Çok eski zamanlardan beri, menopoz dönemine özgü bir psikiyatrik bozukluk olup olmadığı sorusuna cevap aranmaktadır. Menopoz döneminde ruhsal belirti sıklığında artış olduğuna dair yayınların uzun bir geçmişi vardır. Yirminci yüzyıl başlarında depresif duygudurum, gerginlik, uykusuzluk gibi yakınmalarla giden “menopoz sendromu” tanımlanmıştı.
Geçmiş yıllarda menopozla depresyon arasında bir bağlantı olduğu düşünülmüştür. 1906’da Krapelin, ‘’Envolusyonel Melankoli’’ adında klinik depresyon öne sürmüş ve ajitasyon, hipokondri, mikromanik sanrıları tablonun önde gelen belirtileri olarak tanımlamıştır. Daha sonraları ise, bu tablonun menopoza özgü ayrı bir antite olmadığını, duygudurumu hastalığın bir uzantısı olduğunu söylemiştir.
Daha sonraki yıllarda yapılan birkaç çalışmada menopoz döneminde depresyon, anksiyete ve diğer psikiyatrik sendromların yaygınlığının arttığı bildirilmiş olmasına karşın, büyük örneklem gruplarını kapsayan birçok çalışmada karşıt sonuçlar elde edilmiştir. Psikiyatrik belirtilerin kendiliğinden menopozun bir parçası olarak görülemeyeceği belirtilmektedir. Yani menopoz dönemine özgü psikiyatrik bir tablo yoktur. Ballinger, çalışması sonucunda “menopoz yıllarıyla ilgili bir affektif bozukluğun olup olmadığı net değildir” sonucuna varmıştır.
Menopoz döneminde; depresyon, kaygı, yorgunluk, unutkanlık, kendine güvende azalma ve azalmış libido gibi belirti ve bulgulara rastlanmaktadır. Duygudurum bozukluğu öyküsü olanlarda menopoz, depresif atak oluşumu için bir risk faktörü olabilir. Bununla birlikte, toplum genelini kapsayan çalışmalarda menopoz döneminde depresyon oranının arttığı gösterilememiştir. Orta yaş dönemindeki kadınlarda görülen psikiyatrik hastalıkların artmış insidansını ortaya koyan veriler hala çelişkilidir.
Schmidt ve Rubinow, menopozda major depresyon riskinin arttığı yönünde kanıtlar olmadığını belirtmelerine karşın, perimenopozal dönemde hafif şiddette belirtilerin olduğu bir psikolojik sendrom olabileceğini ileri sürmektedirler. Endişe, bitkinlik, ağlama atakları, duygudurum dalgalanmaları ve libido azalması görülebilir. Ayrıca eklem ve kas ağrıları, başağrısı, çarpıntı, irritabilite ve uykusuzluk da olabilir. Azalmış libido, uykusuzluk ve yorgunluk perimenopozal dönemde olan damarsal belirtiler olarak da kabul edilebilir. Perimenopozal yıllar denen bu yıllarda hafif şiddette duygudurum bozukluğu varsa, genelde adet dönemlerinin tamamen kesilmesinden önceki 3-4 yılda daha çok oluşmaktadır. Benzer şekilde Stuart ve arkadaşları “psikolojik belirtiler varsa, adetlerin kesilmesinden sonra değil de öncesinde daha çok olur” sonucuna varmışlardır.
ABD’de yürütülen farklı ırktan, yaşları 40-55 arasında değişen, 16065 kadını kapsayan bir çalışmada, kadınlar önce menopoz öncesi, erken perimenopoz, geç perimenopoz ve menopoz sonrası olmak üzere dört gruba ayrılmışlardır. Adet düzeninde bozulma olmakla birlikte henüz adet kanamaları sonlanmamış olanlarda (erken perimenopoz) ruhsal sıkıntıların en yüksek düzeyde olduğu saptanmıştır. Menopozdan sonra belirtilerin şiddetinde bir azalma olmuştur. Japonya’da yapılan çalışmada da, menopoz kliniğine başvuran 45-60 yaş grubunda 389 kadın menopoz öncesi, perimenopoz ve menopoz sonrası olarak gruplandırılmıştır. İstatiksel yönden anlamlı olmamakla birlikte, perimenopoz grubunda depresif belirtilerin daha fazla olduğu bulunmuştur. Kültürel farklılıkların olabileceği düşünülebilir. Türkiye’de yapılan bir çalışmada, depresif belirti düzeyleri menopoz sonrası dönemde menopoz öncesi döneme göre daha yüksek saptanmıştır. Kaygı düzeyleri yönünden gruplar arasında farklılık bulunmamıştır. Kronik bedensel hastalık nedeniyle ilaç kullanımının menopoz sonrası grupta depresif belirti şiddetini etkilediği ve depresyon ve kaygı için risk oluşturduğu gösterilmiştir. Menopoz sonrasında depresif belirti şiddetini etkileyen ve aynı zamanda kaygı için de risk oluşturan bir diğer etmen, eğitim düzeyinin düşük olması bu gruptaki kadınların menopoz sonrası dönemde karşılaşacakları değişikliklere hazırlanamamalarına ve bununla bağlantılı olarak, döneme özgü sıkıntılara yeterince çare aramamalarına yol açmış olabilir. Daha önce duygudurum bozukluğu öyküsü olan kadınlar (üreme yaşamıyla ilişkili ya da ilişkisiz) menopoz döneminde depresyon yönünden risk altında olabilirler.
Yeti yitimi olan, ruhsal hastalık öyküsü bulunan, kronik bedensel hastalık nedeniyle sürekli ilaç kullanan, diabetes mellitusu olan, menopozla ilgili danışmanlık almayan, 40 yaşından önce menopoza girmiş, eğitim düzeyi düşük ve menopoz sonrası dönemde bulunan kadınların yakından izlenmelerinin koruyucu ruh sağlığı açısından yararlı olacağı söylenebilir. Genel beden sağlığıyla ilgili düzenli muayene ve incelemelerin yanı sıra, menopoza ilişkin bilgilendirme ve eğitim amaçlı programlar, destek grupları kadınların bu yeni yaşam dönemine hem bedensel hem de ruhsal yönden iyi hazırlanmalarını sağlayabilir. Ayrıca, bir çalışmada menopoz dönemindeki kadınlarda bipolar bozukluk başlangıcında bir “zirve değer” olduğu gözlenmiştir. Bir başka çalışmada ise, kadınlarda menopoz döneminde hızlı döngülü duygudurum bozukluğunun indüklendiği bildirilmektedir. Ama bu verileri destekleyen başka çalışma yoktur. Menopozla birlikte panik bozukluğun ortaya çıkabileceği, varsa kötüleşebildiği bildirilmektedir. Reprodüktif döngü ile OKB (obsesif kompulsif bozukluk) semptomlarının başlangıcı ya da var olan semptomlardaki değişiklik arasındaki bağlantı da araştırılmıştır. OKB başlangıcı menarş döneminde %22, gebelik döneminde %2, postpartum dönemde %7, menopoz döneminde %2; OKB’de kötüleşme premenstrüel dönemde %20, gebelik döneminde %8, postpartum dönemde %50, menopoz döneminde %8 saptanmıştır.
Tüm araştırmaların sonuçları değerlendirildiğinde, psikiyatrik belirtilerin menopoza özgü olmadığı sonucuna ulaşılabilmektedir. Kadınların %20 sinden fazlası perimenopozal dönemde psikiyatriste başvurmaktadır. Fakat bu durum envolüsyonel depresyon nedeniyle değil çevre, sosyoekonomik durum, yaş gibi etkenlerin sonucu olarak gerçekleşmektedir.
Menopoza özgü bir psikiyatrik bozukluk olmasa da, menopozda duygudurum bozukluğu, özellikle depresyon olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Hastada daha önceden geçirilmiş bir depresyon öyküsü, postpartum duygudurum bozukluğu ya da premenstrüel disforik bozukluk öyküsü bulunması, sosyal desteğin zayıf olması, menopoz döneminde psikiyatrik bozukluklar için risk etkenidir. Ayrıca rahmin ameliyatla alınması, psikososyal streslerin varlığı, menopoza olumsuz bakış açısı, sağlık durumunun kötü olması, sigara içme ve egzersiz azlığı gibi etkenlerde menopozda duygudurumdaki çökkünlük ile ilişkilidir.
Menopoz öncesinde ve sonrasındaki kadınlarda görülen cinsel işlev bozuklukları; cinsel ilgi kaybı, orgazm sorunu, klitoryal uyarılmada azalma, vajinal kuruluk ve ağrılı cinsel birleşmedir. Menopozda cinselliği etkileyen fizyolojik ve psikolojik etkileşimler olur. Menopoz döneminde ana biyolojik değişiklik östrojen seviyesinin düşmesidir. Östrojenin eksikliği; ilk olarak kanama düzeninin değişmesine ve vajinal yaşarmada azalmaya neden olur. Damarlarda, idrar yollarında ve cinsel organlarda farklılaşma gözlenir. Ruh halindeki değişkenlik, uyku düzeninde bozulma ve kognitif fonksiyonlarda farklılaşma; irade kontrolünde azalmaya, içgörünün zayıflamasına, cinsel yanıt ve istekte azalmaya katkıda bulunabilir.
Değerlendirme ve tedavi yaklaşımları için, çok geniş bir kapsamda, ilişki kalitesi, partner ilişkisindeki değişiklikler ve memnuniyetsizlikler, sosyal statü ve kültürel farklılıklar, kişilik faktörleri, geçmiş deneyimler, zihinsel ve fiziksel sağlık gibi ilişkili faktörlerin düşünülmesi gerekmektedir.
Melbourne Orta Yaşlı Kadın Sağlık Projesinde, 45-55 yaş grubu arasında olan, Avustralya doğumlu kadınlar ele alınmış ve toplum tabanlı bir çalışma yapılmıştır. Bir yıl içerisinde sekiz değerlendirmede ‘’Mc Coy Kadın Seksüalite Anketi’’ doldurtulmuş, eş zamanlı kan hormon seviyesi ölçümü yapılmıştır. Erken menopozal dönemden geç menopozal döneme geçişte, seksüel disfonksiyon skorları, geçen zamanla %42’den %88’e ilerlemiştir. Seksüel fonksiyonlarda östrojen eksikliği sebebiyle oluşan problemlerin tedavisinde; hormon tedavisi, vajinal yaşarmayı arttıran preparatlar ve nemlendiriciler, postmenopozal dönemdeki yakınmaların biraz da olsa iyileşmesine katkıda bulunabilir. Menopoz dönemine geçiş sürecinde kan dolaşımı dengesizliğine bağlı ateş basmaları, solunum düzensizlikleri gibi fiziksel rahatsızlıklar, uykuyu bölebilir. Menopozdaki kadınlarda yapılan polisomnografik çalışmalar, toplam uyku süresinin azaldığını; uyku latansının arttığını göstermektedir.
Taiwan’ın merkezinde kırsal kesimde yaşayan 197 menopozal dönemdeki kadında yapılan kesitsel çalışma sonucunda; toplamda uyku kalitesi skoruna göre %57.9 iyi uyuyabilenler, %42.1’i de iyi uyuyamayanlar olarak belirlenmiştir. Uyku kalitesinde denekler üzerinde anlamlı farklılıklar gözlemlenmiştir. Bu farklılıkların sebebi olarak; mesleksel durum, kronik bir hastalığın mevcudiyeti, menopoz döneminde bulunma, mevcut kronik hastalıkların sayısı ve menopozal semptomların sayısı bağlantılı olarak saptanmıştır. Uyku kalitesinde görülen değişkenlik sebebinin depresyona veya yaşlılığa bağlanabileceği öngörülmüştür.
Yaşa bağlı olmadan kronik uykusuzluğu olan kadınlar, depresyon geliştirmede ve depresyondan uzun süre müzdarip olma açısından daha yüksek risk altındadırlar. Uykusuzluk tedavisinde 1. basamak antidepresanların kullanımı; eğer ki depresyon o anda mevcut değilse şüpheli bulunmaktadır.