KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI MÜCADELE Ve ULUSLARARASI DAYANIŞMA GÜNÜ
BY: admin
Duyurular & Haberler
Yorumlar:Yorum yapılmamış
TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ
25.KASIM.2013
Basın Açıklaması
ARTIK YETER!
Dünyada ruhsal hastalıklar özellikle de depresyon görülme sıklığı giderek artmaktadır. Depresyon, kadınlarda erkeklerden çok daha fazla görülmektedir ve psikiyatri hizmeti almak için başvuranların da çoğu kadındır. Dünya Sağlık Örgütü kadınlarda ruhsal hastalıkların daha çok görülmesinin nedeninin biyolojik farklılıklarla açıklanamayacağını söylemektedir. Kadınlarda ruhsal hastalıkların daha sık görülmesinin en temel nedenleri; cinsiyete dayalı şiddet ve yoksulluktur. Günümüzde en ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara kadar bütün kadınlar geleneksel kavramların da etkisiyle fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Kadınların ne yapması, nasıl davranması, ne kadar eğitim alacağı, parasını nasıl harcayacağı, kaç çocuk doğuracağı, nasıl giyineceği hatta kimle evleneceği gibi temel seçimleri kural koyucu, yasa koyucu erkekler tarafından belirlenmektedir.
Kadınlar en sık eşleri, cinsel partnerleri tarafından fiziksel ve cinsel şiddete maruz bırakılmaktadırlar. Kadına yönelik şiddet sonucunda kadınların bedensel, ruhsal, cinsel ve üreme sağlıkları bozulmakta, gebelik ve lohusalık döneminde sağlık problemleri ile karşılaşılmaktadır. Yoksulluk, eşitsizlik ve sosyal adaletsizlik dünyada kadınları erkeklerden daha çok etkilemektedir. Yoksulluk ve eşitsizlik, depresyon, şizofreni ve iki uçlu bozukluk gibi bir çok ruhsal hastalığın kadınlarda daha sık görülmesine yol açmaktadır. Panik bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu ve korku başta olmak üzere kaygı bozuklukları ve depresyon gibi toplumda sık görülen bazı ruhsal hastalıklar kadınlarda erkeklerden daha sık görülmektedir. Kadınlar erkeklerden üç kat daha fazla özkıyım girişiminde bulunmaktadır. Kadınlarda depresyon erkeklerden iki kat daha sıktır.
Çalışmalar; yoksul kadınların, az okumuş kadınların, erken yaşta evlenen kadınların, çalışmayan ve ekonomik nedenler başta olmak üzere kendi yaşamını belirleme hakkı olmayan kadınların daha çok şiddete maruz bırakıldığını göstermektedir. Ülkemizde kadın yoksulluğu, kadınların eğitime ulaşamaması, kadın milletvekillerinin, kadın belediye başkanlarının ve kadın yöneticilerin sayısının çok düşük olması toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin temel göstergeleridir. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2013 için yayınladığı Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’nda ülkemiz 134 ülke arasında 120. sırada yer almaktadır. Bu rapor hazırlanırken ekonomik katılım, eğitime erişim, sağlık ve politik yetki alanlarında ülkelerdeki kadın erkek eşitliği değerlendirilmektedir. Ayrıca kendi coğrafyasında cinsiyet eşitsizliği açısından en kötü ülkedir ve kendi gelir grubundaki ülkeler arasında da cinsiyet eşitsizliği açısından sondan 2. sıradadır.
Uzun yıllardır toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermeye yönelik politikalar uygulayan ülkelerde, kadınların ruh sağlığında belirgin iyileşmeler gözlenmekte, depresyon başta olmak üzere ruhsal hastalıkların görülme oranı erkeklerle benzer düzeylere gerilemektedir.
Ülkemizde her gün yollarda, sokaklarda, evlerde bir çok kadın şiddete maruz kalmakta, bir çok kadın öldürülmektedir. Kadına yönelik şiddetin azalması, kadına yönelik şiddet uygulayanların cezalandırılması ya da kadınların polisiye tedbirlerle şiddete maruz kalmalarını azaltmaya çalışmakla sağlanamaz. Kadına yönelik şiddetin azalmasının tek yolu; kadın erkek eşitliğinin toplumda her alanda sağlanmasıdır. Bir çok ülkede bulunan Kadın Bakanlığı ülkemizde Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ismi altında hizmet vermesi manidardır. Kadınların yeri ‘aile’ olarak görülmektedir ve kadınlarla erkekler arasında gerçek bir eşitliği inşa etmek için yapılanlar çok yetersizdir. Biz ruh sağlığı uzmanları olarak ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitliğini geliştirmeye yönelik politikaların hızla yaşama geçirilmesini talep ediyoruz ve kadına yönelik şiddeti arttıran tüm söylemleri kınıyoruz, ARTIK YETER diyoruz.
Artık yeter diyoruz! Türkiye hala bir çocuk gelinler ülkesidir. Çocuk gelinler ülkesinde yapılan 2013 Eylül’ünde çıkarılan bir yönetmelik, lise döneminde evlenen kız çocuklarının açık lise ve e-okul üzerinden öğrenimlerine devam etmesine dair bir düzenleme içermektedir. Bir yıl önce yürürlüğe giren 4+4+4 modeli kız çocuklarının örgün eğitime devam edip edemeyeceklerine ilişkin kaygı yaratırken, bu düzenleme ile kız çocuklarının küçük yaşta evlenmelerinin önü açılmıştır. Kadınların %28’i, 18 yaşın altında evlenmektedir. Bu düzenlemeler çocuk evliliklerinin önüne geçmeyeceği gibi, çocuk evliliklerini teşvik edeceğinden endişe duymaktayız. Erken evlilikler, ergen anneleri ortaya çıkarmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verileri, 2011 yılında ülkemizde doğum yapan kadınların 355’inin 15 yaşın altında, 93 873’ünün 15-19 yaş grubunda olduğunu göstermektedir. Ergen gebelerde depresyon ve özkıyım riski yüksek olduğu gibi ergen annelerin bebeklerinde ölüm oranları da yüksektir. Uluslararası kuruluşlar çocuk yaşta evlilikleri engellemek için ülkelere çağrıda bulunurken Türkiye’de eğitim, sağlık, ekonomi alanında yapılan düzenlemeler ergen evliliklerinin önünü açmaktadır. Erken evlilikler kadının tüm yaşamını eğitimsel ve ekonomik açıdan daha düşük statüde geçirmesine yol açmaktadır. Düşük eğitim düzeyine sahip bir çok kadın ya yaşamı boyunca güvencesiz işlerde çalışmakta, ya da karşılıksız ev işlerinin emekçisi olmakta ve yaşam boyu yoksulluğa mahkum olmaktadır. Sonuç olarak, çocuk gelinler yaşamları boyunca çok daha yüksek oranda şiddete maruz kalmaktadır. Çocuk evliliklerinin önüne geçmek için etkin sosyal politikalar geliştirmeli ve bu durumu destekleyen tüm düzenlemeler hızlıca geri çekilmelidir.
Artık yeter diyoruz! Kadınların bedenlerinin ve cinselliklerinin iktidar tarafından denetlenmesi cinsiyete dayalı şiddettir. Türkiye’de TUİK verilerine 2012 yılında genç işsizlik oranı %17.5’tur. Gençlerinin % 17.5’unun işsiz olduğu bu ülkenin doğurganlığı arttırmaya yönelik politikalar izleyerek nüfusu arttırmaya çalışmasının tek nedeni neoliberal piyasaya ucuz iş gücü oluşturmak istenilmesidir. Siyasi otoritenin, kadınlardan en az 3 çocuk doğurmalarının beklendiği tartışmasıyla başlayıp son dönemde vatana 3 çocuğun hibe edilmesine varan talepleri bir kuluçka makinesi gibi görülen kadınların eve kapanıp geleneksel rolleri dışına çıkamamalarını, bedenlerinin ve cinselliklerinin kontrol edilmesini amaçlamaktadır. Doğurganlığı arttırmaya yönelik politikalarla kadınların bedeni iktidar tarafından denetlenmektedir. Çok çocuk doğuran kadınların erken emeklilik hakkı kazanması, kürtaja dair yasal düzenlemeler ve fiili olarak kürtaja erişimin büyük oranda azaltılması kadınların yaşamlarını nasıl sürdüreceğine dair bireysel seçim-karar vermeyi engelleyen düzenlemelerdir. Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’nin tavsiye kararlarında taraf devletlerin, doğurganlık ve üreme ile ilgili zorlamaları önleyici önlemler alınmasını sağlaması ve kadınların doğum kontrolü hizmetlerinin yetersizliği nedeniyle yasadışı kürtaj gibi güvenli olmayan tıbbi yöntemlere başvurmak zorunda kalmasını önlemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Ancak bu önerilerin tam tersine, sözleşmeye taraf olan ülkemizde plansız gebeliklerin sonlandırılması bir katliam gibi yorumlanmakta, tecavüze uğrayan kadınların bile , kötü anılarının ürünü, tecavüz bebeklerini doğurmaları beklenmekte, devlet kurumlarında kürtaj yaptırmak giderek zorlaşmaktadır. Bu baskı ve kısıtlamalar kadınlar üzerinde ciddi ruhsal yük oluşturmaktadır.İşsizlik, yoksulluk, istenmeyen/plansız gebelik, aile içinde şiddetin olması, ergenlik döneminde gebe kalma, yetersiz sosyal destek, annelik rolüne ilişkin kültürel beklentiler lohusalık depresyonuyla ilişkili olduğu gösterilmiş sosyal etkenlerdir. Bu nedenle, istemediği halde gebe kalan, yasal düzenlemeler ya da sosyal baskılar nedeniyle gebeliğini sonlandıramayan kadınlarda ruhsal hastalık ortaya çıkma riski çok yüksektir. Annenin ruhsal hastalığının çocuklarda çeşitli zihinsel, ruhsal ve davranışsal sorunlara neden olduğu pek çok bilimsel çalışmada gösterilmiştir. Kadınlara dayatılmaya çalışılan ve anneliği merkeze alan tek tip yaşam tarzı kaçınılmaz olarak gelecek kuşakların ruh sağlığını da olumsuz etkileyecektir.
Artık yeter diyoruz. Kadınların statüsünü güçlendirmenin en temel yolu kadınların güvenceli şekilde çalışmalarının ve kendi yaşamalarını bağımsız şekilde sürdürecek geliri elde etmelerinin önünün açılmasıdır. OECD ülkelerinde kadınların iş gücüne katılımı %61.8 iken, ülkemizde bu oran %28.8’dir ve yıllar içinde giderek azalmaktadır. Türkiye’de her 10 çalışandan 7’si erkek, 3’ü kadındır. Kadınlar ömürleri boyunca niteliksiz, güvencesiz işlerde düşük ücretle çalışmakta ya da ücretsiz aile işlerinde, ev işleri, hasta ve çocuk bakımı gibi işleri herhangi bir karşılık almadan yapmaktadır. Türkiye’de yoksulların çoğunluğunu kadınlar, en çok da dul, boşanmış, tek ebeveyn olarak çocuklarıyla yaşayan kadınlar oluşturur. Ülkemiz Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’nda ekonomik katılım göz önüne alındığında 134 ülke arasında 127. Sıradadır. AB üye ülkeleri arasında son sıradadır. Gelir dağılımındaki bozulmadan en çok etkilenen kesim kadınlar ve kız çocuklarıdır. Kadınlara yönelik ayrımcılık ve bu ayrımcılığın hem nedeni hem de sonucu olan yoksulluk, pek çok ruhsal hastalığın kadınlarda daha sık görülmesinin önemli bir nedenidir. Kadınların eğitim almalarının engellenmesi kadının statüsünün yaşam boyunca düşük seyretmesine ve nitelikli işler yapamamasına yol açmaktadır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Türkiye’de Kadının 6 yaş ve yukarı nüfus içinde kadın okumaz-yazmazlık oranı % 7, erkek okumaz-yazmazlık oranı ise % 1,4’tür. Okuma-yazma bilmeyen her 10 kişiden 8’ini kadınlar oluşturmaktadır. Yetişkin nüfus içinde (+15) kadın okumaz-yazmazlık oranı ise % 8,3’tür. Kadınların işsizlik sorunu, güvencesiz işlerde çalışması da kadına yönelik ekonomik şiddet olarak tanımlanmalıdır. Ülkemizde bir yandan 2023 yılına kadar kadınların işgücüne katılımını %38’e çıkarmak hedeflenirken, bir yandan da kadınların çalışma hayatına dair yaptığı düzenlemelerle işverenlerin kadınları işe almasını azaltabileceğinden haklı olarak endişe duymaktayız.
Türkiye Psikiyatri Derneği olarak; Kadına yönelik şiddetle mücadele için temel meselenin toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğunun altını çiziyoruz. Giderek artan şekilde bu eşitsizliği, ayrımcılığı besleyen politikalar izlenmesini, iktidarın kadınların yaşamını kendi isteği doğrultusunda düzenlemesine karşı çıkıyoruz ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermeye yönelik etkin politikaların hızla yaşama geçirilmesini talep ediyoruz.
Türkiye Psikiyatri Derneği adına
Doç. Dr Ayşe Devrim Başterzi
Doç.Dr. Leyla Gülseren
Prof.Dr. Şahika Yüksel