizin sorumluluğunuzda olmaları ve onlara sahip çıkmanızdır; onları sorunlarınızın sinyali olarak görebilirsiniz. Böylelikle işaret etmekte oldukları konu her ne ise, ona bir yanıt bulmaya  çözmeye yönelebilirsiniz.

ARZULAR

 Arzularımız sınırlarımız için de yatar. Her birimiz farklı arzu ve taleplere, hayal ve isteklere, hedef ve planlara, açlığa ve susuzluğu sahibiz. Hepimiz ,’’ ben’’ i tatmin etmek isteriz. Ancak neden etrafta bu kadar az tatmin bulmuş ‘’ ben’’ bulunmaktadır?

Sorunun bir kısmı, kişiliğimiz içinde yapılanmış sınırların eksikliğindedir. Gerçek ‘’ ben’’ i ve gerçekte neyi arzuladığımızı tarif edemeyiz. Arzuların pek çoğu gerçekmiş gibi maskelenmiştir. Onlar, gerçek arzulara sahip olmamamızla ortaya çıkan heveslerdir. Örneğin, seks düşkünlerinin pek çoğu, cinsel deneyimler aramaktadır, ancak gerçekte arzuladıkları, sevgi şefkat arayışı ve yakınlık kurabilmektir.

Arzularımızı ararken aktif bir yol üstlenmeliyiz. Kendi arzularımızın sahibi olmalı ve yaşamda emellerimize ulaşmak için onları kovalamalıyız. Başarıyla sonuçlanmış bir arzu, ruha hoş gelir, ancak başarı için çok çalışmak gerektiği de kesindir! 

DAVRANIŞLARIMIZIN SONUÇLARI

 ‘’Kişi, ne ekerse onu biçer’’ dersimizi çalışırsak, iyi not alırız. İşe gidersek, maaş alırız. Egzersiz yaparsak, daha sağlıklı bir bedene sahip oluruz. Diğerlerine karşı sevecen davranırsak, daha yakın ilişkiler ediniriz. Öte yandan tembellik, sorumsuzluk veya denetimsiz davranışlar ekersek; fakirlik, başarısızlık ve kötü yaşam sonuçları biçmeyi bekleyebiliriz. Bunlar, davranışlarımızın doğal sonuçlarıdır. Emek vermek gerekir.

Sorun, birisinin bir diğerinin yaşamındaki ekme ve biçme kuralına karışması ile ortaya çıkar. Ana babalar genellikle çocuklarının davranışlarının doğal sonuçlarıyla karşılaşmasına izin vermek yerine onlara bağırabilirler. Oysa sevgi ve sınırla, sıcaklık ve sonuçlarla ana babalık etmek kendi yaşamları üzerinde denetim duygusuna sahip, kendine güvenen çocuklar ortaya çıkarır.

DEĞERLER

Değer verdiğimiz şey, sevdiğimiz ve önem verdiğimiz şeydir. Genellikle neye değer verdiğimizin sorumluluğunu üstlenmeyiz. Yanlış yerleştirilmiş değerler yüzünden yaşamda bazı şeyleri kaçırırız. Gücün, zenginliğin ve zevkin, gerçekte sevgiye olan en derin özlemimizi tatmin edeceğini sanırız.

Yanlış şeyleri sevmekten veya değeri olmayan şeylere değer vermekten kaynaklanan denetimsiz davranışların sorumluluğunu üstlendiğimizde, doyumlu olmayan şeylere değer veren bir yüreğimiz olduğunu belki de kendimize itiraf edebildiğimizde ‘’yeni bir yürek” yaratmak için yardım görebiliriz. Sınırlar bize, eski incitici değerlerimizi yadsımada değil, onları sahiplenmede yardımcı olur; böylelikle onları değiştirebilme bilincine erişiriz.

SEVGİ

            Sevgi verebilme ve sevgiye karşılık verebilme, hediyelerin en yücesidir. Varlığımızın merkezi yürektir. İnsanın sevgiye açılma ve sevgiyi dışarı vurabilme yetisi, yaşam için vazgeçilmezdir.

            Pek çok kişi acı ve korku yüzünden sevgi alış verişinde güçlük çeker. Yüreklerini diğerlerine kapatmış olduklarından, kendilerini boş ve anlamsız hissederler. Şükran ve sevgiyi içeri alıp akışını sağlayamayabilirler. Seven yüreğimiz fiziksel olanı gibi, yaşamsal kanın içeri olduğu kadar dışarı da akmasına gereksinim duyar. Ve fiziksel sureti gibi yüreğimiz de bir kastır; bir güven kası. Bu güven kası, kullanılma ve egzersiz yapma gereksinimindedir. Eğer zedelenirse ağırlaşır ve güçsüzleşir. Kendimize ait bu sevme işlevinin sorumluluğunu üstlenmeli ve onu kullanmalıyız. Gizlenen veya kabul edilmeyen sevgi; her ikisi de bizi öldürebilir.

            Pek çok kişi sevgiye nasıl direndiklerinin sorumluluğunu üstlenmez. Etraflarında pek çok sevgi bulunur, ancak yalnızlıklarının kendi karşılık verme eksikliklerinden kaynaklandığını fark etmezler. Sıklıkla şöyle derler; ‘’diğerlerinin sevgisi içeri giremez’’. Bu cümle, karşılık verme sorumluluklarını olumsuzlaştırır. Sevgide sorumluluktan kaçmak için ustaca manevra yaparız; yüreklerimizi kendi malımız gibi sahiplenmeli ve bu alandaki zayıflıklarımız üzerinde çalışmalıyız. O bize, yaşamın kapılarını açacaktır. Yukarıda bahsedilen alanların tümünde, ruhumuzun sorumluluğunu üstlenmeliyiz. Bunlar, sınırlarımız içinde kalmaktadır. Ancak sınırlarımız içinde kalanlarla ilgilenmek kolay değildir;  diğer insanların kendi sınırları içinde kalanlarla ilgilenmelerini sağlamanın da kolay olmadığı gibi.

SINIR İHLALLERİNDE NE YAPMALIYIZ?

            Sınır, bir mülkiyet çizgisidir. Nerede başlayıp, nerede bittiğini tanımlar. Neden böyle bir çizgiye gereksiniminiz var? Sizler, boşlukta bulunmuyorsunuz. Sizler, doğa ile ve başka insanlarla ilişki halindeyken varsınız. Sınırlarınız sizi başkalarına, göreceli olarak tanımlamaktadır. Tümüyle sınırlar kavramı, bizlerin ilişkilerimizle var olduğumuz gerçeği ile ilişkilidir. Bu nedenle gerçekte, sınırlar ilişkilerle ilintili ve son olarak da sevgi ile bağlantılıdır.

            Ruhsal ve bedensel dengemiz için sınırlarınız diğerleri tarafından görülebilir kılınmalı ve ilişkilerle onlara iletilebilir olmalıdır. İlişkiler hakkındaki korkularımız nedeniyle, sınırlar konusunda pek çok sorunumuz vardır. Suçluluk, sevilmeme, sevgi yitimi, bağlantı kaybı, onay eksikliği,  öfkeye hedef olma, tanınma ve benzeri korkularla kuşatılmışızdır. Bunların tümü sevgide başarısızlıktır, oysa evrenin planı, bizim nasıl seveceğimizi öğrenmemizdir. Bu ilişki sorunları yalnızca ilişkiler içinde çözülebilir, çünkü sorunların kendisi ve ruhsal varlık, bu kapsam içinde yer alır.

            Bu korkular nedeniyle, gizli sınırlar edinmeye çalışırız. Sevdiğimiz birine dürüstçe hayır demek yerine, pasifçe ve sessizce kendimizi çekeriz. Karşımızdakine bizi incittiği için kendisine öfke duyduğumuzu söylemek yerine, gizlice kızgınlık duyarız. Çoğu kez, bir başkasının sorumsuzluğu ile gelen acıyı  tek başımıza göğüsler, onların bu hareketinin bizi ve sevenleri nasıl etkilediğini kendilerine söylemeliyiz; oysa bu, onların ruhu için yararlı olacak bir bilgidir. Bazı insanlar, sınırlarımız olduğu için bizi terk eder veya bize saldırır mı? Evet onların karekterlerini öğrenmek ve soruna karşı tedbirler almak, onu hiç tanımamaktan daha iyidir.

            DUYGUSAL UZAKLIK

            Yüreğinizin yeniden güven kazanması için gereksinim duyduğu mekanı veren geçici bir sınırdır; asla kalıcı bir yaşam tarzı değildir. Kötüye kullanılan ilişkide taraflar, duygusal yönden ‘’ buzların erimesi’’ için emin bir yere gereksinim duyar. Bazen suiistimalci ilişkilerde, suiistimale uğrayan kişi, karşısındaki kendi sorunları ile yüzleşerek ilişkide güvene layık olana dek duygusal bir uzaklığı koruma gereksinimi duyabilir. Acı ve hayal kırıklığı için kendinizi hazırlıklı tutmaya devam etmemelisiniz. Eğer istimar edildiğiniz bir ilşki içinde bulunmuşsanız. Geri dönmek için emniyet sağlanmasını ve değişikliğin gerçek belirtilerin görülmesini beklemelisiniz.

Pek çok kişi, bağışlama adına birisine güvenmede aceleci davranır ve karşısındakinin ‘’tövbekarlığa bağlı kalmanın meyvesini’’ verdiğinden emin olmaz. Gerçek değişikliği görmeden suiistimalci, bağlanmaktan ilişkinin sorumluluğunu almaktan korkan veya bağımlı bir kişiye kendinizi açmaya devam etmek, aptallıktır.  Bağışlayın, ancak tutarlı değişiklik görene dek kalbinizi gözetin.

  • Hayatınız kontrolünüz dışında mı?
  • İnsanlar sizden yararlanıyor mu?
  • Hayır demekte zorlanıyor musunuz?
  • Ne zaman evet ne zaman hayır demelisiniz?
  • Gerçekleşmeyen arzularınız yüzünden  hayal kırıklığına uğruyor musunuz?

Kendinize sıklıkla şu soruları soruyor musunuz?

  • Bu neden hep benim başıma geliyor?
  • Neden diğer insanların beni itip kakmasına fırsat veriyorum?
  • Neden devamlı olarak çabalayıp, herkesi memnun etmek zorunda hissediyorum?
  • Neden başkalarının her şeyi benden daha iyi yaptığını düşünüyorum, kendimi daha aşağılarda görüyorum?
  • Neden her şey ters gidecek gibi geliyor?
  • Neden en ufak bir uyarılmayla moralim bozuluyor ya da öfke nöbetleri geçiriyorum?
  • Neden haksızlığa uğradığımda susup kalıyorum, bir cevap veremiyorum, kendimi savunamıyorum?

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Blog Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

KANSER VE DEPRESYON

            Kanser tanısı öğrenildiğinde, ilk günlerdeki şok ve ilk haftalardaki inkar ve öfke tepkilerinin ardından bir uyum aşaması olarak birkaç hafta süren depresif belirtiler görülür. Hasta olduğu için üzülme aylarca sürebilir. Bir süre sonra genellikle kişi günlük yaşamına döner, hastalığı izin verdiği oranda yaşama katılır. Bir türlü günlük yaşama karışamıyor, hastalık dışında birşeyle ilgilenemiyor ise, suçluluk, değersizlik, yetersizlik ve intihar düşünceleri varsa depresyon dikkatle araştırılmalıdır.

            Depresyon, hastalığın ve tedavilerin organik etkileri nedeniyle de ortaya çıkabilir. Her iki durumda da hasta psikoterapi ve gerekli görülürse antidepresan tedaviden yararlanır.

RİSK FAKTÖRLERİ

  • fiziksel işlev düzeyi en önemli faktör; hastalık ağır, günlük yaşamı kısıtlayıcı, ağrı varsa risk artar.
  • nevrotik kişilik özelliklerinin fazla oluşu
  • kadın cinsiyeti,
  • meme kanseri,
  • metastaz,
  • uzun eğitim süresi
  • psikiyatrik hastalık öyküsü
  • aile desteğinin olmayışı

                                    BELİRTİLER NELERDİR ?

            Kanserli hastalarda depresyonu tanımak zordur. Öncelikle bu kadar ciddi bir hastalıkta üzgün, karamsar olma ‘’ normal ‘’ kabul edilip hastayı ne oranda etkilediği pek kontrol edilmez. Ayrıca hem aile hemde hekim için kanser kelimesini telaffuz etmek, hasta ile açık açık konuşmak zordur. Hastanın ‘’ morelini bozmamak’’ için genellikle üzgün duruşu görmezden gelinir ya da hiçbir şey yokmuş, hastalık geride kalmış gibi davranılıp konuşmaktan kaçınılır.

            Uykusuzluk, iştahsızlık, halsizlik gibi bedensel belirtiler;  depresyon,  hastalık belirtileri ya da tedavi yan etkileri ile karışabilir.

            Aşırı bağımlılık, öfke, göz temasından, aile ile birlikte olmaktan kaçınma, çaresizlik, umutsuzluk, aşırı ağrı yakınmaları ve tedaviye uyumsuzluk belirtileri önemlidir

            Kanserde intihar girişimi sık olmamakla birlikte kendisinde ya da ailede intihar girişimi, genel durumun kötü oluşu, kontrol edilmeyen ağrı, sosyal destek azlığı, bir yakının ölümü, psikiyatrik hastalık geçirmiş olma, kaygı, umutsuzluk risk faktörleridir. Hastanın bilincinin bulanık olduğu dönemlerde kaza ile ya da kasten kendine zarar verebileceği akılda tutulmalıdır.

                   PSİKİYATRİK TEDAVİLER VE PSİKOTERAPİLER

            Ciddi bir hastalıkla karşılaşma, tedaviler ve sonuçları hastaya ve duruma özel yaklaşımlar gerektirir. Kanserli hastalarda psikiyatrik tedavilerin hastanın yaşam kalitesini yükselttiği, hastayı hastalıkla daha iyi başa çıkabilir hale getirdiği, kaygıyı azalttığı gösterilmiştir. Bilgilendirme, eğitim, kısa süreli destekleyici yaklaşımlarla çok fazla yol alınabilir. Ayrıca psikiyatrik tedavilerle bağışıklık sisteminin güçlendirildiğinden söz edilebilir.

            Hastaya ve ailelerine uyum, yeni bir yaşam tarzı geliştirmede yardım edilebilir. Hastayı dinlemek, kaygılarını anlatabilmesi, sorularını sorabilmesi için fırsat vermek, tüm umutlarını yok etmeden dürüst ve açık olabilmek önemlidir. Hasta hastalık nasıl gelişirse gelişsin yalnız bırakılmayacağını, ağrısı olursa bir çözüm bulunacağını bilmek ister.      Terapilerde bireysel sorunların yanı sıra hastanın ailesi, arkadaşları ve hekimi ile açık bir ilişki kurması ile ertelenmiş planlar ele alınır. Krize müdahale modeline dayanan kısa süreli, destekleyici psikoterapiler özellikle tanının koyulduğu, hastalığın tekrarladığı ya da metastazın saptandığı kriz dönemlerinde yararlı bulunmuştur.

            Nefes egzersizleri, kas gevşeme teknikleri, dikkati bölme, orta düzey egzersiz, bilişsel yeniden yapılandırma, eğitim ve dayanışma grupları kaygı ve depresyon tedavisinde yararlı olur.

            Hastanın zedelenmiş olan benlik değerini yeniden kazanmasına yardım edilir, yanlış anlamalarını düzeltip,  yeni bir yaşam dengesi kurması desteklenir. Sınırları kabullenme, yeni bir yaşam planı ve gelecek planları oluşturmada destek olmaya çalışılır. Geçmişteki güçlü yönleri harekete geçirip hastanın baş etmede başarılı yolları desteklenir. Benzer sorunları olanlarla yapılan grup terapileri, bazı seanslara aile bireylerini dahil etme, iyileşmiş bir hasta ile görüşme sıklıkla yardımcı olur.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Blog Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

SEKSİN İYİSİ KÖTÜSÜ OLUR MU?

            Çoğumuz çocukken duyduğumuz masallar yüzünden, aklımızın bir köşesinde, günlük hayatın sorun ve tekdüzeliklerinden kaçmak, güneşin batışını yakalayıp ondan sonra da mutlu yaşamak fikrini taşırız. Bu hoş bir fantezidir. Seks son yıllarda, gün batımında yapılan o yürüyüşe giden ana yollardan biri olarak tanıtılmıştır.

            Erkekler istendiği anda performans gösterebiliyor olmaları gerektiğini öğrenirler.İstekli bir partneri varsa heyecanlanarak ereksiyona geçmeli, iyi bir cinsel deneyim için hazır ve yetkin olmalıdırlar. Heyecanlanmak ya da ereksiyona girmek için bu kadar çaba gerektiğine göre bir bozukluk olmalı? Neden, olması gerektiği gibi kendiliğinden oluvermedi?

            Gerçek şu ki, o hiçbir zaman bize öğretildiği gibi işlemek zorunda değildir. Erkekler inandırıldığı kadar basit değillerdir. Farklı tarzları, gereksinimleri ve beğenileri olan karmaşık insanoğludurlar. Bu, diğer alanlarda olduğu kadar sekste  de geçerlidir. Seks istediğiniz gibi gitmediğinde, cinsel tepkilerinizi engelleyenin ne olduğunu bulmak için duruma bir göz atmaktansa, olması gerektiğini sandığınız gibi davrandığınız için, kendinizde bozukluk olduğunu düşünebilirsiniz

            Modern yaşam birçok açıdan bize yararlar sağlamakla birlikte, birçok olumsuz etki de yapmıştır. Yaşamın hızı sınır noktasına gelinceye kadar yükselmiştir. Yaşam daha telaşlı olmuş, günlük yaşantının baskıları eskisinden çok daha fazlalaşmıştır. Çoğu zaman gergin ve çılgın gibiyizdir; hayatımızın akışına, hızına  uymaya çalışırız. Aralarında alkol ve tütünün de olduğu çok çeşitli kimyasal canlandırıcı ve zehirleyicilerle beslenir ve gerilimimizden kurtulmak için tüm bunlardan medet umarız. Ama gerilimler ve endişeler hiçbir yere gitmez ve hayatımızın her alanını etkiler.

            ERKEKLER BİR SEKS MAKİNESİ DEĞİLDİR , HER PENİSİN ARDINDA BİR İNSAN VARDIR…

            Psikolojik gerilim cinsel fizyolojiyi olumsuz etkiler. Bu durum sizi uyarılmaktan, gergin olmadığınız zamanlarda yaşayabileceğiniz zevkli duyguları tatmaktan alıkoyar ve penisinizin uykusunun gelmesine neden olabilir.

            Birçok erkek zaman sınırlaması, partnerleriyle birlikte yaptıkları bitmemiş bir iş, çocuklarıyla ya da işle ilgili  bir konu ya da diğer nedenlerle gergin olduklarında seks yaparlar. Bu koşullar altında girişilen seks genelikle pek doyurcu olmayıp bazen hiç işe yaramayabilir. Aslında berbat bir deneyim yaşamanın en iyi yoludur bu.Uyarılmanız, ereksiyona girmeniz ve boşalmanızla ilgili sistemler, kendinizi gergin hissettiğinizde işlemezler. Genel olarak ister gergin ister rahat olun, önemli olan normal halinize oranla daha gergin olup olmadığınızı anlayabilmeniz ve kendinizi rahatlatmak için bir şeyler yapabilmeniz. Boyun ve omuz kaslarında gerginlik, mide ağrısı, avuçların terlemesi, dişlerin ketlenmesi, baş ağrısı, çarpıntı görülebilir. Aslında en önemli sinyaller düşüncelerinizdedir. “ Sertlik devam edecek mi acaba?”, “dayanabilecek miyim?”, “benden hoşlanacak mı?”, “becerebilecek miyim?”

            Cinsel bir ortamda, sayılan fiziksel belirtilerin bazılarını yaşadınız mı? Ya da kendinize benzer soruları sordunuz mu? Kısa sürüyorsa sorun yok. Ancak bu düşünceler kafanızın içinde dolanıp duruyorsa, o zaman rahatlama konusunda daha çok bilgi edinerek seksten daha fazla zevk alma şansınız var. Cinsel olmayan durumlarda yaşadıklarınızı düşünebilirsiniz. Diş koltuğuna oturup diş doktorunuzu beklerken kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Vücudunuz geriliyor mu? Nefesinizi tutuyor musunuz? Koltuğun kenarlarına yapışıyor musunuz? Ağrı kesici enjeksiyon yapılmasına rağmen canınızın yanacağından endişe duyuyor musunuz? Ya da patronunuz yaptığınız bir hata yüzünden sizi odasına çağırdığında neler hissettiğinizi düşünün. Bir projeyi belirli bir tarihte bitirmek zorunda olduğunuzda ve kalan zaman içinde çok çalışmak zorunda olduğunuzu bildiğiniz zaman ne hissedersiniz?  

            Bir de kaygı ve endişelerden uzak olduğunuz durumları aklınıza getirin. Bir pazar günü geç kalkıp, o gün yapacak hiçbir işiniz olmadığını bildiğiniz  bir zaman. Tatilde deniz kıyısında uzanırken. Bir cinsel deneyimden sonra. Vücudunuz ve aklınız böyle durumlarda nasıl oluyor?                 

            DOYURUCU CİNSELLİK İÇİN NELER GEREKLİDİR?

            Böylesi davranışı destekleyen veya ona engel olanlarla ilgili daha iyi fikir edinebiliriz. Bu konuda iki temel yapıtaşı, heyecanlanma ve görece olarak açık bir sinir sistemidir. Uyarılmayı (arzu, iştah, isteksizlik) tanımlamak kolay değildir.  Ereksiyona girmekle aynı anlamı taşımaz. Heyecanlanma ve ereksiyon ayrı sistemlerdir.Genellikle birlikte meydana gelirler ;uyarıldığınızı hissedersiniz  ve ereksiyon ardından gelir ama bu her zaman böyle değildir. Bunları düşünce düzeyinde birbirinden ayırmanız önemlidir.

            Uyarılma duygularla ilgilidir. Birine dokunma ve sevişme isteğidir. Genellikle sevgiliye yönelme,ona doğru sürüklenme biçiminde yaşanır; belirli bir sevgilinin olmadığı bir arzu ve sürüklenme biçiminde daha soyut olarak  da yakın olma, onunla birleşme isteği ‘’penisimde ve her yerde ılık bir karıncalanma duygusu’’, ‘’bütünüyle onunla olma isteği ‘’; “sanki kanım dans ediyor ve kalbimin atışını duyabiliyorum’’; “bütün kanım benzersiz bir biçimde canlanıyor.’’

            Sizin heyecanlanma deneyimleriniz bu örneklere benzeyebilir veya benzemeyebilir. Önemli olan heyecanlandığınızı size anlatan özel duygular nelerdir? Erkekler genellikle cinsel olarak uyarılmadıklarında uyarıldıklarını sanırlar. Aldığımız eğitim yüzünden, seksle ilgilenip ilgilenmediğimizi anlamak için kendi duygularımıza değil, koşullara bakarız. Bize seksi olduğu öğretilen bir durum içinde olduğunuzu düşünelim; örneğin, sizinle birlikte olmak istediğini ima eden seksi bir kadınla birliktesiniz. Gerçekten ne hissettiğinizi sorgulamaksızın uyarılmanız gerektiğini düşünebilirsiniz.

            Bu kültürel körlüğe rağmen, daha iyi bir  seks yaşantısı istiyorsanız ,ilgilerinizi araştırmalısınız. Cinsel deneyime girmeden önce kendinize uyarılıp uyarılmadığınızı ya da heyecanlanma potansiyelinizin olup olmadığını sorun. Yanıt olumsuzsa seksin dışında başka bir şey yapsanız daha iyi olur.Yoksa seksten zevk almama ya da işlevlerinizi iyi bir biçimde gösterememe riskini almış olacaksınız.

            İyi seksin ikinci yapı taşı, heyecanınızı vücudunuza yansıtacak deneyiminizi dolu dolu yaşamanıza izin verecek berrak bir sinir sistemidir. Diyelim ki bir erkek kendisini genellikle uyaran bir şeye, örneğin  partnerinin bacaklarına bakıyor. Eğer sinir sistemi örneğin, işte olmuş bir olayla ilgili kaygılar tarafından engellenmişse, partnerin bacaklarını görmek ona hiç de çekici gelmez, üstelik bacakları algılaması onda hiçbir etki yaratmaz.Bu örnek,engellenmiş bir sinir sisteminin heyecanlanmayı nasıl önlediğini açıklıyor.

            Bir de partnerinin bacaklarını seksi bulan ve heyecanlanan bir adam düşünelim. Bu duygunun penisinin durumunu etkilemesi için, penise sinir sistemi yoluyla bir ileti gönderilmesi gerekir. İleti şöyledir; ’’bu duygu harika öyleyse sertleş ‘’Adam partnerine bakmaya devam ettikçe ya da bu uyarı ,yerini dokunma, konuşma fantezi kurma gibi diğer uyarı türlerine bıraktıkça, benzeri iletiler daha çok gönderilmeye ve alınmaya başlar ve bu da bir heyecanlanma ve ereksiyon durumu yaratır.

            Oldukça basit ancak küçük bir sorun var Penise giden ileti net olarak gönderilmeli ve alınmalıdır. Sinir sistemi engellenmişse, penise giden iletiler gerektiği gibi alınamaz.

            Sinir sistemine ket vurarak cinsel iletilerin ulaşmamasına yol açan bir çok şey vardır. Alkol ve diğer  bir çok uyuşturucu, iyi bilinen suçlulardır. Diğerlerinin arasında seksten suçluluk duyma, partnere karşı kızgınlık, diğer konularla uğraşma, yorgunluk ve fiziksel sağlığın bozuk olması gibi sık görülen nedenler bulunmaktadır.

            Seks sırasında sinir sistemine en çok ket vuran etken ise sinirsel gerilim ve endişedir. Bu kavramların içine ortalama ve kişinin kabul görmesiyle ya da performansıyla ilgili herhangi bir kuşku yada huzursuzluk girebilir. ’’Beni diğer partnerleri kadar iyi bulacak mı?’’,’ “ona yetecek kadar dayanabilir  miyim ?’’ “acaba çocuklar uyanır mı, içeri girer mi ?’’. Bu tür kuşkular  güçlü olduğunda tüm sinir sisteminizi öyle bir telaşa verirsiniz ki, penise ve diğer bölgelere cinsel iletilerin gitmesini önlemiş olursunuz. Penisle ilgili olan iletiler ya hiç yerini bulamaz yada çok azı ulaşabilir; ereksiyona geçemeyebilirsiniz ya da penis her zamanki kadar sertleşmeyebilir veya ereksiyonu hızla kaybedebilirsiniz. Endişe ya da kızgınlıkla dolu olduğunda bile işlevlerini gösterebilen  erkekler vardır. Bu insanlar anlayamadığımız nedenlerden dolayı diğer erkeklerdeki gereksinimlerden sıyrılmaktadırlar. Ne denli sinirli, sıkkın ya da kızgın olurlarsa olsunlar, işlevlerini görebilmektedirler. Bu duygular sinir sistemlerini değişik biçimde etkilemektedirler: İşlevlerini görmekte, ancak pek bir şey hissetmemektedirler. Biraz yakınlık sevgi eğlence ya da heyecan yaşamaktadırlar.Onlarınki harika bir durumdur, çünkü hemen her zaman için, koşullar ne olursa olsun işlevlerini gösterirler. Ancak yaşadıkları cinsel karşılaşmalardan elde ettiklerini anlamak için birkaçıyla konuşmanız yeterli  olacaktır. Ereksiyon boşalma denetimi ve cinsel duygularla, zevkler irade   gücüyle yönlendirilemez. Ereksiyona geçmek heyecanlanmak ya da deneyiminizden zevk almak için kendinizi zorlayamazsınız. Bu önemli ve bir çok erkek için kabul edilmesi zor bir noktadır, çünkü aldığımız eğitime ters düşer. Erkekler aklına emir vererek işleri yaptırmayı öğrenmişlerdir. ‘’Telaşlanma, sakin ol!’ “Başarabilirsin, biraz biraz daha zorla!’’ .  Bu sistem çoğu zaman işler, ama yalnızca doğrudan doğruya denetim altına alabildiğimiz bölümlerde.

            Bunun sonucu sonuçlar iyi de olsa, kötü de olsa, uyarılma ereksiyon, boşalma ve duygusal sistemler bu yoldan denetim altına alınamaz. Bütün bunlar emir almaz Gerçekte bunları belirli biçimde davranmaya zorlamak çoğunlukla, tam tersini yapmalarına neden olmaktadır. Bu konuda kuşkularınız varsa deneyebilirsiniz. İstediğiniz bir an, heyecanlanmaya, ereksiyona girmeye, güzel duygularla dolmaya ya da ereksiyonu sürdürmeye çalışın. Yalvarın, korkutun tatlı tatlı konuşun  ya da istediğiniz tür emri verin; olumsuz düşünmeye daha açık olduğunuzu fark edebilirsiniz. Bu durumda daha iyi seks yapmak için elinizden ne gelebilir? Çok basit bir biçimde, heyecanlanma, ereksiyona girme ya da güzel duyular yaşamaya elverişli olduğunuz koşulları ortaya çıkarmanız gerekecektir. ‘Koşul’  sözcüğüyle anlatılmak istenen sizin için cinsel olarak herhangi bir fark yaratan herhangi bir şeydir. Bu, sizin fiziksel ve duygusal durumunuzla, partnerinizle ilgili düşüncelerinizle, ondan beklentilerinizle, istediğiniz uyarı türüyle, bulunduğunuz ortamla ya da bunların dışında herhangi bir şeyle ilgili olabilir. Cinsel bir ortam içinde sizi daha gevşemiş, daha rahat, daha kendinden emin, daha cinsel  deneyime açık kılan herhangi bir şey koşul olarak adlandırılabilir. Tüm bu koşulları, sinir sisteminizi gereksiz tortulardan temizleyerek cinsel iletilerin rahatça ulaştırılmasını sağlayan ve sonuçta size doyurucu bir seks yaşantısı sunan etkenler olarak da tanımlayabiliriz.

            Makinelerin bile en iyi biçimde çalışmalarını sağlayan koşulara ve gerekliliklere sahip olduğunu bazen rahatlıkla gözardı ederiz. Örneğin, o çok değerli arabalarımız benzin, yağ, hizmet, uygun yol koşulları gibi gerekliliklere sahiptir. Ancak onların bu gereksinimlerine kendimizinkilerden daha hoşgörülüyüzdür sanki. Deposu boşken çalışmadığında arabamıza aptal, kötü ya da beceriksiz gibi sıfatlar yakıştırmayız. Benzin gerektiği gerçeğini kabul eder ve bu gerekliliği yerine getiririz. Ancak konu bize geldiğinde farklı bir dizi standardı gündeme getiririz ve olması gerektiğini düşündüğümüz biçimde davranmadığımızda, koşulların gereksinimlerimizi karşılayıp karşılamadığını düşünmeksizin kendimizi yetersiz, kötü ya da beceriksiz olarak nitelendiririz.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

0 (242) 316 98 99

BY: admin

Blog Yazıları

Yorumlar:Yorum yapılmamış

“İYİ KIZ” SENDROMU ORGAZM’A ENGEL OLUYOR

UYARILMA VE ORGAZM SORUNLARI:

? Kız çocukları yetiştirilirken, cinsellikle ilgilenmemeleri öğretiliyor, cinsellikle ilgilenmeleri ve cinsellik içeren aktiviteleri kınanıyor, kısıtlanıyor. Örneğin, mastürbasyon yapmaları istenmiyor ve hoş karşılanmıyor.

Kadınlardan beklenen sadece eşlerine yanıt verebilir olmaları. Bu nedenlerle, kadınların önemli bir kısmı ön sevişme sırasında eşlerine çok az katılıyorlar veya hiç katılmıyorlar.

Cinsel birleşme sırasında çoğu hareketsiz kalıyor. Kadınlar,erkeklere neyi cinsel olarak uyarıcı bulduklarını söylemekten kaçınıyorlar. Yeteri kadar uyarılmadıklarında cinsel birleşmeyi reddedemiyorlar ve hazlarını arttıracak daha aktif tutum almaktan kaçınıyorlar.

? Çocukluğunda ve gençliğinde kendisini “iyi kız” olarak tanımlayan HER ON

KADINDAN DOKUZU YETİŞKİNLİKTE ORGAZM OLAMIYOR. Yani, geleneksel kadın cinsel rolünü benimsemiş kadınların yaşadığı “iyi kız” sendromu, orgazm yaşamalarının önündeki en büyük engeli oluşturuyor.

? Orgazmın ortaya çıkmasını gerektiren “uyarılma” derecesi, kadından kadına ve kadının içinde bulunduğu koşullara göre değişiyor. Bazı kadınlar herhangi bir cinsel uyarı ile orgazm olurken, diğerleri yoğun ve uzun klitoral uyarılmaya ihtiyaç duyabiliyorlar.

? Orgazmın sayısı da kadından kadına farklılıklar gösteriyor. Bazı kadınlar bir

kere orgazm ile kendilerini doyumlu hissederken, bazıları çoğul orgazm gereksinimi hissedebiliyor.

? ORGAZM YETİSİ YAŞLA BİRLİKTE ARTIYOR.

20’li yaşlarında fazla cinsel deneyimi olmayan kadınlarda cinsel birleşme ile orgazm olamamak oldukça yaygın.

50’li yaşlardan sonra ise yaş faktörü orgazma ulaşmada bir dezavantaja dönüşebiliyor.

? Yaşlanmanın etkileri, menopoz, kronik hastalıklar nedeniyle yoğun ilaç kullanımları gibi etkenler uyarılma ve orgazmı olumsuz etkiliyor.

? Aldatılmaya ya da aldatılma kuşkusuna bağlı gelişen kızgınlık, cinsel hazzı

ve uyarılmayı ciddi şekilde bozuyor.

Ayrıca, kadınların kendilerini cinsel hazza, uyarılmaya ve orgazma bırakabilmeleri için erkeklere göre daha fazla “güven” duygusuna gereksinimleri var.

Gerçek ya da muhtemel bir aldatma kuşkusu kadının güvenini zedelediğinden cinsel hazzını, uyarılmasını ve orgazm olmasını engelleyebiliyor.

? Bazı kadınlar, özellikle medyadan etkilenip orgazmın “zevkten çıldırmak” gibi bir şey olduğunu ama kendilerinin bunu yaşamadığını düşünüp hayal kırıklığı ve buna bağlı küskünlükler yaşayabiliyor ve zamanla cinsel ilişkiden uzaklaşabiliyor.

Uzm.Dr. Sevilay ZORLU

Psikiyatrist &  Psikoterapist

www.antalyaterapipsikiyatri.com

www.antalyacinselterapi.com

Şirinyalı Mh. İsmet Gökşen Cad.

1528 S. Şahbaz Apt. K:2 D:5

Tel: 0 (242) 316 98 99

facebook.com/antalyaterapipsikiyatri

psikiyatristsevilay.zorluiiHYPERLINK “mailto:[email protected]”@facebook.com

twitter/ Dr.SevilayZorlu